AK Parti yetmez... Millet de kapatılmalı!
Bu dâvâ çok konuşuldu, çok konuşulacak... Dâvânın, "AK Parti"nin kurumsal kimliğine değil, AK Parti'ye oy veren "millet"e ve milletin "inanç"larına açıldığı söylendi... Söylenmeye devam edilecek... Bu dâvânın açıldığı "14 Mart" tarihinin bir rastlantı olmadığı, "Erdoğan Hükümeti'nin kurulduğu günün 5. yıldönümü"nde açıldığı ifade edildi, edilmeye devam edilecek!.. Bu dâvânın, "Sarıkız" ve "Ayışığı" kod adlı "darbe plânları"nın "deşifre" edilmesi üzerine açıldığı yazıldı, yazılmaya devam edilecek... Bu dâvânın "Ergenekon" adlı "terör örgütü"nün operasyonlarla "çökertilmeye" başlanmasının hemen akabinde açılmasının "çeteleri sevindirdiği" ifade edildi, edilmeye devam edilecek!.. Bu dâvânın, "27 Nisan'da yapılamayan balans ayarı"nı 14 Mart'ta yapmak için açıldığı iddia edildi, edilmeye devam edilecek!.. Bu dâvânın "tek parti dönemine özlem" duyan "zihniyet"in son kalkışması olduğu ileri sürüldü, sürülmeye devam edilecek!.. Bu dâvânın, "demokrasiye aykırı fiillerin odağı olanlar" tarafından açıldığı konuşuldu, konuşulmaya devam edilecek!..
Hasılı kelam, bu dâvâ çok konuşuldu, konuşulmaya devam edilecek... Tabiî, dâvâyı açan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya da çok konuşuldu, konuşulmaya devam edilecek...
YALçINKAYA "SELEF"LERİNİN İZİNDE!
Bugüne kadar "sessiz ve sakin" bir profil sergileyen Abdurrahman Yalçınkaya, en nihayetinde "selef"leri gibi hareket etti ve "Türkiye'nin gündemi"ne öyle bir oturdu ki, kalkacak gibi görünmüyor!..
Kamuoyunda; Vural Savaş, Nuri Ok ve Sabih Kanadoğlu isimleri de çok telâffuz edildi... Ama, hiçbiri Abdurrahman Yalçınkaya gibi olamaz, hiçbiri onun isminin önüne geçemez!..
Vural Savaş malûm... Refah Partisi hakkında kapatma dâvâsı açarken, bu partiye oy veren insanlara "habis ur" dedi, "vampir" dedi!..
Aynı günlerde, "DSP hakkında da kapatma dâvâsı açması" gerekiyordu ama "şık olmaz" diyerek, açmadı!..
Peki, niye açmadı?..
çünkü, "DSP'ye sempati" duyuyordu... Hayalinde, "DSP'den milletvekili adayı" olmak vardı!.. Nitekim, emekliye ayrılınca, "DSP'den İzmir Milletvekili Adayı" oldu!..
Böylece, niye "şık olmaz" dediğinin esbab-ı mucibesi de anlaşılmış oldu!.. Gerçekten de, "ileride aday olmayı düşündüğü" bir parti hakkında kapatma dâvâsı açmak, hiç de "şık" olmazdı!..
Vural Savaş hakkında niye bu kadar duruyoruz?.. çünkü, Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın "kılavuz" edindiği kişi, Vural Savaş'tır!..
Yalçınkaya'nın hazırladığı "İddianame"deki suçlamaların çoğu, "Vural Savaş'ın kitabından alıntılar"mış!..
Ne garip değil mi;
Vural Savaş da, RP hakkında kapatma dâvâsı açarken, gerekçelerini, "Marksist Faik Bulut'un kitabı"ndaki iddialara dayandırmıştı... Hem de, kitapta yazılanları, "noktasına, virgülüne" kadar aynen aktarmıştı iddianamesine!..
Şimdi de aynı yöntem!..
RP dâvâsında "Marksist Faik Bulut'u kılavuz edinen" Vural Savaş'ın yerini, şimdi de "Vural Savaş'ı kılavuz edinen" Abdurrahman Yalçınkaya almış!..
22 TEMMUZ'UN RöVANŞI MI?
Herkes, her şeyi çok konuştu, çok yazdı ama, "Yargıtay Başsavcılığı" makamına getirilen isimler üzerinde pek duran olmadı...
Vural Savaş'tan Nuri Ok'a, Sabih Kanadoğlu'ndan Abdurrahman Yalçınkaya'ya kadar, "Yargıtay Başsavcılığı"na getirilen isimlerin hemen hepsinin "millî irade ile mücadele etmeleri" bir "tesadüf"(!) müdür acaba?.. Yoksa, "derin bir plân"ın parçaları mı?..
Herhalde hatırlatmaya gerek yok;
Vural Savaş, "6 milyon oy" alan RP'ye karşı dâvâ açtı... Nuri Ok ve Sabih Kanadoğlu ise, "milletin teveccüh gösterdiği Tayyip Erdoğan'ın seçilmesini engellemek" için ellerinden geleni yaptılar!..
Dahası da var:
Eski Başsavcı Sabih Kanadoğlu, 367 gibi absürd bir rakam ortaya attı, sonra "CHP ile işbirliği"ne giderek, bu olayın Anayasa Mahkemesi'ne gitmesini sağladı...
Amaç, Abdullah Gül'ün "cumhurbaşkanı" seçilmesini engellemekti!..
Engellediler de!..
Ancak, ne oldu?.. 22 Temmuz 2007 tarihinde, "milletin önüne konulan sandıklar"a oy yağdı... AK Parti, yüzde 47 oy alıp, "yeniden ve yine tek başına" iktidara geldi!..
Milletin bu tercihi;
"Cumhuriyet kılıflı miting"lere bir cevaptı!.. "27 Nisan muhtırası"na bir cevaptı!.. "Emekli Başsavcı"ya atılan bir şamardı... "Baykal'ın CHP'si"ne bir tokattı... Ve nihayet, "Anayasa Mahkemesi"ne bir cevaptı!..
O zaman söylenmişti, şimdi söylemekte de bir sakınca yok:
"Halk bu!.. Cumhur bu!.. Millet bu!.. İşte millî irade!.. İşte milletin tercihi!.. Eğer bu iradeye karşı iseniz, eğer halkın tercihine saygınız yoksa, yapacağınız tek bir şey var: Halkı da kapatın ve uzaydan yeni bir halk ithal edin!"
Zira, eski ve yeni "Yargıtay başsavcıları"nca hedef alınan kitle, hep "dindar halk kitlesi" veya "dindar halkın temsilcileri" olmuştur!..
İnsan, merak ediyor;
"14 Mart, acaba 22 Temmuz'un bir rövanşı mıdır?"
Bu "kalkışma"da, bu "halktan intikam alma"da o kadar ileri gitmişler ve gözleri öylesine dönmüştür ki; "kendilerini tayin eden makam"da oturan bir insana, evet “Cumhurbaşkanı”na bile “5 yıl süreyle siyaset yasağı” isteme cür’etinde bulunabilmişlerdir!...
Düşünebiliyor musunuz;
“Yargıtay başsavcılarını atama” yetkisi “Cumhurbaşkanı”nındır!.. Dolayısıyla, “azletme” yani “görevden alma” yetkisi de Cumhurbaşkanı’nındır!...
İşte böyle bir Başsavcı, kalkmış “Cumhurbaşkanı’na da siyaset yasağı” istiyor!..
Bu kadarına pes doğrusu!..
İyi ki, Türkiye için “hukuk devleti” diyorlar... Ya “hukuk devleti” değil de, “Muz Cumhuriyeti” olsaydık, Allah bilir neler olurdu?!?.. “Hukuk devleti”nde “Cumhurbaşkanı”na siyaset yasağı istenebildiğine göre, “Muz Cumhuriyeti” olsaydık, herhalde “Cumhur”a siyaset yasağı istenirdi!..
Gerçi, “Cumhurbaşkanı” ile “Cumhur”a yasak istemek arasında pek de büyük bir fark yok!.. çünkü, tıpkı Cumhurbaşkanı gibi, cumhur da “laikliğe aykırı fiillerin odağı” olmakla suçlanıyor!.. Dolayısıyla, Türkiye için ha “hukuk devleti” denmiş, ha “Muz Cumhuriyeti” denmiş, hiç fark etmez!..
ERDOĞAN’IN SüNNET DüĞüNü NİYE YOK?
Dünkü “Yayın Kurulu”muzda, “kapatma süreci ve gerekçeleri”ni tartışıyorduk... Muhabir arkadaşlarımız, bir “derleme” yapmışlar...
Bunlar arasında;
“Tayyip Erdoğan’ın Aydın Doğan’a verdiği cevap” da vardı...
Demek ki, Doğan Holding’in patronu Aydın Doğan’a cevap vermek de “laikliğe aykırı”ymış!..
İşte bu “gerçek sebepler” üzerinde konuşurken, “bir gerekçe eksik kalmış” dedik;
“Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçmişte yaptığı konuşmaları 61 başlık altında toplayan Başsavcı, iddianamesine Erdoğan için düzenlenen sünnet düğününü de eklemeliydi!!!"
öyle ya; Başbakan Erdoğan'ın "çeşitli yerler ve geçmiş tarihlerde yaptığı laiklik ilkesine aykırı eylem ve demeçler"ini sıralayan Başsavcı, "daha da geriye" gidebilir ve meselâ "Erdoğan'ın sünnet düğünü"nde sarfedilen konuşmaları da "iddianame"sine taşıyabilirdi!..
çünkü o "sünnet düğünü" esnasında da "tekbir"ler getirildi, "Allahüekber, Allahüekber... La ilahe illallahü vallahü ekber... Allahüekber, velillahil hamd" denildi!..
Madem ki "Allah'a kul olmanın hazzını yaşayacağız" demek, madem ki "Bu millet Müslüman'dır ve Müslüman olan millet elbette kitabı Kur'an-ı Kerim'i öğrenecektir" demek "suç"tur ve böyle demek "laikliğe aykırı fiillerin odağı olmak"tır, o halde; "sünnet düğünü"nde "tekbir" getirilmesi ve "Allahüekber" denilmesi de suçtur!..
Dolayısıyla, bu "suç"(!) da iddianameye taşınmalıydı!.. Hem de, adı "Rahman'ın kulu... Allah'ın kulu" demek olan Başsavcı tarafından!!!..
Türkiye'de, maalesef "muz cumhuriyetleri"nde bile olmayacak "komiklik"ler sergileniyor!..
Bu komikliklerin "komedyen"ler tarafından değil, "hukuk adamı" sıfatlı kişiler tarafından sergilenmesi, içler acısıdır!..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...