Yargıyı oligarşinin temeli kılmak!
“Adalet mülkün temelidir!” Bu İslâm’a mahsus söz “laik devlet”te hâlâ mahkemelerin duvarlarını süslüyor. Yerine yazılabilecek yeni bir şey yok çünkü!
Altına veya üstüne Atatürk maskı konuluyor. Böylece söz ona aitmiş gibi bir tesir uyandırılıyor. Bazılarında da düpedüz, Atatürk’ün imzası atılıyor. Bu kesinlikle M. Kemal’e ait bir vecize değildir!
Türkiye’de dille oynandığı için, “mülk”ün manası da daraldı. Şu sıralar en fazla mal-mülk sahipleri bu sözü seviyorlar! Halbuki burada “mülk” ülke, memleket, hatta devlet demek!
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli adalet mi?
Buna dair bir söz yok. Bakın Cumhuriyet döneminin ilk sözlüğünde “adalet” nasıl tarif ediliyor: “Herkesin kanunca tanınmış olan hakkını vermek bu hakka ilişmemek eylemi ve prensibi.” (TDK Türkçe Sözlük, 1945)
Bu tarif “adalet”i gerçekten ifade ediyor mu?
Kanunca tanınmayan “hak” olabilir mi? Elbette! Kanunca tanınan bazı “hak”lar adalete aykırı olabilir mi? Kesinlikle! Kanunu yapanlar, kendilerine veya güçlü sahiplerine yontarak haklar icad etmişlerse ne yapacağız? Mesela, birileri mevzuata dayanarak darbe yapma hakları olduğunu öne sürüyorlar!
Bu tarif temelden problemli.
Hadi şimdi de Osmanlı döneminden bir sözlüğe bakalım: “Kaffe (bütün) fezaili (faziletleri) câmi (toplayan) bir haslet-i celile (yüce özellik)dir ki saadet-i dareyn (iki dünya saadeti) onunla husül pezir olur (sağlanır).” (Kamus-ı Osmani, Salahi Bey)
Kısa bir tarif değil mi? Fakat derin anlamları var. Bütün faziletleri toplayan yüce bir özellik. Hem bu dünya, hem öte dünya saadeti için gerekli!
Bu dünya ve öte dünya?
İşte vicdan denilen hissiyatı etkileyecek hususlar. Sadece bu dünyayı düşünürsek, iş kolay. Hani bir yargı büyüğümüz ne demişti? “Cüzdanla vicdan arasında kalıyoruz!” Oysa kefenin cüzdanı yok!
Sözlükçümüz, bu açıklamayı yeterli görmemiş. Adaletin ayrıca kısa bir tarifini yapmak ihtiyacını hissetmiş:
“Tarif-i mücmeli (kısa tarifi), cevr (zulm) etmeyip nüfus (kişiler) ve ukulde (akıllarda) istikameti (yönü) derkâr olan (bilinen) emir ve haleti (halleri) icra etmek ve daima her işde, her şeyde ve herkes hakkında hakkı iltizam (tutma) ve hakkaniyeti ifaya (yerine getirmeye) ikdam eylemek (sürekli çalışmak) demekdir.”
Buyurun: Önce zulmetmeyeceksin!
Sonra? Her işde, her şeyde ve herkes hakkında hakkı tutacaksın! Hakkaniyeti yerine getirmeye sürekli çalışacaksın!
Cumhuriyet öncesinde adalet hassasiyetinin derinliği ile, bugünün yüksek hukukçularının tavır ve hareketleri, beyanları arasında bir bağ kurulabilir mi?
Kolay kolay kurulamaz.
Her işde, her şeyde, herkes hakkında!
Şimdi HSYK hakkında hakkı tutma, hakkaniyeti yerine getirme mevzuunda yüksek yargının tavrına bakarak yapmak istediklerini nasıl ifade edebiliriz?
“Yargıyı oligarşinin temeli kılmak!”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.