'İleri demokrasinin ayak sesleri'
Esasında devlet zirvesinden yatışma ve sükunetin çıkması hepimizi sevindirdi. Lakin galiba sonuç bir tarafın galibiyeti olarak algılanınca Özal'ın meşhur deyimiyle 'kantarın topuzu' kaçırılmıştır ve akla hemen şu tekerlemeyi getirmiştir: İki yanlış bir doğru etmez. Ne yazık ki ortada iki yanlış var ama bir doğru bile yoktur. Madalyonun öteki yüzü kötü de bu yüzü çok mu parlak? O toplantıdaki manzaraya geri dönecek olursak: Masanın öteki ucunda gayet munis bir komutan oturuyor. Sanki kanatları kırılmış gibi bir vaziyette. Elleri masanın üzerinde değil, altında. Elbette bu normal tavrı ise mesele yok. Hepimiz için sevindirici. Lakin bir kırılmayı temsil ediyorsa elbette ki şahsı adına değil ama ülke adına yine de üzücü bir durum. Galiba ortada şöyle bir denklem var. Sanki sivil kanat üzerinden baskı kalktıkça; baskı kuruyor. Bu anlamda 'devlet zirvesi' denilen zirvenin ardından hükümeti temsil eden isimlerin birer ikişer ekran karşısında baskın konuşmalar yapması yine dengeyi kaçırdığımızın resmidir. Önce Cemil Çiçek yargıyı hedef alan bir konuşma yaptı. Bakın ne diyor: Kurumlar siyasetin daniskasını yapıyor. Bu kurumlarla yola devam edemeyiz. Çiçek, akabinde her kurumun kendine göre dengeleri bulunduğunu ifade etti. Çiçek, iktidara göre Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndaki bakan ve müsteşarının çıkarılıp çıkarılmama talebinin azaldığını veya arttığını ifade etti. Dolayısıyla Cemil Çiçek de sübjektif adaletten yakınıyor ama kendisi de sübjektif adaletten şaşmıyor. Çünkü farklı bir teklifi yok. Başkalarına göre hareket edeceğinize bize göre hareket edin daha iyi mesajı veriyor. Aynen AKP milletvekili Avni Doğan'ın mantığı gibi. Fişlemeye değil, fişçiye karşılar. Bu bağlamda, 'AKP'ye karşı çıkanların kanı bozuk' diyen bir başka AKP'linin konuşması da bir yerlerden kulağımızı ısırıyor. Sözgelimi, Yekta Güngör Özden de 28 şubat sürecinin karanlık günlerinde 'Atatürkçü olmayana adam bile demem' diyerekten ortalıkta salınıyordu.
Sadullah Ergin de Cemil Çiçek gibi şunları söylemiştir: "Tarafsız olmak yerine, sınırsız bir iktidar sahibi olarak, aktif, şekillendirici ve yönetime hukuk üstü müdahalelerde bulunan bağımsız bir yargı, bağımlı bir yargıdan daha kötü sonuçlar doğurabilir. Bu durum, hakimler devleti riski olarak tanımlanmakta ve demokrasinin önündeki en ciddi tehlikelerden biri olarak değerlendirilmektedir. Jüristokrasi ile ilgili en büyük handikaplardan birisi de, halka hesap vermemesi, siyaseten sorumsuz olmasıdır." Burada tarafsız olamıyorsa yargının bağımlı olmasının daha iyi oyacağını söylüyor. Hükümetin bu anlayışı basın için de geçerlidir. Burada bir hazımsızlık göre çarpıyor. Erdoğan adeta doğum gününde basından da rövanş alır gibiydi ve basınla krizi tırmandırmayı ihmal etmedi. Türkiye'de son dönemde yaşananların "ileri demokrasinin ayak sesleri" olduğunu ileri süren Başbakan Erdoğan, "Sancılı bir süreçtir ama 72 milyon adına hayırlı bir olaydır. Herkes yardımcı olmalı" diye konuştu. 'Çankaya buluşmasını bile alıp garip garip köşelerinde yorumluyorlar. Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum. 'Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum' diyemezsin. 'Sen bunun sorumlususun arkadaş' diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok" ifadesini kullandı. Tamamen sureti-i haktan bir konuşma. Bu kastettiği köşe yazarları acaba hangi köşe yazarları ? 'Seni sevsinler!'in muhatabı Fehmi Koru mu? Yoksa Başbakan'ın özel ilgisine mazhar olan Mehmet Tezkan mı ? Özal, Erol Simavi gibi gazete sahiplerini Allah'a şikayet ediyordu, Erdoğan ise yazarları patronlarını şikayet etmektedir. Geliştiğimizin resmidir. Dolayısıyla Erdoğanizm tarzı ileri demokraside yargının ve basının yeri bu olsa gerek.
Esasen basının yandaş sayılan kısmı, konuşmasının sadece bir yönünü aksettirse de yargı meselesinde Haşim Kılıç kitabın ortasından konuşmuştur. Hem nalına hem de mıhına vurdu ve yargıda reform isteyenlerin seçiciliğine dikkat çekti. Yani kendi için yargı reformu isteyenleri yerdi ve ikaz etti. Öbür kısmın ideolojik takıntılarını da ihmal etmeden. Dolayısıyla haklı olarak darbeden yakınan sivil hükümet haksız bir biçimde dikensiz bir gül bahçesi istiyor. Halk bunların ne anlama geldiğini bilmeden alkışçı pozisyonunda safını tutuyor. Taraf tutmaktan dolayı sarhoş olmuş durumda; gerçekleri göremiyor. Erdoğan'ın her söylediğine mazeret üretiyorlar. Halbuki, korkunun olmadığı yerde dengede olmuyor. Erdoğan'ın sözleri herkesin korkuya ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Öyleyse korkuya hepimizin ihtiyacı var.
Bağımsız yargı edebiyatı üzerinden bağımlı yargı ve bağımlı basın istiyorlar. Bu sistemin adı Erdoğanizm olsa gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.