Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

ABD’nin ılımlı süvarileri

ABD’nin ılımlı süvarileri

Mardin’de yaşananları anlamlandırmak için, The Foreign Policy dergisinde(MARCH 10, 2010 tarihli) JAMES K. GLASSMAN’ın ‘How to Win the War of Ideas/Düşünce savaşını nasıl kazanabiliriz’ makalesini okumak kafidir (http://www.foreignpolicy.com/articles/2010/03/10/) Orada İslâm alemi boyunca verilen düşünce savaşına temas ediliyor ve bir zamanlar Wolfowitz’in öne çıkardığı gibi iki model üzerinde duruluyor. Birisi Türkiye, diğeri de Endonezya’dır. Bu bağlamda Amerikalılar ehlileştirmek için İslâmi kesimlere karşı ikili bir politika uyguluyorlar ve buna ‘undermining and diverting’ deniliyor. Tasfiye ve ayartma politikaları denilebilir.
Birincisi, ‘undermining’ politikası ile nasıl CIA, 12 Mart öncesinde Türkiye’de yaptığı ve hükümetin altını oyduğu gibi (İhsan Sabri Çağlayangil’in meşhur ifadesidir) bugün de İslâmi hareketlerin ideolojik olarak altlarını oymaya, tırpanlamaya ve ideolojik olarak onları geçersiz kılmaya çalışmaktadır. Mardin toplantısı aynen bu bağlamda gerçekleşmiştir. Elbette unutmadan söylemek lazımdır ki, orada gerçekten de ‘efadil’ yani saygın ulema da temsil edilmiştir. Ali Muhyiddin Karadaği ve benzerleri gibi. Lakin bu vitrin bize mahiyeti unutturmamalı. Amerikan politikasının ikinci ayağı ve anahtarı ise ideolojiden soyutlanan gençliğin ‘diverting/ayartma’ siyasetiyle başka alanlara yönlendirilmesidir. İslâmileştirilmeleri yerine onların dünyevileştirilmesidir. Ya da dünyevi anlamda devşirilmeleridir. Bir başka anlamda ABD, sopa ve havuç politikasına paralel olarak İslâmi hareketlere yönelik olarak undermining and diverting/imha ve ayartma politikası izliyor. İdeolojik altyapıyı çökertmek için de kullandıkları araçlardan birisi ılımlı İslâm kategorisidir. Vaat ettikleri ılımlı İslâm Karadavi gibilerin sürekli olarak temas ettikleri vasatiyet çizgisi olmayıp daha önce de sık sık temas ettiğim gibi Amerikan ılımlılığıdır. Bu Amerikan ılımlılığı esasında İslâm’ın ılımlılığıyla veya vasatiyet çizgisiyle karşılaştırıldığında tefrit bağlamına ya da aktivizm karşılığında pasifizme tekabül etmektedir. Dolayısıyla onların fikir savaşını kazanmaları, İslâmi camianın ve bütün Müslümanların kafalarının iğfal ve iğdiş edilmesi anlamına gelmektedir. Bu iğfal ve iğdiş edilme siyaseti işte eski sufilerin kullandığı tasfiye ve tahliye (veya noktalı ha ile tahalli diğeri de noktasız ha ile tahalli’dir) diyebileceğimiz iki uçlu yönteme benzer. Sufiler bu yöntemle önce nefislerini tasfiye ve tezkiye ederler. Sonrasında da tasfiye edilen alana faziletleri ikame ederler. Buna benzer bir biçimde önce İslâmi düşünceyi öldürüyorlar sonrasında da İslâm adına yerine batılılaşmış düşünceyi zerk ediyor, aşılıyorlar.
¥
Amerikalıların oltasına kimi zaman ceditçilerin kimi zaman da kadimcilerin takıldığını esefle görebiliyoruz (Daha önce kadimci bağlamında Hamza Yusuf ile alakalı yazmış olduğum yazı buna dair çarpıcı bir örnektir). Esasen Amerikan planı Müslümanları kutuplaştırarak onlar üzerinden hedefe ulaşma stratejisidir. Önce İslâmi kesimlerden birisini araçsallaştırır ve sonrasında da onu tasfiye eder. Bu anlamda, bu kavgaya ve Müslümanlar arasında zıtlaşmaya gerek ceditçi kılıfında gerekse kadimci kılığında olsun hizmet edenler; sonuçta, başkalarının planlarına hizmet ediyorlar. Bu bağlamda, Mardin toplantısında gördüğümüz Şeyh Habib Ali Jifri ve yine bu toplantıda boy gösteren Moritanyalı ulemadan Abdullah Bin Bayyah kadimci veya gelenekçi bir çizgiyi temsil ediyorlar. Maalesef Jifri de duruşu ve fikirleri itibarıyla bize Şeyh Nazım Kıbrısi’nin damadı Hişam Kabbani’yi hatırlatmaktadır. Maalesef, bu anlamıyla yeni kadimciler Şeyhülislâm Mustafa Sabri gibi eski kadimcimlerden de her halleriyle ayrılmaktadırlar. Bu da şaşırtıcı bir keyfiyettir. Zira, yeni kadimciler, güzeli, kalıcı olanı ve salih olanı muhafaza etmek ve korumaktan çok varlık alanlarını ve varlık nedenlerini ceditçilerin veya ideolojik İslâmcıların imhasına bağlamış durumdalar. Bundan dolayı, konjonktürel olarak bir eksen kaymasına uğramışlardır. Bu nedenle, Katarlı liberal ilahiyatçı Abdulhamid el Ensari ile Hamza Yusuf, Jifri ve Bayyah’ın benzeri tavır ve tutumlar içinde olduğunu görebilmekteyiz. Dolayısıyla, Abdulhamid el Ensari gibi modernistlerin ve liberallerin sufiler veya kadimcilerle yer yer ittifak zemininde yer almaları Charly Benard’ın RAND adına yapmış olduğu tasnifi ve ittifak kategorisini doğrulamış oluyor.
¥
Bu anlamda, kadimcilik nassa değil eski metinlere bağlılık anlamına gelmektedir. Halbuki, eski yorumlarda isabet olduğu gibi hatalı yönler de vardır. Seyyid Alizade’nin Şir’atü’l İslâm’da mutlak olarak kadınların eğitilmesinin engellenmesini savunması gibi. Öte yandan da, Mutezile’den etkilenmiş olan ve bu etkilenmeyi modernizme katkıya çeviren ve dayanak yapan ceditçi Muhammed Abduh veya benzerleri karşımızda durmaktadır. Dolayısıyla, 700 yıl sonra Mardin’de İbni Teymiyye’nin fetvasını iptal için toplananlar başkalarının gündemini ibra ve infaz için buluşmuşlardır. Nassı dikkate almayan veya aşmak isteyen yenilikçilik, modernizm anlamına gelmektedir. Bunun liberalizm gibi çeşitli türevleri de vardır. Bunun dışında kadimcilik de aslında tersinden muayyen bir zamanı esas almak ve onu kalıplaştırmaktır. Dolayısıyla ceditçilik ile kadimcilik madalyonun iki yüzüdür. Bundan dolayı ikisinin de hatalı yönleri vardır. Bu itibarla, ceditçi ve kadimci ikilemini ve zıddiyetini aşmak geçmişte yaşanan mektep medrese kavgasını da aşmak anlamına geleceği ve bizi belirli kalıplardan kurtaracağı gibi başkalarının tuzaklarına düşmekten de alıkoyacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi