Adalet -kısmen de olsa- din kurallarına dayandırılabilir mi?
Yüksek yargı kurumlarının son günlerde Anayasa değişikliği ile ilgili olarak yaptığı açıklamalar bütün adliye binalarında yazılı olan çok güzel ve anlamlı bir sözün artık değiştirilmesinin zamanının geldiği hususunda ikna edici oldu.
“Adalet mülkün temelidir.” Sözünün yerine yeni ve bugünü yansıtan gerçekçi bir ibare yazmak, artık şart. Dünkü yazımda temas etmiştim; bana göre, bugünün ibaresi şu olmalıdır: “Yargı cumhuriyet oligarşisinin temelidir!”
Bugünkü yüksek yargı kurumları millet hâkimiyeti prensibini oligarşik üstünlüklerine aykırı gören 1960 darbecileri tarafından oluşturuldu ve 1980 darbecileri tarafından tahkim edildi. Yüksek yargının esaslı işi, adaleti temin değil, rejimi ve inkılapları korumaktır! Bunun bütün toplantılarda, törenlerde beyan edildiğini hatırlatmaya bilmem lüzum var mı?
Şimdi bir Anayasa değişikliği gündemde. Elbette tasarının eksikleri, yanlışları olabilir. Fakat yüksek yargı ve onunla paralel yürüyen muhalif siyaset, metne hiç bakmaksızın “istemezük!” naraları atıyor. Halbuki 1982 Anayasası 1987’den beri 16 defa değiştirilmiş. Son değişiklik 2008’de. (Son değişikliği Anayasa Mahkemesi’nin cirmini aşarak iptale cür’et ettiğini de unutmayalım.)
Şimdi müzmin baş muhalefet partisi değişikliği derhal Anayasa Mahkemesine iptal için götüreceğini beyan ediyor.
Demekki, sonuçtan emin; iptal edileceğinin güvencesi var...
Hükümet ise, son Anayasa seğişikliğinin, hukuku, adaleti tamamen devreden çıkaracak şekilde iptale uğramasından ders almış. Referandum yolunu benimseme işaretleri veriyor.
Referandum, “halkoylaması” oligarşinin en çok korktuğu kelimelerdir. Halkın oyuna gitmek, onlar için bir felakettir! Bu yüzden canhıraş feryatlar koparıyorlar.
Peki Türkiye’de neden adalet temelsiz, dayanaksız, mesnetsiz? Neden halk büyük bir adalet ihtiyacı, hatta açlığı içinde?
Bunun sebebi, adaletin tesisi için bir temel prensibin, arkaplan düşünce veya felsefenin olmaması.
Düpedüz, laiklik adına dinden kaçmanın bir sonucu.
Cumhuriyet oligarşisi, laikliği şöyle anladı: Dinin emirlerinin aksini yapmak!
Din içkiyi yasaklıyor mu? Sen içeceksin! İçki içmek böylece bir “Cumhuriyet değeri” haline dönüştürülüyor. Müteveffa Deniz Kuvvetleri kumandanlarından birisi, dönemin başbakanı Erbakan’ın resmikabulünde içki olmadığın fark etmiş ve müthiş bir laikçilik örneği göstermişti. Adamına dışarıdan rakı getirterek cumhuriyetin bir değerini fevkalade kurtarmıştı!
Anayasa’nın meşhur 24. Maddesi açıktır: “Kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına (dayandıramaz)”
Türkiye’de yüksek yargının adaletten kaçışının esas sebebi sakın bu olmasın?
Çünkü İslâm adaletsiz olmaz. Âdil olan kâfirin devleti yaşar da, adaleti terk eden Müslümanın devleti yaşamaz.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah adaleti emreder” (Nahl, 90) buyuruluyor.
Bu açık ve kesin bir din kuralı. Öyleyse, Anayasa’nın emrine uyup zıddını yapmak lâzım!
Kur’an herkes için adaleti emrediyor: “Ey insanlar, kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa adaleti gözetin.” (Nisa, 135) “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin.” (Maide, 8) “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58)
Bu emirlerin istikametindeki muhteşem Peygamber sözü de hatırdan çıkarılmamalı: “Bir saat adalet, yetmiş yıl (nafile) ibadetden daha hayırlıdır.”
Türkiye’nin adalet değil de yargı manzaralarına bakıp da, “Yargı cumhuriyet oligarşisinin temelidir!” demekte haksız mıyız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.