Ne kadar yazı, o kadar “Yürek Seferi”
Sadece “gezi” değil dostlarım, ayrıca her yazı da bir “Yürek Seferi”dir!
Geçenlerde bir dostum, yarı şaka, yarı ciddi: “N’aber ihtiyar?” diye takılınca, “Ama sıradan bir ihtiyar değil, bahtiyar bir ihtiyar!” dedim.
Bahtiyarlığım, ürettiklerimden ve sizlerle paylaştıklarımdan ötürüdür.
1971 Temmuzunda gazeteciliğe başladığım sıralarda özellikle bu alanda tam bir “kaht-ı rical=adam kıtlığı)” vardı. Habercilikten röportajcılığa, dizi yazıdan araştırmaya kadar her işe koştum.
Ayrıca aynı gazetede değişik imzalarla iki köşe yazısı yazıyordum.
Kırk yıla yaklaşan gazetecilik hayatımın yirmi yılında güncel siyaset ve ekonomi gibi, çok kimsenin “önemli” saydığı konularda yazdım...
Özellikle siyasi konularda çok iri, çok tumturaklı ve gayet oturaklı laflar ettim... Ama ülkemde hiçbir şey değişmedi...
“Lâfla peynir gemisi yürütme”nin mümkün olmadığını tecrübelerimle gördüm ve iri laflar etmeyi genç (ve kendini hâlâ genç zannettiği için çok zamanı olduğunu düşünen) meslektaşlarıma bırakıp uzun bir “Yürek Seferi”ne çıktım...
Bunun bir sonucu olarak, on yedi yıldan bu yana Moral FM Radyosu’nda, (Cumartesi, Pazar günleri hariç, her sabah saat 10.30’da) “Hayatın Yorumu” başlığı altında yürek eksenli yorumlar yapıyorum.
İlgilendiğim konuların başında da “insan” geliyor. “İnsan olmanın anlamı” üzerinde duruyor, insanın duygu dünyasını ve kendi gerçeğini (kimilerine göre “küçük meseleler”i) ilgilendiren konulara öncelik vermeye çalışıyorum.
Bunlardan bazı satır başları, daha doğrusu bölüm başlıkları aktarmam gerekirse...
“İnsan amaç mı, araç mı?.. Hayatı yaşamak yerine seyretmek... Sevgiyi sevmek üzerine... Her şey bugündür... Hayatın yarını yoktur... Hayat an’lardan oluşur... Görmeyi bilme sanatı... Ben kimim?.. Mutluluk Kaf Dağı’nın ardında mı?.. Elimizdeki serveti fark etmek... Gülü arayan adam (Bir kitabımın ismi de zaten bu)... Sanat ve hayat... Televizyon geleceğimizi tehdit ediyor... Korkularımız, beceriksizliklerimiz, başarısızlıklarımız... Ümit ve ümitsizlik... Başarı-mutluluk ilişkisi... Para, alkış, korku, insan... Nişanlılık dönemi... Görücü sendromu... Başlık parası... Yanlış gelenekler... Yasakçılığımız... Mutlu olmak insanın elinde mi?.. Yaşlılarla oturmanın avantajları ve dezavantajları... Bahar yürekli olmak ya da olmamak... Umutlarımızı nasıl dirilteceğiz?.. Çocukları okumak nedir, çocuk nasıl okunur?.. Baba açlığı ne demektir?.. Çocuklar hangi yaşta hangi konuları merak eder?.. Çocuk yetiştirmede masal ve hikayenin rolü nedir?.. Karne sendromu nasıl aşılır?.. Çocukla iletişim kurma sanatı... Aynaya gülümseyin, vs.”...
Bu konuları kimi zaman konuştum, kimi zaman Vakit’te, ya da çeşitli dergilerde yayınladım, kimi zaman konferanslarda seslendirdim; kimi zaman da kitaplaştırdım (kitaplarım 0212 444 24 14 numaralı telefondan temin edilebilir)...
Sizlerden gelen yansımalar isabetli bir yol tuttuğumu gösteriyor...
Bu da benim cesaretimi artırıyor...
Çünkü zaman zaman “herkes gibi” olmamı isteyen eleştiriler alıyorum. Dış, ya da iç politika konusunda önemli bir gelişme varken, bendenizin “Nişanlılık Dönemi” başlıklı, “kel alâka” dedirtecek yazılar yazmamı bazıları yadırgayabiliyor. Bu tür tepkileri çok normal karşılıyorum. Ne var ki, zaten herkes iç ve dış politika yazıyor, ekonomi yazıyor, savaş yazıyor.
Ben ise kâh Mevlana’laşıp aşkı, kâh Yunus’laşıp sevgiyi, kâh Bediüzzaman’laşıp muhabbeti (“Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” diyen o) yazmak istiyorum...
Dostluğu, kardeşliği, arkadaşlığı, komşuluğu, yardımlaşmayı, birleşmeyi, anlaşmayı, yüreklerle barışmayı, kısacası “ekmel-i varlık” olarak yaratılan insanın “duygu dünyası”nı yakalamaya ve paylaşmaya çalışıyorum.
Çünkü eti, kemiği, siniri, damarı, kanı, bakırı, demiri, fosforu, nitratı; kısacası anlamsız elementler ve kromozomlar yığınını “insan” yapan sevgileri ile duygulardır.
İzninizle ben sizinle birlikte bu kulvarda koşayım.
Öyle yapmaya çalışıyorum. Yazdıklarımın hiçbiri “ders” değil, mütevazı birer paylaşım...
Belki bir kendimi arama cehdi...
Belki iç dünyamın hayatıma yansımaları...
Belki de, bazılarının söylediği gibi, “boş şeyler!”
Ülkede bunca olay varken, bunca olumlu ya da olumsuz gelişmeler yaşanırken, “böcekten-çiçekten” bahsetmek, “neyi değiştirecek?”
Böyle eleştiriler yapanlar da haklı olabilir. Ama ben zaten bir şeyleri değiştirmeye çalışmıyorum ki, sadece yüreğimden gelen sesi yansıtıyorum.
Kaldı ki, politika ya da ekonomi yazmak da bir şey değiştirmiyor...
İlle de “değişmezler” arasında kalacaksam, bendeniz hayatı fark etmek üzere çabalamayı yeğlerim.
Zira, görmeye ve “idrak” etmeye çalışmanın bir Peygamber mesleği olduğuna inanıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.