HSYK üyeleri... İdeolojik yargının cüppeli sultanları!
Herhalde sizlerin de dikkatinizi çekiyor olmalıdır... 26 maddelik “anayasa değişikliği taslağı” konusunda, üzerinde en fazla konuşulan konu, “yargı” ile ilgili maddeler... Özellikle de “HSYK’nın yapısı” konusunda “sert bir direniş” var... Kimi “yargı kuşatması”ndan dem vuruyor, kimi “yargının ele geçirilmek” istendiğinden!.. Hani, “haddinden fazla şiddet, gayedeki hikmeti yok eder” diye bir söz vardır ya, “HSYK odaklı şiddetli direniş” de, insanı düşündürüyor... Demek oluyor ki; HSYK’yı bir “kale” olarak görüyorlar ve bu kaleyi “teslim etmemek” için, son güçleriyle direniyorlar... Öyle ya; bütün “hakim ve savcıları” parmağında oynatan, onları “her emre amade” birer “kurşun asker” haline getiren HSYK; bu “saltanat”tan, bu “hükümranlık” ve “buyurganlık”tan elbette vazgeçmek istemez... Hakim ve savcıların “ataması”ndan “terfi”sine kadar hemen her konunda “yetkili” olan bir kurumu, siz olsanız kaybetmek ister misiniz?..
Onlar da istemiyor işte!.. Direniyorlar!..
CENAZEYE GİTMEK BİLE SUÇ!
Baksanıza, dün bir açıklama daha yapmışlar... HSYK Başkanvekili Kadir Özbek demiş ki; “Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman bugün (dün) yaptığımız toplantıya katılmamıştır... Kendisi hakkında suç duyurusu yapmak durumundayız... Bu durumun sonu, oraya gidiyor!”
Görüyor musunuz “yetki”nin derecesini?..
Adalet Bakanlığı Müsteşarı hakkında bile “suç duyurusu” yapacaklar!..
Peki, niye?.. “Toplantıya katılmadı” diye!..
Adam, “ip”leri HSYK’nın elinde olan bir “kukla” değil ki, onların isteğine göre hareket etsin!..
Katılmamış işte!.. Daha doğrusu, “katılamamış!”
Ahmet Kahraman, bir “bürokrat” da olsa, nihayetinde o da bir “insan”... Bürokrat oldu diye “insanlık”tan çıkacak değil ya!.. Konya’nın Yunak ilçesinde bir “cenaze töreni” varmış, oraya katılıp, “insanlık görevi”ni yerine getirmiş!..
Ne yapsaydı yani; “Adalet Bakanlığı Müsteşarı” olarak “Yargıtay 17. Hukuk Dairesi üyesi Hüseyin Yıldırım’ın babası”nın cenaze törenine katılmasa mıydı?..
Katılmasaydı, “başka anlamlar” çıkarılırdı...
Katılınca da; “suç” oldu, iyi mi?..
Merak ediyorum;
HSYK üyeleri bu kadar mı “insanlık”tan çıktı, bu kadar mı “robot”laştı, gözlerinde bu kadar mı “ideolojik körlük” başladı ki, adam “cenaze töreni”ne katıldı diye, hakkında “tutanak” tutup, “suç duyurusu”nda bulunmaya kalkışıyorlar!..
“Cenaze töreni”ne katılmayıp da, “toplantı”ya katılsaydı, acaba ne olacaktı?.. Herhalde, “Ergenekon hakim ve savcılarının yerlerini değiştirme” konusunda yine “dayatma”da bulunacaklardı... Ya da, kimbilir, Erzurum’da yaptıkları gibi, savcıların “özel yetki”lerini kaldırıp, “Ergenekon’a dokunmalarını” engelleyeceklerdi!..
DEVE MİSİN, YOKSA KUŞ MU?
Hem de, nasıl?.. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dün ifade ettiği gibi; kendilerini “yargı” yerine koyarak!.. Ama, “Siz yargı mısınız?” diye sorsanız, cevaben derler ki;
“Hayır biz bir yargı kurumu değil, idari bir kuruluz!”
Hani, “devekuşu”na sormuşlar ya;
“Deve misin, kuş musun?”
Devekuşu, “Ben kuşum” deyince, “Öyleyse uç” demişler... Devekuşu, bakmış ki pabuç pahalı, bu defa da “Ben deveyim” deyivermiş!.. O zaman, “Madem devesin, şu yükleri taşı” demişler!.. Devekuşu çaresiz...
Yine başa dönmüş: “Ben kuşum!”
Herhalde o günden beridir ki, tartışılıp durulur: Devekuşu “deve” midir, “kuş” mu?..
