O, bir zamanlar “Temiz Türkiye’nin umudu”ydu!
Dünkü yazımda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’le ilgili “dozajı yüksek bir eleştiri” yaptığımın farkındayım... Hani; “Debbağ, sevdiği deriyi yerden yere vururmuş” derler ya, “Başsavcı”ya yönelik benim eleştirilerim de; ona “saldırmak” maksadıyla değil, benim nazarımdaki imajını koruması amacıyla yapılmıştır... İstedim ki; Sayın Başsavcı “tutarlı” davransın, “çifte standart”lara tevessül etmesin!.. Çünkü ben; “zamana ve zemine” göre konuşan, “konsepte göre” davranan insanlardan hiç hazzetmem... Sayın Başsavcı’nın; “Birilerinin telkin ve tavsiyesi” ile hareket ettiğini söylemek istemiyorum... Ama, ortaya çıkan “görüntü” maalesef böyle... Sayın Aykut Cengiz Engin, içinde bulunduğumuz “nazik ortam”ı da dikkate alarak, “kendince bir değerlendirme” yapmış ve Balyoz Operasyonu’nun “duraksamasına” karar vermiş olabilir... Ama, dedim ya; bu karar, “Balyoz Operasyonu’na savcı darbesi” olarak algılandı... Savcı Bey, istediği kadar, “Benim böyle bir amacım yok” desin!..
HAKLILIK PAYI YOK DEĞİL!
Olayı daha iyi anlatabilmek için, “son 24 saatin özeti”ni aktarmakta yarar var..
Malûm, önceki gün, “Balyoz Darbe Plânı” soruşturması kapsamında “3. dalga operasyon” başlatıldı... “95 kişi gözaltına alınacak”tı!.. “25 kişinin gözaltına alındığı” haberlerinden sonra, bir haber daha geldi... “Operasyon durduruldu” başlıklı haberlerde; İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in; “Bu operasyonlardan benim haberim yok!.. Arama kararlarının altında da benim imzam yok!’ dediği ileri sürülüyordu...
Dahası; aralarında “general”lerin de bulunduğu “Balyoz şüphelileri”ni gözaltına almak için “karargâh”lara giden Emniyet güçlerinin; “Bize Başsavcı’nın imzası bulunan emri getirin” denilerek kapıdan geri çevrildikleri iddia ediliyordu...
Dahanın da dahası;
“İki savcının, bu soruşturmadaki görevlerinden alındıkları” şeklinde haberler de gelince, Başsavcı Aykut Cengiz Engin; ister istemez “eleştirilerin odağına” yerleşti!..
Başsavcı, haber ve yorumlarda “operasyonu durduran adam” olarak itham edildi.
Haber ve yorumların “doğruluk derecesi”ni tartışacak değilim... Ama, kabul etmek gerekir ki; Sayın Başsavcı; 27 Şubat’ta İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Merkez Komutanlığı’na gönderdiği “gizli ve ivedi” ibareli bir yazıda; “Balyoz soruşturmasını yürüten savcıların talimatlarında, başsavcıvekillerinin imzasının bulunmasını, aksi halde kendisine iade edilmesini” istiyordu.
Aynı talimatta; yapılan işlemlerin tüm safhaları hususunda, yetkili ve görevli Cumhuriyet başsavcıvekilleri ile soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılarına bilgi verilmesi isteniyordu... Yazıda ayrıca kolluk tarafından yapılan işlemlerde Başsavcıvekili Turan Çolakkadı’nın 22 Ocak 2010 tarihli yazısındaki hususlara uygun hareket edilmesi talep edilmişti...
Başsavcıvekili Turan Çolakkadı da, Balyoz soruşturmasını yürüten Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları Bilal Bayraktar, Ali Haydar ve Mehmet Berk’e gönderdiği 22 Ocak 2010 tarihli yazıda, gizlilikle ilgili şu talimatları vermişti:
“Önemli bir yakalama ve arama emri vermeden önce mutlaka bizi arayın!”
Bütün bunlar göz önüne alındığında, Başsavcı Aykut Cengiz Engin’in, “operasyonların durdurulması” talimatı vermiş olmasını anlayışla karşılamak ve hatta; “Adam, doğrusunu yapmış” demek mümkündü!..
Ancaaakkk!..
Balyoz savcılarına “27 Şubat Ayarı” yapan Aykut Cengiz Engin’e, işin tam burasında sormak gerekir:
“Siz, bütün soruşturmalarda aynı hassasiyeti gösterir misiniz?.. Yoksa, konsepte göre mi hareket edersiniz?”
