İslam’da siyasetin yeri
Siyasal İslam siyaset bilimi içerisinde son derece yeni bir alan. Konseptin kurucusu olan batı endeksli bilim üretmeni İslam ve siyaseti birbirine dokunmayan iki operasyon alanı, olgu olarak kavramsallaştırıp üst üste oturtuyor. Bunu da yetmişli yılların ortaları itibariyle yapmaya başlıyor. Ve buna siyasal İslam veya İslamizm diyor. Bir kısım bilim adamı bu ikisini birbiriyle değişken olarak kullanırken bir kısmı da birinciyi siyasi bir proje, ikincisini ise siyaset alanından uzak sosyal bir proje olarak değerlendiriyor. Siyasi projesi olan İslam’ı tehlike görürken sosyal İslamizmle bir sorun yaşamadığını iddia ediyor. Zira birincisi rejim değişikliğini öngörüyor, ikincisi ise siyasete bulaşmıyor. Birincisi yukarıdan aşağıya değişim promosyonu yaparken, ikincisi aşağıdan yukarıya ve içten dışa İslamlaşmayı projelendiriyor. Ama ikincisindeki bu proje siyaset makinesine gelip dayandığında sonlanıyor, ömrünü tamamlamış kabul ediliyor.
Öte yandan bu ayrışım çok da fazla dikkate alınmadığından İslamizm ve siyasal İslam aynı şeyi ifade etmek için kullanılıyor ve siyasi alandaki bir dinsel projeye işaret ediyor. İslamizm bir yana, siyasal İslam’ı birinciyi de kapsayacak şekilde ele aldığımızda epistemolojik açıdan sorunlu bir kavramsallaştırmayla karşı karşıya kalıyoruz. Bir çeşit tekerrür ve malumun ifşasını içeren sorunsal İslam’ın zaten bünyesinde barındırdığı siyaset alanının gereksiz miktarda altını çizmiş oluyor. Bir başka deyişle İslam’ın zaten siyasal bir cephesi olduğu gerçeğini göze sokuyor. Sorunun kaynağını araştırdığımızda Batı endeksli değerlerden oluşturulan kafa yapısının bundan da başka bir kategorizasyonu desteklemesinin mümkün olmadığı açıkça görülüyor. Neden? Çünkü batı din ve devlet işlerini reformasyon sürecinin en tabii sonucu olarak ayrıştırdığına inanıyor ve bundan başka bir yolun varlığına da kuşkuyla yaklaşıyor. Bunu yaparken de kendi içindeki siyasal ve fakat bir o kadar da dinsel kombinasyonların batı siyaseti içerisinde konuşlandırılmasına sesini çıkartmıyor bile. Oysa benzer bir talep okyanus ve deniz ötesi İslam dünyasından gelse yeri yerinden oynatarak talebi olduğu yerde söndürüyor. Bir başka deyişle, uyguladığı standart dışı ölçekle kendi hareket alanını genişletmekte bir mahsur görmüyor, bu devlet kurumsalı içinde her zamankinden fazla, daha çok ve yosun dinsellik anlamına gelse bile. Bu tutumun altını besleyen teolojik gerçekse Hıristiyan ve Yahudiliğin İslam’dan ayrışarak reformasyona teslim olmuş olmalarıdır. Reformasyon da sonuç itibariyle sekülerleşmeyi beraberinde getirmiş, batı toplumlarındaki din ve devlet ayracına meşruiyet kazandırmıştır. Bu bağlamda batı dünyasının sekülerliği defacto olarak hanesine yazılır. Bu durum şüphe altında tutulmaz, sorgulanmaz.
Gelelim İslam’a. İslam dini, diğer iki dinden en temel ayrıştırıcı olarak reformasyona kapalılığı üzerine meşruiyetini inşa eder. Bu bir. Yani özde ne ise içte ve dışta da zaman ve mekandan bağımsız olarak geçerlilik iddiasındadır İslam. İkinci olarak da bu kendine ördüğü dünya içerisinde politik ve apolitik alanlar arasında herhangi bir öncelleme yapmadığı ve ikisinin de İslam’ın olmazsa olmazı olarak nitelendirildiğini görmekteyiz. Yine Hıristiyan beklentilerinin aksine, İslam dini belli bir gün veya kurumun, belli bir coğrafyanın sınırlandırılması ile hakimiyetini ilişkilendirmediğinden hayatın her alanını kendi alanı olarak talep edebiliyor. Sonuçta da sadece iman etmekle yetinilemeyecek, aynı zamanda bunun iyi işler yaparak ameli salih ile desteklenmesini gerektirecek bir din anlayışı ortaya çıkıyor. Bir başka ifadeyle Mustafa İslamoğlu hocadan ödünç alacağımız ifadeyle aktif iyiliğinin olmazsa olmazlığını gündeme getiriyor. İşte tam da bu noktada siyaset en temel hareket alanı operasyonal bir ortam haline dönüşüyor, tam da İslam bünyesi içerisinde. Sözün özü siyasal İslam, gereğinden fazla tekrarı içinde barındırıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.