BBP mi, MHP mi?
Dün kaldığımız yerden devam edelim.. BBP Meclis’te yoksa, milliyetçiler MHP’ye mahkum demektir.. Bu herkes için böyle. Bunun sonunda hatta MHP’ye değil Bahçeli’ye mahkum, Baykal’a mahkum oluyor. Çünkü bu partiler hem bu tabanı kendine çekiyor, hem de onların yükselmelerine mani olmak için derin bir yapı oluşturuyorlar..
Parti liderleri onun için tek adam oluyor. Tek adamın çevresinde de derin partiler oluşuyor.. Derin devlet de aslında bu durumdan besleniyor.. Bu süreç zihinlerde meşruiyet kazanıyor.
Bana kalırsa her partinin alternatifi olabilmeli. Alternatifi varsa, kapatmaların da bir anlamı, değeri olmayacak. Yalnız ve tek adamlı partilerde, dış baskılar ve manipülasyonlar da daha kolay yapılıyor..
BBP Meclis’e girerse, milliyetçiler ulusalcı bir çizgiye kayan, darbecilerle iş tutan MHP’ye mecbur kalmaktan kurtulur. “Dış güçler”in de işi zorlaşır. Demirel ve Ecevit, yıllarca bu sağ-sol dengesi, kayıkçı kavgası ile memleketi “yönettiler” ve işte bugün geldiğimiz yer burası.. Bu sokak çıkmaz sokak.. Artık bunu görelim.. Birileri “tek adam”ları bir şekilde ele geçirerek ya da laf dinlemiyorsa ortadan kaldırarak Türkiye siyasetine yön verme planlarından vazgeçmeli artık.. Onun için de ayağımızın yere sağlam basması gerekiyor..
Geçen gün Mehmet Koçak “Her ülkücü de MHP’li olmak zorunda değildir” diyordu. Haklı aslında.. Milliyetçiliği tek başına MHP’ye teslim etmek ne kadar doğru bir şey? Din birinin, liberallik diğerinin, solculuk şunun tekelinde! Olur mu böyle bir şey?. Sonuçta herkes bir diğerinden korkuyor, kaçıyor. İstediği parti barajı aşamayacak, o zaman gidiyor, istemediği partinin karşısındaki partiye oy veriyor.. Korkudan beslenen bir siyaset, sağlıklı olamaz.
MHP Türkeş’ten bu yana en zor dönemlerinden birini yaşıyor.. Bahçeli bir türlü aşılamıyor. MHP’nin eski tepe kadrosu bu durumdan rahatsız.. Sol’un CHP’ye ve Baykal’a mahkumiyeti gibi, milliyetçilerin de MHP ve Bahçeli’ye mahkumiyetleri bu kadrolar içinde can sıkıcı bir hal almaya başladı. Bu gerçek CHP ile MHP’yi, Baykal’la Bahçeli’yi yaklaştırıyor.. Her iki kanadın buluşma çizgisi ise, ulusalcıların derin mahfilleri oluyor. Çünkü orada her ikisine de yer var gibi sanki..
Bugün AK Parti’nin en büyük sorunu Parlamentodaki bu kamplaşma. Yalnızlık.. Sadece kendi gücü değil, Parlamentodaki renklilikten de güç almalı. O zaman toplumsal mutabakat tartışması biter. Sola Meclis’e girme fırsatı verin, bakın ne oluyor.. HAKPAR niye başarılı olamadı? Kürt’sen HADEP’e noktasına geldi iş. Herkes “tek parti”ye oynuyor aslında..
