Organların Müslüman Olması
“Organlarımızın Müslüman olması lazım” dedi Hekimoğlu İsmail. Oturduğum koltukta öylece kalakaldım.
Allah güzel bir nasip verdi, uzun zamandır Hekimoğlu İsmail ile ilgili radyo konuşmaları yapıyorum. Hekimoğlu İsmail gibi düz bir Müslüman hakkında konuşmak ve kendisiyle sohbet etmek, dünyanın en lezzetli işi olsa gerek. Ben öyle hissediyorum.
Bencillik nedir bilmez, öfke, kin, haset, dedikodu nedir hiç bilmez. İftira ve yalan gibi insanların hayatını karartan şeytani amellerle hiç tanışmamış, tanışmak da istememiş. Bu konuda bir yığın haksızlığa uğramışsa da sırf iftira atanlar, yalan söyleyenler utanmasın diye suçlarını yüzüne vurmaktan çekinmiş. Böyle biri işte Hekimoğlu İsmail.
Burç FM’de birlikte yaptığımız programın birinde bir sorup, sohbeti açmak isterken o hızlı davranıp, birden; “Organlarımızın Müslüman olması lazım” deyiverdi. Dağdan kaya yuvarlanmış gibi hissettim, ya da üstüme çığı düşmüş gibi. Laf sadece bana değil herkeseydi.
Haliyle öncelikle kendi organlarım aklıma geldi. Şöyle sırasıyla bir gözden geçirdim, dışarıdan belli oluyor muydu bilmiyorum ama içeriden yüzümün kızardığını hissediyordum. Organlarımızın Müslüman olması hususunda sınıfta kaldığım çok açıktı. Bu nasıl işti, Müslüman olmaya gayret ediyorduk ama organlarım hiç de öyle demiyordu.
Hekimoğlu’na; “Ağabey feleğimi şaşırttınız, mümkün mertebe iman ederek ömür tüketmeye çalışıyoruz ama bu ömrü tüketirken de doğrusu sözlerimizle, düşüncelerimizle, kulaklarımızla, gözlerimizle, ayaklarımızla, ellerimizle dört dörtlük bir iman eder halde olamıyoruz, ne yapmamız lazım” diye sordum.
O da dedi ki; “Önce kulaklarını yalana, dedikoduya, iftiraya, küfre, kötü şeylere kapatacaksın. Sonra bunların ne kadar kötü olduğunu düşünerek, yalan söylemeyecek, dedikodu yapmayacak, iftira ve bühtanda bulunmayacaksın.”
“İyi de ağabey” dedim, “Şimdi bizi dinleyenler ya da okuyanlar şunu diyebilirler; “Ben yalan, dedikodu, iftira, bühtan nedir bilmem. Öfkelenmem, küfür ve kötü söz söylemem ama başkalarının yaptıklarına engel olamıyorum o zaman ne yapayım.” (böyle biri var mıdır)
Dedi ki; “Eğer bir insan bunları yapmıyorsa, zaten yapanların yanında olmaz. Dedikodu yapmıyorsan, yanına dedikodu yapan kimse gelmez. Geldi diyelim, kalkar gidersin oradan. Yalan söylemeyen biriysen, yanına yalan söyleyen kimseler gelmez, gelirse sen yalan söylemediğin ve söylemeyeceğin için bir daha gelmez.
Eğer sen haramdan uzak duruyorsan, haram yiyen insanlar senin yanına bir kere ya da iki kere gelir. Bakar ki, sen haram yemiyorsun, bir daha yanına uğramaz. Çünkü iyilikle kötülük bir arada barınmaz. İnsan ya iyiliği tercih eder, iyilerden yana olur. Ya da kötülüğü tercih eder kötülerden yana olur.”
Gözlerimizin halini sormaya cesaret edemedim ama Hekimoğlu cesaretsizliğimi anlayıp devam etti: “İnsan gözlerini haramdan esirgemedikçe, diğer organlarına hâkim olamaz. Gözleri haramdan ve kötü şeylerden korumak maddi ve manevi bütün kazanımları elde etmektir. Manevi kayıplarını maddeyle geri kazanmaya çalışırlar ki, para ile veya başka emtia ile dua edilip namaz kılınmaz. Her ikisini de yapmak için paraya ihtiyaç yok. Bu sebeple mana, madde ile elde edilemez. Akıl ile elde edilir.
Hekimoğlu bunları söyleyince soru sormam için fırsat çıkmıştı. “Peki, ağabey” dedim, “Bütün organlarımız akılla bağlantılı değil mi, aklımız ve beynimizle yönetmiyor muyuz?”
Hekimoğlu zaten bu soruyu bekliyormuş; “İşte” dedi, “Zaten bu noktaya gelmemiz lazımdı. Öncelikle ve esas olan aklın Müslüman olmasıdır. Aklı Müslüman olmayanın işi de Müslümanca olmaz. Allah aklı, fikri, düşünceyi, zekâyı ve bilumum organları iyi Müslüman, iyi insan, iyi kul olmamız için vermiştir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.