Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Hüseyin ile İbrahim

Hüseyin ile İbrahim

Hüseyin ile İbrahim... Biri beyaz, diğeri siyah. İkisi de Darfur’da yaşıyor. İkisi de hem Arapça, hem Türkçe biliyor.
Biri Türkiye’den Konya tarafından, diğeri Darfur’un yerlisi. İkisi de Darfur’da hem ekmek parası için çalışıyor, hem de yardım kuruluşlarına hizmet ediyorlar. İkisinin de bu dünyadan beklentileri ve hırsları yok.
Beyaz olan, yani Hüseyin’i kader bir şekilde Sudan’a, oradan da Darfur’a getirip koymuş. “Kendi isteğimle geldim ama aslında kaderi ilahi böyle buyurmuş” diyor ve ilave ediyor:
“Sudan’a gider misin dediler, ‘Olur..’ dedim. Darfur’da şöyle bir işimiz var, oraya da gider misin dediler, ona da ‘Olur..’ dedim ve geldim. Sonra kendi kendime; ‘Niye buradayım..’ diye sordum ama cevabını da aramadım doğrusu. ‘Buradayım işte..’ dedim. ‘Demek ki burada yiyecek ekmeğim, içecek suyum varmış, tüketeceğim nefes sayımın bir kısmı Darfur’a aitmiş..’ deyip işime baktım ve öyle de yapıyorum.”
İbrahim ise 20 yaşına kadar Darfur’dan hiç çıkmamış. Darfur’daki yokluğun ve yoksulluğun bütün dünyada aynı olduğunu sanıyormuş. “Ha Darfur, ha dünya, her yer aynı” diye bulunca yiyor, bulamayınca aç bekliyormuş. Sadece beyazlardan ürküyormuş.
Bir gün karşısına Türkiye’den biri çıkmış, beyaz biriyle karşılaşmanın tedirginliğini ancak karşısındaki kişi Müslüman olduğunu söyleyince atabilmiş. İbrahim hem beyaz, hem de Müslüman biriyle karşılaşınca başı dönmüş elbet. Nasıl olurmuş, onun bildiği bütün beyazlar, siyahlara ihanet eden, siyahların elinde avucunda ne varsa alıp götüren ve yoksulluğa itenlermiş. Oysa bu beyaz, İbrahim gibi yemekte, İbrahim gibi içmekte, üstelik kucaklaşmakta, secdesi aynı, rükûsu aynı, ibadeti aynıymış.
Tabiî İbrahim’in dünyası altüst olmuş ve kendine güven duymaya başlamış. Bu ilginç karşılaşma, İbrahim için bir dönüm noktası olmuş. Uzun bir aradan sonra İbrahim Türkiye’ye gelmiş. Türkiye’de dört ay Türkçe kursuna gitmiş. Sonra üniversite okumak istemiş ve imtihanlara girmiş. Şimdi önümüzdeki öğretim yılında Türkiye’de üniversite okuyacakmış.
İbrahim, memleketi Darfur’a dönünce ilk iş olarak Türkçe kursu açmış. Azimli, gayretli ve çalışkan biri olduğu için, yapacaklarının hiçbirinden vazgeçmemiş. Günlerce kursa birilerinin gelip gitmesini beklemiş ama kimse gelmemiş. Birkaç ay sonra iki kişi gelip, meraktan Türkçe öğrenmek istediklerini söylemişler. Sonra bu iki kişi, 25 kişiye çıkmış.
İbrahim de, Hüseyin de hummalı bir şekilde Türkiye’den Darfur’a giden sivil toplum kuruluşlarına yardımcı oluyorlar. İbrahim’in kursuna katılan Darfurlular da bölgede Türkçe konuşanların sayısı arttıkça onlara yardımcı oluyor ve ekmek parası kazanıyorlar. İbrahim ile Hüseyin, ayrı ayrı sahada çalışsalar da yolları yardım ve iyilik olunca birleşiyor.
Bir bakıyorsunuz, İbrahim yeşil gömleğini giymiş, Kimse Yok Mu Derneği Göz Hastanesi’nde Darfurlu hastalarla doktor arasında tercümanlık yapıyor. Bir bakıyorsunuz, Hüseyin inşaat kıyafetiyle arabasına atlamış, havaalanında Türkiye’den gelenleri karşılıyor ve yerlerine götürüyor. Bir bakıyorsunuz, İbrahim ev ev gıda yardımı dağıtıyor. Bir bakıyorsunuz Hüseyin, resmi heyetlerarası görüşmelerde tercümanlık yapıyor.
Biri Türkiyeli, diğeri Darfurlu... Biri siyah, diğeri beyaz. Renkleri dışında bütün özellikleri ortak. Din birliği ve kardeşliği; örf, adet, gelenek ve benzeri farklılıkları ortadan kaldırmış. Din öncelikli olup temel sayılınca, duvarların ve çatının bir önemi kalmamış. “Esas olan, temelin sağlam olması, gerisi kendiliğinden zaten gelir” diyorlar.
İbrahim henüz bekâr. Hüseyin ise Sudan’dan bir doktor hanımla evlenmiş. Çok mutlu bir yuvası olduğunu söylüyor. “Biz de dua ediyoruz, Allah mesut etsin” diye. Evet, her ikisinden de güzel hikâyeler var; fakat şimdilik bu kadar yeter.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi