Övülmeye Gerçekten Layık Faziletli Müslüman Merhum Profesör Sabahattin Z
İnsanları övme konusunda cömert değilimdir. Merhum Profesör Sabahattin Zaim bey gerçekten övgüye layık bir zattı. Güler yüzlüydü, hep tebessüm ederdi. Nezih, afif, temiz bir aydındı. Samimî ve muhlis bir Müslümandı. Muvahhid idi, mü’min idi, musalli idi, müstakıym idi. Ehl-i Sünnet inancına bağlıydı. Yüce İslâm dinine sadece hizmet etmiştir. Onun din ve mukaddesat istismarı ve bezirganlığı yaptığı görülmemiştir. Mütevazı idi, dünya alâyişinden uzak dururdu. Ömrünün sayılı nefeslerini tamamladı ve 81 yaşında olduğu halde büyük yolculuğa çıktı. Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun.
Yeri doldurulur mu? İktisatçı olarak doldurulsa bile insan olarak, Müslüman olarak doldurulması çok zor...
Cumhurbaşkanının ve Başbakanın cenazesine gelmeleri bir kadirşinaslık olmuştur.
Camide yer bulamadım, avluya serilen kağıtlar üzerinde namaz kıldım, Fatih Camii rüzgarlıdır, epey üşüdüm.
Merhum üstad Sabahattin Zaim’in cenaze namazını muhterem Emin Saraç Hoca kıldırdı. Ben kalabalık dolayısıyla orada iken göremedim. Cumhurbaşkanı ile Başbakan tabutu omuzlamışlar, bir müddet taşımışlar. Bu taşıma kime şeref kazandırdı? Merhuma mı? Hayır, taşıyanlara...
Bir toplum için en büyük felaket, faziletli büyüklerin yerlerinin doldurulamamasıdır. Yabancı ülkelerde çok bilgili, uzmanlık bakımından çok güçlü, birkaç dil bilen elemanlar yetiştirebiliriz ama bunların bilgileri ve uzmanlıkları kadar ahlâkları, karakterleri, faziletleri de yüksek olmalıdır...
Biz Müslümanlar üç şeye muhtacız:
- Bilgi ve kültür üstünlüğü.
- Ahlâk ve karakter üstünlüğü.
- Güzellik, estetik, sanat üstünlüğü.
Hafızasını yitirmiş bir toplumuz. Genç nesiller Sabahattin Zaim ve benzerlerini tanımıyor. Sebilürreşad mecmuası sahibi Eşref Edib’i bilen kaç genç çıkar? Bir ülkenin, bir devletin, bir halkın üç zamanı vardır: Geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman... Sadece şimdiki zamanla ayakta kalmak mümkün olmaz.
Binlerce büyüğümüzün hatıralarını yaşatmamız bizim için bir vefa ve sadakat borcudur.
(Pazartesi öğleye doğru bir taksiye binerek Fâtih Camii’ne gittim. Şoför, cenaze namazına gideceğimi öğrenince, sizi en yakın yere bırakayım dedi ama polisler izin vermedi. Devlet büyüklerimizin şehir içi seyahatlerinde halkı sıkıntıya sokacak hallerden uzak durmaları gerekir. Bakıyorsunuz, caddeler trafiğe kapatılmış. Adım başında bir polis, neymiş bir devlet büyüğü biraz sonra oradan geçecekmiş... Bunlar iyi şeyler değil. Dine de aykırı, ahlâka ve demokrasiye de.)
Arabistan Kralı
BATIDA, Arabistan’daki rejime bazen “Vehhabî rejimi” derler. Vehhabîlik 18’inci asırda Necid’te çıkmış bir fırkadır. Mezheptir demedim, fırka ile mezhep arasında fark vardır. Vehhabîlik ile Ehl-i Sünnet İslâmlığı arasında ihtilaflı meseleler çoktur. Bu fırkayı kuran zat Muhammed ibn Abdülvehhab’tır. İbn Teymiye’nin meşrebindedir. Vehhabîler İbn Teymiye’yi imam (din önderi) olarak kabul ederler. Muhammed ibn Abdülvebhab’ın kardeşi Süleyman ibn Abdülvehhab, Vehhabîliğe reddiye yazmıştır. Şu anda Vehhabîliğin resmen hakim olduğu Arabistan’da tarikat kurup zikir yapmak, mevlit okutmak, ölülere kabir yaptırmak, Delail-i Hayrat kitabı okumak yasaktır. Suudî Arabistan’da eskiden kalma ne kadar mezar ve türbe varsa yıkılmıştır. Sadece Resûl-i Kibriya sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin türbesine dokunamamışlardır. Vehhabîlik hareketi zuhur ettiğinde İngiltere ve Fransa çok ilgilenmiş ve bundan kendi emperyalizmleri için yararlanmaya çalışmıştır. Bu dinî ve siyasî hareket Osmanlı Hilafeti için son derece zararlı olmuştur.
Geçenlerde Suudî kralı ülkemize resmî bir ziyaret yaptı. Bir kısım Atatürkçüler, Siyonistler, Gizli Yahudiler, İslâm’dan uzaklaşmışlar veya kopmuşlar bundan çok rahatsız oldular, tutarsız tenkitler yaptılar. Tenkit hakkı vardır. Suudî rejimi ve kralı sevilmiyebilir ama bu tenkit ve düşmanlığın tutarlı gerekçelerini ortaya koymaları gerekir.
Ülkemizi resmen ziyaret eden bir devlet başkanına saygı gösterilmesi gerekir.
Kralı tenkit edenler, niçin İsrail başbakanının ziyaretini tenkit etmediler?
Dış politikada sevginin, dostluğun, beğenip beğenmemenin yeri yoktur. Millî menfaatlere uygun olan neyse o yapılır.
Suudî Arabistan’da kadınlara baskı yapılıyormuş, peçeli oldukları için otomobil kullanmalarına izin verilmiyormuş... Bu konuyu tartışmanın zamanı, Kral’ın ziyareti ile örtüşmemelidir. Bizde de, bazı bedbaht kadınlar TC antetli resmî vesikalarla fahişe olarak çalıştırılıyor. Her ülkede şöyle veya böyle bu gibi aksaklıklar, noksanlıklar olabilir. Soruyorum: Bir kısım TC vatandaşı kadınlara resmî orospuluk yaptırmak, onlardan vergi ve KDV almak mı daha ağırdır, yoksa kadınlara şoförlük ruhsatı vermemek mi?
Suudî Arabistan rejiminde kokuşma varmış. Bizde yok mu? Dünya şeffaflık ve temizlik anketlerine bakınız; listenin neresindeyiz. Diplerinde değil mi? Tencere dibin kara, seninki benden kara...
Suudî rejimi ABD’nin uydusu imiş... Peki biz neyiz?
Kralı aklayanlar Arap taraftarı imiş... Kralı şiddetle tenkit edenler acaba İsrail taraftarı olmasın?
Devlet Başkanımız Abdullah Gül Kralı ziyaret için oteline gitmiş... Bunun neresinde yanlış var? Türkiye’nin menfaatleri gerektiriyorsa, yaşı 80’i geçmiş bir misafirin oteline niçin gidilmesin?
Bir tenkidi yaparken meseleyi bütünüyle ele almak gerekir.
Atatürkçülerin en fazla kızdıkları konu şudur: Suudî kralı Ankara’ya geldiğinde Anıtkabir’i ziyaret edip saygı duruşunda bulunmamıştır. Ondan böyle bir şey beklenemez. Çünkü Vehhabi inancına göre kabirleri (hele Anıtkabirleri) ziyaret şirke, yani en ağır şekilde dinden çıkmaya yol açacak bir günahtır. Onlar Medine-i Münevvere’de Resûlullah Efendimizin türbe-i şerifine arkalarını dönerek dua ederler. Onların inançlarına göre “Ya Resulallah!” demek bile şirk ve küfürdür.
Bizim bazı ilerici, çağdaş, uygar (medenî değil) yazar, düşünür ve gazetecilerimiz, on bin putluk bir panteonu olan Hint Mecusiliğine niçin bu kadar kızmıyor?
Papanın ülkemizde imparatorlar gibi karşılanmasından niçin gocunmamışlardı?
Makul ve mutedil olunmalıdır. Yani akıllı ve adaletli...
Arabistan, asırlarca devletimizin bir parçası olmuştur. Hâlâ da dost ve kardeş bir ülkedir. Onu elbette Filistin’deki Siyonist rejim ile bir tutamayız. Bozukluklar varmış, kokuşma varmış, haksızlık ve adaletsizlik varmış... Bunlar nerede yok ki...