Saklı inci
Yeni Dünya dergisinden arkadaşımız Mahmut Bıyıklı benden Nisan ayı sayısı ve bu bağlamda kutlu doğum haftası münasebetiyle Peygamberimizle alakalı dergiye bir yazı ısmarlamıştı. Bu tekliften dolayı başta çok sevindim ve bunu bahtiyarlığa ve talihime yordum. Lakin mesele üzerine yoğunlaşamayınca, günler akıp geçince ve vaadimizi tutamayınca mazeretimizi arz etsek de içimizde bir ukde kaldı ve içimde bunu tevfikin ve inayetin karşılığı olan hizlana (nasipsizliğe) yorma eğilimi doğdu ve dolayısıyla üzüldüm. Lakin kutlu doğum haftası münasebetiyle bende Hazreti Peygamberin hayatına yönelik bir sıcaklık peyda oldu ve meseleye yoğunlaştım. Dolayısıyla Yeni Dünya dergisinin teklifi Vakit bağlamında gerçekleşmiş oldu. Bu da kederimi hafifletti. Hindistanlı şair Hali, Müslümanlar 1857 hezimetinden dolayı darmadağın ve münkesir olunca onları manevi yönden toparlamak için kendisini siyere verir ve Müseddes’ini yazar. Ve Müslümanlar sahabe hayatıyla birlikte dirilirler. Hali’nin Müseddesleri onlarda bir iksir ve ab-ı hayat pınarı haline gelir ve sahabe hayatına özlemle birlikte yeniden özlerine dönerler. Hali’nin Müseddes’te yazdığını Tebliğ Cemaatinin kurucusu Muhammed İlyas Kahdehlevi, bir çığır ve model haline getirir. Hayatu’s sahabe adlı kitabı yazar ve sadece yazmakla da kalmaz aynı zamanda bunu bir model haline getirir ve yeniden Müslümanları asr-ı saadet Müslümanlığı ile tanıştırır. Esasında Hali’nin Müseddeslerine benzer sahabe hayatlarıyla ilgili benzeri destansı yazılar Mısır gibi ülkelerde de yazılmıştır. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi’nin hikmetleri de sahabe hayatının anlatımından ve onlara muhabbetten başka nedir ki? Türkiye’de de 1970’li yıllarda dindarlığı dirilten hususlardan birisi model insanları ve bu bağlamda altın dönemin simaları sahabeleri ele alan ve anlatan kitaplar olmuştur. Sahabeler Müslümanların rol modelleridir ve onlarda güzel örnekler vardır. Mevlit işte Hazreti Peygamberimiz ve sahabelerin hayatının destansı anlatımından başka bir şey değildir. Bazıları mevlit meselesine bazı yönleriyle menfi yaklaşsalar da mevlit insanlara asr-ı saadet coşkusu tattırmaktadır ve o tabloları yeniden yaşatmakta ve dini hayata renk ve revnak katmaktadır.
¥
Kutlu doğum haftası münasebetiyle Ülke TV’de Mahmut Kaya Hocanın manzum olarak çevirdiği Kaside-i Bürde kendi dilinden dinleyenlere aktarılıyordu. Kaside-i Bürde de manzum dille Peygamberimizi anlatan şaheserlerden birisidir. Yüzyıllar boyunca Peygamber sevgisini dillerde ve gönüllerde yaşatmıştır. Geçenlerde torunlarından birisinin vefatını teessürle öğrendiğim ama cenazesine yetişemediğim Mehmet Topal hocam da Kaside-i Bürde’yi makamıyla okurdu. Bu anlamda bir Bürdehandı ve felçli hastalara Kaside-i Bürde okuduğuna şahit olmuşumdur. Peygamberimizin siyerini ve suretini ve yüce ahlakını ve hilkatini yani fiziki ve metafiziki yönlerini yeniden hatırlamak için Kaside-i Bürde şerhlerinden Ez Zuhru ve’-Udde fi Şerhi’l Bürde kitabına başvurdum daha doğrusu geriye dönüp yeniden gözden geçirdim. Yazarı Muhammed Ali B. Allan es Sıddıki el Mekki, tahkik edeni ise Ahmet Turan Arslan Bey. Kaside-i Bürde peygamberimizi nazım diliyle anlatan en güzel eserler arasındadır. Bazı ehli ilmin çekinceleri olsa bile Mısırlı merhum Muhammed Gazali bile ruhaniyeti için zaman zaman okunması gerektiğini tavsiye eder ve yazardı. Kitabın en büyük şerhlerinden birisini günümüzün ve son devir Şam ulemasından Muhammed Said Ramazan el Buti yapmıştır. Kaside-i Bürde’nin birden fazla Türkçe’ye çevirisi de vardır. Kitapta Peygamberimiz için el lülü’l meknun veya ed dürretu’l meknun sıfatı kullanılmaktadır. Yani Peygamberimiz saklı bir incidir. Bazı sufiler Cenab-ı Hak bağlamında da kenz-i mahfi/saklı hazine benzetmesini kullanırlar. Peygamberimizi ilk gören heybetinden irkilir lakin biraz yakınlaşan ve yanında duran muhabbetine kapılırdı. Muhabbetinde müstağrak olurdu. Çünkü fıtrı bir cazibesi vardı ve Mekke müşrikleri hiçbir kral sırdaşının (bitane) krallarına sahabelerin Hazreti Peygambere davrandığı gibi davranmadığını mülahaza etmişler ve kendi aralarında bunu dile de getirmişlerdi. Dolayısıyla Peygamberimizin karşı çıkılamayan ve ilahi bir cazibesi ve karizması vardır.
¥
Mevlidin ruhani atmosferini hissetmek için biraz da mevlit sayfaları arasında gezindim. Şam’dan aldığım lakin pek kapağını açmadığım tarihin kaydettiği en meşhur vaizlerden olan İbnü’l Cevzi’nin Mevlidü’l Arus kitabını bu münasebetle baştan sona okudum. Kendimi selis ve akıcı harika üslubuna kaptırdım. İbni Cevzi, mevlidinde Peygamberimiz (S.A.V.) için ‘ dürretü’l yetime’ ifadesini kullanmaktadır. Burada yetim tek anlamına geldiği gibi dürri yekta yani eşsiz inci anlamına da gelmektedir. Sedef içinden çıkan tek inciye «Dürretü’l-yetîme» tesmiye olunur.
İmam Busiri 51. beytinde şöyle demektedir:
*Fe mebleğu’l ilmi fihi ennehu beşerin ve ennehu hayru halkillahi küllühum
Hakkında bilginin vardığı son sınır, onun beşer olduğudur. Lakin insanların en hayırlısı odur.
Bir başkası anonim surette bunu şöyle de ifade eder: Muhammeden beşerun ve leyse ke’l-beşer
Bel huve yakutetün beyne’l hacer
Muhammed beşerdir lakin beşer gibi değildir.
Taşlar arasında yakuta benzer...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.