YIL 2001... TEMİZ ŞEHİR OPERASYONLARI!
Başsavcı, bu soruya nasıl cevap verir bilmiyorum... Ama ben, “2001 yılı”na gitmek ve o zamanlar DGM Başsavcısı olan Aykut Cengiz Engin’in icraatlarından bir örnek vermek istiyorum...
O günleri, şöyle bir hatırlayın:
2001 Eylül’ünde “Temiz Şehir” ismi verilen operasyon ile İstanbul’u temiz şehir haline getirmeyi başarmış bürokratlar karalandı. ANAP’lı İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen’in siyasi desteğini alan polis, operasyonda hukukun da dışına çıktı.
Sanıkların aileleri ve küçük yaştaki çocukları geceyarıları gözaltına alındı.
Gözaltına alınan sanıklara elektrikli işkence yapılarak suçlamalar kabul ettirilmeye çalışıldı. Gözaltına alınan sanıklara işkence yapıldığı doktor raporlarıyla kesinlik kazandı. Sanıklar, “işkence yok” raporu verecek doktorlar bulmak için hastane hastane dolaştırıldılar.
Gözaltında polisin kendilerine işkence yaptığını, AK Parti Lideri Recep Tayyip Erdoğan aleyhinde ifade vermeye zorlandıklarını, yaptıkları basın toplantılarında açıkladılar.
Başsavcı Aykut Cengiz Engin bu dönemde sık sık eleştirildi.
Erdoğan, belediye bürokratları ve işadamlarına yönelik karalama kampanyası, siyasi linç, haksız gözaltı ve işkence sebebiyle TBMM’de bir açıklama yapan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç şöyle demişti:
“Buradan hedef olarak bazı kişilere sesleniyorum; Yaptığınız yanlıştır, ayağınızı denk alın, sizin kiminle telefonlarda konuştuğunuzu, kiminle birlikte olduğunuzu ve oturup hesaplar yaptığınızı, bu hareketlerinizle kimlere rant sağladığınızı çok iyi biliyoruz.
Sayın İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve İstanbul DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin... Bütün bunlar takibimiz altındadır ve hükümet içerisinde bir ismi de özellikle telaffuz etmeliyim; Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz. Bu olaylardan, başta hükümeti, çünkü hükümette ortak sorumluluk esastır. İkinci derecede de bu isimleri hedef alıyoruz. Siz, hukuka ve adalete uygun davranın. Siz siyasi hesaplara alet olmayın.”
Sayın Bülent Arınç’ın o zamanki tepkisinden de anlaşılacağı gibi; bu “soruşturma”yı yürüten ve “geceyarısı operasyonları” ile insanları “gözaltı”na aldıran, Aykut Cengiz Engin’den başkası değildi...
Ki, gözaltında ne gibi “işkenceler” uygulandığını ancak “yaşayanlar” bilir!..
Sayın Engin, şimdi diyor ki;
“Benim emrim olmadan operasyon yapamaz, hiç kimse gözaltına alamazsınız!”
Peki, 2001 Eylül’ünde yapılan operasyonları “kim” yürütüyordu?.. “Soruşturmayı bizzat Aykut Cengiz Engin’in yürütmesi” gerekmiyor muydu?.. Ama o, bu işi “polise havale” etmiş, birçok siyasetçi ve bürokratın zor günler yaşamasına sebep olmuştu!..
“SAVCI, İZİN ALMAK ZORUNDA DEĞİL!”
O dönemi hatırlattığımıza göre, şimdi de Kasım 2008’e gelelim... 2 Kasım 2008 tarihli gazetelere yansıyan haberlerde; “Ergenekon soruşturması” kapsamında gözaltına alınan “21 kişi” ile ilgili olarak, Başsavcı Engin, “Operasyonları önceden biliyordum ama izni ben vermedim” diyor ve ekliyordu:
“Operasyonun İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın talimatı ile yapıldığı söylendi televizyonlarda. Ben de size, benim talimatımla başlatılmadığını ve bu konuda bilgim olmadığını söyledim... Operasyon, soruşturmayı yürüten savcıların talimatı ile gerçekleşti. Savcılar da yapacakları gözaltılar için benden izin almak zorunda değil.”
Engin, sözlerinin devamında, Ergenekon soruşturması kapsamındaki gözaltılardan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Turan Çolakkadı’nın da haberdar edilmediğini açıklamıştı!..
