Paradigmanın iflası
Bu kadar ağır itham ve iddialar karşısında intihar ediyorlar, ama istifa etmiyorlar.. Helal olsun adamlara!.. Yoksa intihar süsü verilmiş infazlar mı onlar?.
Tabii “niye istifa etsinler ki” değil mi? Savaşırken zırh çıkartılır mı? TSK zırhına bürünüyor, milletin kendini koruması için ellerine tutuşturdukları silahları, milletin vekillerine yöneltiyorlar. “Adi - Başbakan” öyle mi?
Başbuğ özür dileyecek mi? Baykal bu aşağılık oyuna karşı sesini yükseltecek mi?
Kevgire dönen bu güvenlik açığının - istihbarat açığı - istismarın sorumluları araştırılacak, açığa alınacak mı?
Bu adamlar ortaya çıkartılıp sanık sandalyesine oturtuluyor diye birileri niye “TSK yıpratılıyor” diye yaygara kopartıyor ki.
Hele Baykal, otursun oturduğu yerde..
OR Paşalar toplanıp konuştular.. Sahi ne konuştular? Ne olacak şimdi? Cumhurbaşkanı, Başbakan’la Genelkurmay Başkanı’nı bir araya getirdi. Cemil Çiçek Genelkurmay’a gitti, konuştu. Ne oldu sonuç olarak?.
Tahminimi söyleyeyim ki, bu işlerin içinde olanlardan deşifre olmuş olanlar dışındakiler sustu ve büyük bir çoğunluk ise, bu işin neticelendirilmesini ve suçlulara sahip çıkılarak devlete zarar verilmemesini ve bu işin kendilerine bulaştırılmamasını istediler, gelen haberlere göre. Yani Saldıray Berk yalnız kaldı.. Paşalar 3. Ordu Komutanı’nın günahına ortak olmak istemiyor. Kimse birilerinin bulaştığı işleri bir kambur gibi sırtına almak istemiyor..
Bu arada, 3. Ordu Komutanı ifade vermeye gelmeyerek aslında güç gösterisinde, kararlılık gösterisinde bulunurken, aslında TSK’yı kuşatan yangına da körükle müdahale etmiş olmuyor mu?
Ve genel kanaat şu: Bu iş böyle devam edemezdi ve artık geri dönüş de mümkün değil. Bu noktada olması gereken, bir an önce bu işin sonuçlanması ve sorumlulara sahip çıkmak yerine, yargı önünde hesap vermelerinin temin edilmesi. Hatta idari bir soruşturma ile de yargıya konu olmasa bile disiplinsiz paşalar ve subayların ordudan ihraç edilmesi..
Aslında gelinen nokta “Paradigmanın iflas ettiği”ni gösteriyor. Fikret Başkaya haklı çıktı.. Ve iflası ilan eden işaret fişeğini Başkaya çekti..
Aslında iflasın temelinde TSK yok sadece. Resmi din, ideoloji, tarih, kültür, kimlik, siyaset, iktisad hepsi.. Cumhuriyetin temel ilkeleri ilan ettikleri ne varsa, hepsi iflas etti. Askerler bunun bekçiliğini yapıyordu. Görünen zırhın dışında, bir de görünmeyen zırhı vardı, paradigmanın.. Bugün gelinen noktada o zırh da parçalandı..
CHP bu zırhın içindeki koruyucu tabakayı oluşturuyordu. Bu kabuk parçalanırsa kendisinin de dağılacağını biliyordu..
Ama asıl sorun, ana karnında ölen bebek gibi, korunan değer çürümüş ve yapıyı zehirlemeye başlamıştı.. Kendi zırhını çürüten bir hal almıştı..
Bana kalırsa şimdi, sanıklar açısından her şeyi bu gelinen noktada yeniden değerlendirmek için fırsat tanınmalı.. Birçok sanık açısından durum bir zorunluluktu.. Başka türlü yapmaları onlar açısından kolay karar verilecek bir iş değildi..
Yalan üzerine kurulu bir dünyada propagandalarının esiri olmuşlardı. Kardeşlerini düşman bellemişlerdi.. Din, tarih, ideoloji, siyaset, kavramlar, kurumlar her şey çarpıtılmıştı..
İnternetle bilginin tekeli kırılınca sistem çözüldü.. Şimdi Kurtuluş Savaşı’nı, 1. Dünya Savaşı’nı yeniden yazmak gerekiyor.. Yakın tarihin baştan sona yeniden elden geçirilmesi gerekiyor.. “Müthiş Türkler”in serüveninin yeniden ele alınması gerekiyor..
Baykal ne kadar çırpınırsa çırpınsın, tarihin akış yönünü değiştirecek hali yok.. Kendi de partisi de tarihin sayfaları arasında yer alacak. Bir zamanlar gölgelerinin düştüğü yerde ot bitmiyordu, ama artık yavaş yavaş seslerini kısıp kendi köşelerine çekilecekler. Çünkü artık bitti..
Zülfü Livaneli anlatıyor: 19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik. Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum. Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti. Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz. Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.” Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.” İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz. Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz. O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum. Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk. Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.” Kehanetiniz tutmadı. Bugün canhıraş bir şekilde saldırdığınız o kişiyi, dün oraya çıkartan sizsiniz aslında.. Allah dilerse, dilediğinin eli ile kendi hükmünü icra eder.. Kim derdi ki, Jetpa’nın sahibinin yerine, artık “muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan milletvekili seçilip başbakan olacak?.
Bu sonuç, tek parti döneminde üretilen Kemalizmin iflasıdır aynı zamanda.. Sadece bir Anayasa değişikliği değil, kavram ve kurumları ile devletin yeniden inşası gerekiyor.. Keskinleşen Anayasa tartışmaları, yargı reformu, askerin yönetimdeki yeri ile ilgili tartışmaların arkasında yatan “derin gerçek” bu. Selam ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.