“Koşmasına” bakanlar “deve” zanneder, “kanat”larına bakan da “kuş!” Ama, ne “deve”dir, ne de “kuş!”
“Bir garip yaratık”tır devekuşu!..
Sayın Bülent Arınç’ın da ifade ettiği gibi; HSYK, “ne olduğuna” bir karar vermelidir artık...
“Deve” midir, “kuş” mu?..
Pardon; “Yargı organı” mıdırlar, “idari kurul” mu?..
“ATANMIŞLAR”IN SEÇTİĞİ ÜYELER!
Onlar, “ne olduklarına” henüz karar vermemişler ama, kendilerinin “seçilmiş” olduklarını çoktaan ilân etmişler!..
Dünkü açıklamalarında, “HSYK’nın seçilmiş üyeleri” gibi “komik bir ifade” kullanmışlar ki, katıla katıla gülmekten kasıklarıma ağrılar girdi!..
“Seçilmiş üyeler” ha!.. Allah Allah, kim seçti bunları?..
Demek ki, “atanmış” olmak ağırlarına gidiyor!.. Sanki “ayıp” bir şey gibi... Onun için, kendilerine “seçilmiş” diyorlar!.. İyi de, “kim” seçti onları?.. “Sen, ben, bizim oğlan” mı?..
Söyleyin Allah aşkına; “Körler-sağırlar birbirini ağırlar” hesabı yapılan bir seçime, hiç seçim denilir mi?..
“Seçim” dediğin, “11 bin hakim ve savcı” tarafından yapılır... Ama, HSYK üyeleri, işte böyle bir seçime “direnç” gösteriyor... “Kendi meslektaşları tarafından seçilmek” istemiyorlar!.. Öyle ya; hakim ve savcıların “kimi seçeceği” hiç belli olmaz!.. Bakarsın, “konforu bozacak” birileri seçilir de, istedikleri gibi at oynatamazlar!..
Şu hâle bakın; hem “seçimle göreve gelmek” istemiyorlar, hem de kendilerinin “seçilmiş” olduklarını iddia ediyorlar!
Ne yani; “HSYK Başkanı” olan Adalet Bakanı da, bir “seçilmiş” değil mi?.. Gökten zembille mi indi?.. Oraya, “milletin oyuyla” seçilip geldi!..
Ya siz?.. “Atanmışlar” tarafından seçilmediniz mi?..
Atanmışlar tarafından seçilenler, nihayetinde “atanmış” olmazlar mı?.. O halde, bu “seçilmiş” garabeti niye?..
Yoksa, “aşağılık kompleksi”ne mi giriyorsunuz?..
SİYASETİ BIRAK, YARGININ SORUNLARINA BAK!
Bence, HSYK üyeleri, kendi kendilerine “statü” kazandırma işlerinden vazgeçip, “ne olduklarına” bir karar verseler ve artık “yargının sorunları”na eğilseler daha iyi olacak gibime geliyor. Kendilerini ister “idari kurul” yerine koysunlar, isterlerse “yargı” yerine; her iki halde de, “tel tel dökülen yargı”ya bir el atmalıdırlar!..
Geçenlerde, CHP Milletvekili İlhan Kesici, televizyon ekranlarından bas bas bağırıyordu...
Mahkemelerdeki “dâvâ dosyası”nın toplam sayısı çıkmış 6 milyon 643 bin 308’e.
Ne demektir bu?.. “Her evde 3 kişi”nin bu dâvâlardan etkilendiğini düşünürseniz, eder 18 milyon küsur!..
Bunun, bir de “karşı tarafı” var... Yani; “dâvâcı” tarafı ve “dâvâlı” tarafı!.. Eder, 36 milyon!..
Türkiye nüfusu “72 milyon” olduğuna göre, demektir ki; “Türkiye’de her iki kişiden biri, birbiriyle mahkemelik”tir!..
Bu kadar “dosya”nın birikmesi normal midir?.. “Geç gelen adalet, adalet olmadığına” göre; HSYK’nın, “siyaset”e değil de, bu sorunlara kafa yorması gerekmez mi?..
İlhan Kesici; gerek televizyonda, gerek ikili görüşmemizde “çok daha vahim” bir yaraya parmak bastı... “AB ülkeleri”nde bir hakim “100 dosya”ya bakarken, Türkiye’deki bir hakim “850 dosya”ya bakmak zorunda kalıyormuş, iyi mi?..
AB ülkelerinde bir hakim “90 gün” duruşmalara girerken, Türkiye’deki bir hakim, “350 gün” boyunca duruşmalara giriyormuş!.. Peki; bir yandan “dosyalar altında ezilen”, bir yandan da “duruşmadan duruşmaya” girip yorulan bir hakim “sağlıklı bir karar” verebilir mi?..
Zaten, onun içindir ki; hakimlerin verdikleri “tartışmalı” kararlar, çoğu zaman AİHM’den dönüyor!..
Haa, hemen ekleyelim:
“Kararları AİHM’den dönen” ülkeler arasında, Türkiye, “Rusya’dan sonra” ikinci sırada imiş, iyi mi?..
İlhan Kesici, daha başka kıyaslamalar da yaptı ama, benim özetle demek istediğim şu: HSYK, niye bunlara kafa yormuyor, niye bunların çözümü için çaba sarfetmiyor da “siyaset”e burnunu sokuyor!..
Haa, “siyaset” mi yapacaklar?..
Çıkarırlar “cüppe”lerini sırtlarından, soyunurlar siyasete... Vural Savaş gibi, onlar da alırlar boylarının ölçüsünü!..
Ama, “cüppeli siyaset” olmaz!..
Hele hele, “ideolojik siyaset” hiç olmaz!..
Oldurmaya çalışırlarsa; “Adaleti katlederler!”
Tıpkı, Diyarbakır’da olduğu gibi!..
PANKARTIN SAĞINA HAPİS, SOLUNA BERAAT!
Olayı biliyorsunuz: Eruh’ta geçen yıl, teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın cezaevi şartlarını protesto gösterisinde taşıdıkları pankart sebebiyle Hayrettin Teğin hakkında Diyarbakır Altıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Selahattin Erden hakkında ise Diyarbakır Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde dâvâ açılmıştı...
Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekten yargılanan Teğin, mahkemede kendini “Pankartı sadece birkaç dakika elimde tuttum. Hem tanımadığım birileri tarafından elime tutuşturuldu” diye savunmuş... Mahkeme, sanığın beraatine karar vermiş!..
Selahattin Erden ise şanslı değilmiş... Mahkeme, pankartı diğer ucundan tutan sanığı “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekten” altı yıl üç ay, “örgüt propagandası”ndan da 10 ay hapisle cezalandırmış...
Malûm, bu olay, gazetelere “Al sana bağımsız yargı” ve “Pankartın sağından tutana hapis, solundan tutana beraat” başlıklarıyla verilmişti!..
Beklerdim ki; HSYK’nın, “atanmışların seçtiği” üyeleri, bu “çelişkili kararlar”la ilgili bir açıklama yapsın?.. Ama onlar ne yaptı?.. “Cenaze”ye giden Adalet Bakanlığı Müsteşarı hakkında “tutanak” tutup, üstelik “suç duyurusu”nda bulunmakla “tehdit” ettiler! Benim, “saltanat” dediğim, işte bu!..
“Kendi ideolojilerinden olmayan” insanları “tehdit” edecek derecede “yetki”ye sahip bir saltanat!
Bunun adı, “cüppeli saltanat”tır!..
Yaptıkları, “saltanatlarını koruma” savaşıdır!..
Hukuk-mukuk değil!..
=======================
Sporculara hapis... Ya gazetecilere?
Olaylardan herhalde haberiniz vardır... “Bahis ve şike” soruşturması kapsamında çeşitli illerde düzenlenen operasyonlarda; aralarında “antrenör” ve “futbolcu”ların bulunduğu 46 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 4’ü tutuklanmış!..
Zanlılar ve sanıklar, “şike” için anlaştıkları futbolcular üzerinden “bahis” oynatıp, milyarlar götürmekle suçlanıyor!..
Peki, bu işi sadece “futbolcular” mı yapıyor?.. “Bazı gazeteciler”in yaptığına ne demeli?.. Bazı “ekonomi yazarları” da, ”15 milyon dolar portföyü olmak”la suçlanıyor... Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Vedat Akgiray; portföy yönettiği iddia edilen gazetecilerin kendileri tarafından bilindiğini söylemiş...
Onların yaptığı işin; “nüfuz tacirliği”nden de öte, “bilgi hırsızlığı” olduğunu söylemiş!..
Demek oluyor ki; bu hırsızlar, “gazetecilik”lerini kullanarak, birilerinden aldıkları “bilgi”yi bir başkasına sızdırıp, bundan “rant” elde ediyorlar!..
Söyleyin hele; bunun “bahis”ten ve “şike”den bir farkı var mı?.. Sporcular “sahada” şike yapıyor, gazeteciler İMKB’de!..
Peki, bunlara niye bir “operasyon” yok?..