Lütfen dikkat;
O günlerde, “Savcılar, yapacakları gözaltılar için benden izin almak zorunda değil” diyen Sayın Başsavcı; bugün, “Niye benden izin almadınız?” diyerek, hem “Balyoz Operasyonu”nu durduruyor, hem de operasyonu yürüten 2 savcıyı bu soruşturmadan men ediyor!..
Dahası;
Şu ana kadar Savcı Süleyman Pehlivan’ın yürüttüğü “koordinatörlük” görevini de, Savcı Mehmet Ergül’e veriyor!..
Sonra da, dün açıklama yapılıyor:
“Yazılı basın ve televizyonlarda yapılan yayınlarda, başsavcılık tarafından yeni görevlendirmeler sebebiyle mahkeme kararlarına istinaden yapılan işlemlerin durdurulduğu ifade edilmekte ve bu yönde yorumlar yapılmaktadır...
Mahkeme kararlarının durdurulması gibi bir konu kesinlikle söz konusu değildir... Mahkeme kararlarını durdurmak, hiçbir mercinin yetkisinde ve görevinde bulunmamaktadır... Buradaki işlem, soruşturma savcılarının doğrudan kolluğa ve merkez komutanlıklarına yazdıkları müzekkerelere ilişkindir. Yakalama ve gözaltına alma yazıları, mahkeme kararlarına dayanmamaktadır!”
Alın size bir “kaos” daha!..
Mahkeme kararı var mı, yok mu?..
Eğer “yok” ise; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği “arama ve el koyma” kararı neyin nesi?..
Hepsi bir yana da;
“Savcılar, yapacakları gözaltılar için izin almak zorunda değil”ler ise; önceki gün niye “müdahale” yapıldı ve 2 savcıya soruşturmadan niye el çektirildi?..
Sanıyorum, bunların da makûl bir izahı vardır... Sayın Aykut Cengiz Engin, “zamana ve zemine göre değişen” tavırları konusunda da bir açıklama yaparsa seviniriz!..
Çünkü, biz kendisini;
“Malki cinayeti” ve Alaattin Çakıcı’nın adının karıştığı “Türkbank İhalesi”ni soruşturduğu için, “Temiz Türkiye’nin umudu” ve “ateşi eliyle tutan yürekli adam” olarak hatırlamak istiyoruz!..
Sayın Engin’in son çıkışı;
“Türk Di Pietrosu”na hiç yakışmadı!..
Ne dersiniz Savcı Bey, yakıştı mı?..
===============
Baykal’a yumurta!
Eleştirinin de bir âdâbı olmalı... Eğer birini eleştirecek ve hatta suçlayacaksan; “ayağı yere basan gerekçeler”in olmalı!.. Aksi halde, “lâf söyledi balkabağı” derler!..
Bay Deniz Baykal; geçtiğimiz günlerde Van’da “yuh”lu protestoya ve “yumurtalı” saldırıya uğradı ya; önce BDP’lileri suçladılar, hemen ardından da AK Parti’ye ve hatta Hüseyin Çelik’e yüklendiler... Gerekli cevapları alınca da; “aranan suçlu”(!)yu buldular: “Van Polisi!”
Van Emniyeti, dün bir açıklama yaparak; “Bütün imkânlarını Baykal için seferber ettiklerini” açıkladılar... “CHP’lilerin suçlamaları” için ise, “suç duyurusu”nda bulundular!..
Aslına bakarsanız; “böyle olacağı” belliydi... Öyle ya; Baykal Van’a gitmezden bir gün önce, “CHP üyesi” olduklarını söyleyen ve hatta “üyelik kartları”nı gösteren bir grup vatandaş; Kemal Kılıçdaroğlu’na dert yanıp; “CHP’li olmaktan utanıyoruz... Sayın Baykal CHP’nin başından gitsin!” diyorlardı... Ne yani; “Baykal’a yumurta atanlar” onlar olamaz mı?..
Kaldı ki; birkaç yıl önce “Erdoğan’ı protesto” ettiği için CHP’li Belediye tarafından “taltif” edilen ve kendisine “iş” verilen vatandaşı da unutmuş değiliz!..
Erdoğan’ı protesto edenleri “taltif” eden CHP’liler, Baykal’ı protesto edenler konusunda niye bu kadar celallendi acaba?..
Ne yani; “Baykal’ın dokunulmazlığı” mı var?..