“İşçi sola, cami cemaati bize oy verecek.” Böyle bir taksim de olmaz.. Seçmen parsellenmiş, din, etnik kimlik, ideoloji, coğrafya, hepsi kampların tekelinde adeta.. Murtaza Çelikel, Asaf Savaş, Seyfettin Gürsel de öyle. Ama siyasetin kolay yolu sırtını sermayeye, orduya ve mediaya dayamaktı. Öyle yaptılar ve bugüne bu yollardan geçip geldik.. Bunun farkına yıllar önce varmıştı.. “Fabrikadan çıkan işçi, buradan çıkıp camiye gidiyor” diyordu, “Siz camide ayağınıza gelenleri bekliyorsunuz, biz ise size gideni kovalıyoruz. Bu taksime ben razı değilim” demişti.. Latin Amerika’daki kilise-işçi dayanışmasını örnek vermişti. Bunu ilk anlayanlardan biri Hikmet Kıvılcımlı idi aslında.. Hasan Aksay, Bahri Zengin’le birlikte Ecevitleri evinde ziyaret ettiğimizde bu konuları konuşurken Rahşan hanım “Bak Bülent, bunlar neler söylüyor, biz neler yapmışız” diyordu, Ecevit’in bazı konuşmalarının tabanda nasıl anlaşıldığını ve sonuçlarını anlattığımızda..
Cadı kazanı gibi bir yer orası.. Merkezi hiyerarşi kaybolmuş. Herkes maskesini takmış.. Bu saatten sonra bu işin durdurulması mümkün değil.. Bu iş sürdürülmeyecek olursa içeride birbirine girerler.. Sürdürülecek olursa, tehdit, şantaj, iftira çarkı içinde herkes rakibini çarkın dişlilerine itebilir.. Suçu başkalarının üzerine yıkabilir.. Bu konuda bölük-parça dosyalardan yola çıkarak değil, tepeden aşağıya ciddi bir sistem MR’ı gerekiyor.. Kozmik odaya girilmeli.. Hiyerarşik yapı çözülmeli.. Yoksa bu iş bitmez.. Bu rejimin kara deliği, kişileri, kurumları tek tek yutar.
Bu açıdan Muhsin Yazıcıoğlu bir şanstı. Ama onu kaybettik.. Çatlı yok. Apo konuşmuyor, Yeşil konuşmuyor.. Konuşması gerekenler susuyor..
Kıvrıkoğlu işin neresinde duruyor, ben hâlâ anlamış değilim. Herkes Özkök’e yükleniyor, ama Kıvrıkoğlu da bu süreçte etkin bir rol oynadı. Peki bugün nasıl Karadayı ile bir arada bulunuyor?.
Kimsenin fotografın tamamını gördüğünü sanmıyorum bugün için. Ama fotografın parçalarına sahip kişi ve kuruluşların bir araya gelip, önce fotografın tamamını bir görmeleri gerek..
Doğan gitti, sıra Koç’ta derken, bakıyorsunuz Uzanlar aradan çekiliyor, Toprak gidiyor, Karamehmetler’in kenara itildiğini görüyorsunuz..
Mesela “Koç” bu işin neresinde? “İmparator” neresinde?.
Biz daha Mustafa Kemal öldü mü, öldürüldü mü, ne zaman doğdu onu tartışıyoruz. Düşünsenize, Bandırma vapurunun seyir defteri bile yok elimizde. Bulamıyoruz. Çanakkale geçildi, ama biz geçilmedi / geçilmez diye tören yapıyoruz.. Sıvas, Erzurum kongre zabıtları bile yok elimizde..
Rejimin kara kutusu sadece Perinçek ya da Küçük paşa değil. Baykal ve Bahçeli de sürekli konuşuyorlar ama esasa ilişkin hiçbir şey söylemiyorlar. Oysa derin sır bu iki adreste gizli.. Mesela Demirel niye konuşmuyor?.
Bilenler konuşmuyor, bilmeyenler ise tezahürlerden yola çıkarak körün filin tarifi gibi bir şeyler söylemeye çalışıyor..
Ergenekoncular çok kötü bir şekilde, yangına körükle gider gibi gidiyorlar.. Bunun ne kendilerine ve ne de ülkeye bir faydası var.. Gerçeği kabullenmeye yanaşmıyorlar.. Onun için de çözüme ilişkin yeni bir önerileri yok. Bakalım bundan sonra neler yaşanacak, hep birlikte göreceğiz.
Selam ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.