D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

90 yıl önce ve bugün 23 Nisan

90 yıl önce ve bugün 23 Nisan

Cihet-i askeriye, Kutlu Doğum’un 23 Nisanı gölgelediğini kuvvetli bir şekilde öne sürdü ve o günden sonra, Kutlu Doğum haftası biraz öne alındı ve hafifletildi. “Aman 23 Nisanı gölgelemesin” diye!
Kutlu Doğum’un “23 Nisan”a ihtiyacı yok, fakat 23 Nisan Kutlu Doğuma borçlu!
“Bu da ne demek?” diyenler elbette çıkabilir.
Ankara’da 23 Nisan günü Büyük Millet Meclisi “Kutlu Doğum” sayesinde toplandı!
İstanbul’da her yıl yapılan 29 Mayıs kutlamaları, gazetelerde yer alan haber ve resimlerden ötürü, bu törenleri hiç görmeyenlerin bile zihninde yer etmiştir. İstanbul’un fetih yıldönümünde, beşyüz küsur yıl önce cereyan eden çok önemli bir hadise temsilî olarak canlandırılır. O dönemin kıyafetlerini giyinmiş, teçhizatını kuşanmış askerlerimiz, Topkapı surlarından “Allahuekber!” nidaları ile içeri girerler ve Ulubatlı Hasan’ı temsil eden asker sancağı surun üzerine diker...
Birçok önemli tarihî hadise, böyle temsilî hatırlatmalarla kutlanırken, neden 23 Nisan’da böyle yapılmıyor? Bunun esası, 23 Nisan’a, yani Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da toplandığı güne sonradan yüklenen anlamda aranmalıdır. Çünkü bu anlamlandırmaya uygun olarak olayların akışı yaşananlardan alâkasız şekilde sonradan kurgulanmıştır. Yani, 1920 yılının 23 Nisan’ında Ankara’da yaşananlarla, sonradan anlatılanlar birbirinin zıddı olacak şekilde farklılaştırılmıştır.
Türkiye’de ilköğretimden yüksek öğretime kadar, yakın tarihin bir kesiti “devrim tarihi” veya “inkılâp tarihi” olarak öğretilmektedir. Her yıl binlerce çocuk ve genç, bu kitaplarda verilen bilgileri öğrenmekte ve kanaatleri bu bilgilere göre teşekkül etmektedir. Bu bilgilerin gerçeklere tekabüliyeti üzerinde durmak, elbette geniş kitlelerin yapabileceği bir şey değildir. Fakat en azından bu dersleri veren çeşitli unvanlar takınmış “bilim” adamları tarafından merak edilmesi gerekmez miydi?
Bugün Türkiye üniversitelerinde İnkılâp Tarihi Enstitüsü veya merkezi kurmak zorunludur. Bu yüzden ne kadar üniversite varsa, hepsinde böyle birimler oluşturulmuştur. Bu enstitülerin büro elemanları olduğu gibi, “bilim adamı” mensupları da vardır. Sayıları yüzlerle, belki binlerle ifade edilebilecek bu elemanların, kendi ilim dallarında tarih gerçeklerini araştırmak, bu gerçeklere göre alanını tanzim etmek yönünde bir hareket içinde oldukları görülmemektedir. İnkılap tarihi dersleri, 1930’larda başladığı şekilde, Mahmut Esatların, Şükrü Kaya’ların jargonu ile sürdürülmektedir.
Olayların sıcaklığının geçmediği, Cumhuriyetin yöneticilerinin kendilerini güçlü ve haklı göstermeyi önplana aldığı dönemler hayli uzaklarda kaldı. O zamanların ideolojikleştirilmiş, dolayısıyla bilerek saptırılmış yaklaşımlarının bugün hâlâ mutlak gerçekmişcesine kullanılması, yakın tarihi bir efsane ve masal havasına büründürmektedir. Bu efsanecilik, masalcılık Millî Mücadeleyi “çılgın türkler”in kazandığı şeklinde hikâyeleştirilmesiyle son haddine varmıştır Millî Mücadele’nin en küçük rütbeli erinden en yüksek rütbelisine kadar hiç bir kahramanı, bu işin içinde çılgınlık olsun diye bulunmamıştır. Çılgınlık hikâyeleri, gerçeklerin üzerine çekilen son romanesk örtüdür. Millî Mücadele’nin kadrosu, tepeden tırnağa, baştan ayağa gazilik ve şehidlik saikiyle hareket etmiştir. Ne şehidlerimiz çılgındır, ne de bu harbi kazanmış olan gazilerimiz! (Yarın: 90. yıldönümünde 23 Nisan hakikatleri)


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi