Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Beyaz Ev’e, biz niye Beyaz Saray deriz?

Beyaz Ev’e, biz niye Beyaz Saray deriz?

Artık, internetteki “Yılmaz Özdil hayranları” arasına ben de katılacağım.. Ben de dahil, bu milletin fertlerine “bidon kafalı” diye hakaret etmesi umurumda değil!.. Artık, ben de bir “Yılmaz Özdil hayranı”yım!.. Nasıl olmayayım ki; adam ya “müneccim” olmuş, ya da “asma yaprağı” gibi, bol bol “müneccim yaprağı” yemiş olmalı ki; her şeyi biliyor!.. Ne dediyse, o oluyor!.. İşte, “bilmiş” yine!.. Önceki gün; “Çocukları vali yapacaklar bugün... Bakan yapacaklar... Başbakan yapacaklar... Cumhurbaşkanı yapacaklar” demiş!.. Şu işe bakın; dedikleri aynen çıktı!.. Gerçekten de, çocuklar; “vali”lerin, “bakan”ların, “Başbakan”ın koltuğuna oturtulup, “vali” oldu, “bakan” oldu, “başbakan” oldu!.. Hayran oldum bu “öngörü”süne!.. Bunları bilebildiğine göre, bu adam gerçekten “müneccim” olmalı!.. Şu hâle bakın, “23 Nisan’da bunlar olacak” diyor, aynen oluyor!.. Gel de bu adama hayran olma!.. Gel de “öngörü”süne, “tahmin gücü”ne gıpta etme!..
Adam, tam müneccim!..
Ne dediyse, çıkıyor işte!..
BU GÖRÜNTÜLER KİMDEN KALMA?
Meselâ, “gazeteciler”in, makam koltuklarına oturtulan çocuklara “salakça sorular” soracağını, onların da “büyümüş de küçülmüş” cevaplar vereceğini yazmış ki, bu da doğru?.. “Matah iş” yapılmış gibi, “pişmiş kelle” pozu verileceğini, “sırıtılacağını” yazmış, bu da doğru!..
Öyle ya; “23 Nisan” denilince, akıllarına gelebilen “vizyon” bu, yani “koltuk!”
Peki ya, “ulusal egemenlik?”
Yılmaz Özdil beyimiz, hazır “başkanlık sistemi” tartışılırken, “bi soru” sorup, cevap aramış bu mevzuya!..
Bakmayın “bi soru” sorduğuna... Bilmediğinden değil, bizi sınamak için soruyor o soruyu!.. Yoksa, “müneccim” adam bilmez mi?..
Elbette bilir!..
Meselâ, “23 Nisan görüntüleri”nin de “taaa dünden kalma” olduğunu, “İsmet dedesinin de öyle yaptığını” çok iyi bilir ama, hatırlamak işine gelmez!..
Eğer hatırlarsa, kime “bidon kafalı” diyecek?.. Eğer hatırlarsa, “bidon kafalı”nın kendisi olduğu çıkmayacak mı ortaya?..
Her neyse, biz o “bi soru”ya gelelim...
Sormuş Yılmaz Özdil beyimiz;
“White House”a... Türkçe tercümesi “beyaz ev”e, neden “Beyaz Saray” deriz?
Alman “Weisses Haus” diyor... Beyaz ev yani. İspanyol “casa blanca...”
İtalyan “casa bianca” diyor.
Fransız? Maison blanche” diyor.
Hepsinin dilinde, beyaz ev. Azeri, “ağ ev” diyor. O da beyaz ev!..
White House, dünyanın bütün dillerinde beyaz “ev” demek...
Biz niye “saray” diyoruz? Çünkü, bizim kafamızda, o evlerde oturup “yöneten” kişi, demokratik bir figür değildir... Dünya istediği kadar ev desin, oralarda oturan ve “yöneten”ler “saray”lara layıktır, “padişah”tır!..
Ve, bu kafa sadece siyasileri değil, demokrasinin diğer önemli unsurlarını da “padişah” olarak görür...
O nedenle “Adalet Sarayı”dır, o nedenle “Belediye Sarayı”dır!
O nedenle, “yöneten”ler saraylarda “fink” atarken, “ahalinin kıçında don yok”tur...
Söyleyin, haksız mı Yılmaz beyimiz?..
Gerçek değil mi söyledikleri?..
Yerden-göğe kadar gerçek!..
Gerçekten de “yöneten”lerimiz “saray”larda, “köşk”lerde, “konak”larda fink atarlarken, “ahalinin kıçında don yok”tu!..
ONLAR DA KÖŞK ÇOCUĞU?
Biz, “ev”lere “Köşk” veya “Saray” diyoruz ya, mesela “Milli Şef İsmet İnönü”nün oturduğu Pembe Köşk’te ne finkler atılıyordu ne finkler?!?..
Meselâ;
22 Şubat 1927’de gerçekleşen “Ankara’nın ilk balosu”na, şehirdeki ilk “konser”lere, ilk “sergi”lere, “satranç, bilardo, ata binme yarışları”na ev sahipliği yapmıştır Pembe Köşk!..
O Pembe Köşk ki;
Şu anda da gidip gezseniz, içinde “bilardo masası”nı ve “satranç masası”nı görürsünüz!..
Haa, unutmadan söyleyeyim;
İsmet İnönü’nün; 1925’ten, öldüğü 1973 yılına kadar 48 yıl yaşadığı Pembe Köşk, aynı zamanda Erdal İnönü ve kızı Özden Toker’in doğdukları evdir!..
Yani, Erdal İnönü ve Özden Hanım aynı zamanda birer “köşk çocuğu”dur!..
Artık olacak o kadar!..
Koskoca “Milli Şef”in çocukları, kalkıp da “gecekondu”da doğacak değiller ya!.. Elbette “köşk”te doğacaklar!..
Çünkü onlar “köşklere lâyık”tırlar!..
Çünkü onlar, “yönetenin çocukları”dır!..
DOĞRU, KIÇLARINDA DON YOKTU!
Peki, Milli Şefimiz İnönümüz “köşk”te oturur, “saltanat” sürerken, yani “bilardo” veya “satranç” oynayıp, “balo”lara ve “konser”lere ev sahipliği yaparken, “Anadolu ahalisi” nasıldı?..
Yılmaz Özdil beyimizin dediği gibi;
“Yöneten”lerimiz “köşk”lerde ve “konak”larda “fink” atarken; gerçekten de “ahalinin kıçında don”, ayaklarında “pabuç” yoktu!..
Hele bakın şu yukarıdaki fotoğrafa...
1940’lı yıllar!.. Evet, İsmet İnönü’nün “Millî Şef” ilân edildiği yıllar!.. Fotoğrafın çekildiği mekân, Cihanbeyli’nin bir köyü!..
CHP Parti Müfettişi, Parti İlçe Başkanı ve ilkokul öğretmeni; Cihanbeyli’de bir köyde ve “halkın arasında”lar!..
Bir “halk”a bakın, bir de “Halk Partisi”nin temsilcilerine!..
“Halk”ın elbisesi yırtık-pırtık!.. Bazılarının “elbise”si bile yok!.. Bırakın “elbise”yi, “kıçlarında don yok! Çocuklar çıplak...”
Ya “Halk Partisi”nin temsilcileri?..
Ellerinde “baston”lar, başlarında “fötr” şapkalar!..
Bir “ayrıntı” daha:
Köy yolları “tozlu” ya, paçalardan yukarı toz girip de “beyefendilerin elbiseleri”ni kirletir ya!.. “Tedbirli” gitmişler köye!.. “Tozluk” geçirmişler, pantolonlarının üzerine!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Halkla iç içe” görüntüsü verebilmek için çektirdikleri fotoğrafta bile, “halkın yuttuğu toz”a tahammülleri yok!..
İşin en çarpıcı tarafı da şu;
Son derece “mağrur” duruyorlar!..
Halk ise, “mağdur!”
Evet, “halk” mağdur!.. “Halk Partisi”nin temsilcileri ise, “mağrur” ve tepeden bakıyor halka!..
Her neyse, biz yine dönelim Yılmaz beyimizin yazısına... Hani diyordu ya;
“Yönetenler saraylarda fink atarken, ahalinin kıçında don yoktur!”
İşte fotoğraflı ispatı:
Yönetenler “Köşk”lerde fink atarken, “ahalinin kıçında don yok!”
Adam görüyor ve biliyor arkadaş!..
“2010 Türkiyesi”nde yaşayıp, “Milli Şefli 1940’lı yılları” görüyor, biliyor!..
Tam da o yılları tasvir ediyor!..
NE DONU, KEFEN BEZİ BİLE YOK!
Eğer, “yeri dar” gelmeseydi Allah bilir daha neler yazardı Yılmaz beyimiz... Sadece, “Ahalinin kıçında don yok” demekle kalmaz, “Ahali, kefen bezi bile bulamıyordu” derdi!..
Evet, evet;
“Yöneten”lerimiz “köşk”lerde “balo” düzenleyip, “sazlı-sözlü eğlence”lere eşlik ederken, fırsat buldukça da “satranç ve bilardo” oynarken, Yılmaz beyimizin ifadesiyle “fink” atarlarken, “ahali, kefen bezi bile bulamıyor”du, iyi mi?..
Buyrun, işte belgesi...
Tarih, 20 Kasım 1942...
Dönemin Diyanet İşleri Reisi M.Ş. Yaltkaya, kendilerine “görüş” soran Taşköprü Müftülüğü’ne, “1747 No’lu yazı” ile cevap veriyor:
“Fevkal’ade vaziyet dolayısiyle cenaze tekfininde kefen bulmak güçlüğüne maruz kalanlar tarafından tekfinin mahiyeti ve asgari haddi Reisliğimizden sorulmaktadır.
Kefenden maksat setir olmakla zaruret ve yokluk zamanında meyyitin; yeni, eski, beyaz, renkli, pamuklu, yünlü, ketenli ve ipekli herhangi temiz bir bezle baştan ayağa kadar bir kat kefenlenmesi kâfi ve caiz olacağı Müşavere Hey’etinin 16/11/942 tarih ve 153 sayılı kararına atfen ve tamimen beyan olunur.”
Düşünebiliyor musunuz;
Bu ülkenin insanı, “ölüsünü saracak kefen bezi”nden bile mahrumdur ve Diyanet de yol gösteriyor:
“Yeni, eski, beyaz, renkli, pamuklu, yünlü, ketenli ve ipekli herhangi temiz bir bezle, baştan ayağa kadar bir kat kefenlemeniz kâfidir!”
Tamam, kabul ediyorum, o yıllar “yokluk yılları”ydı!..
Bırakın ölülere “kefen” bulmayı, çocuklar bile “donsuz” gezerlerdi!..
Amma velâkin, “köy”lere giden “CHP müfettişleri”nin ayaklarında “pantolon”ları, “tozluk”ları ve başlarında “fötr şapka”ları hiç eksik olmazdı!..
Sizin anlayacağınız;
“Halk” perişan mı perişan, “Halkçı”lar ise “takım elbise”ler içindeydi!..
Çünkü onlar, “halkın efendileri”ydi!..
Aynen, “bugün” de olduğu gibi!..
Hele bakın çevrenize!.. Nerede bir “yalı”, nerede bir “villa” ve nerede bir “köşk” varsa, sorun bakın, sahibi mutlaka “CHP’li”dir!..
Herhalde biliyorsunuz; “CHP’ye en çok oy çıkan” yerler “Boğaz’daki yalılar” ve “deniz kıyıları”dır!..
CHP, işte böyle bir “Halkçı”dır!..
İşte bu “Halkçı”larımız zamanından beridir ki; bizler, “büyük ev”lere “saray” deriz, “köşk” deriz!..
Çünkü biz, “amir”lerimizi, “Milli Şef”lerimizi “Çağdaş Padişah” olarak bilir, onları “saraylara/köşklere lâyık” görürüz!..
Öyle değil mi, Yılmaz Özdil Bey;
Öyle değil mi “bidon kafalı”lar?!?..
Bugün şikâyet ettiğiniz tablo;
“CHP’den miras” kalmış değil midir?..
======================
İyi ki Ergenekon hakimleri var!
Geçenlerde bir “film” seyretmiştim... “Karısını öldüren” ve üstelik, “suçüstü” yakalanıp, “polise itirafta” bulunan bir adam, mahkemede “inkâr” etmiş, “delil yetersizliğinden beraatine” karar verilmişti!..
Ama, “kılı kırk yaran” savcı, “kamera görüntüleri”ni defalarca seyredip, “ipucu”nu yakalamış, “kameradaki görüntü sahtekârlığı”nı ispat edip, katili mahkûm ettirmeyi başarmıştı!..
Bizde öyle olmuyor tabiî... Hakim Orhan Karadeniz; “Mahkeme öyle lüzumsuz işlerle uğraşmaz” deyip, ne “kamera görüntüleri”nin peşine düşmüştü, ne de “delil”lerin ve “tanık”ların!.. Meselâ, Alparslan Arslan’ın, cinayetten 48 saat önce gönderdiği “14 telefon mesajı”nı sormadı!.. Danıştay’a yakın Sıhhiye Orduevi’nin kamera kayıtlarını istemedi!.. “Tanık yüzleştirmesi” yapmadı!.. “Ergenekon sanıklarıyla ilişkileri”ni görmezden geldi!.. Nasıl olsa, tetikçi “suçüstü” yakalanmıştı ya, ona bakıp, verdi kararını, kapattı dosyayı!..
Ama şimdi Hakim Orhan Karadeniz’in sormadığı sorular, “Ergenekon hakimleri” tarafından soruldu ve “gerçek” çıktı ortaya!.. Meğer kameralar “arızalı” değil, “sağlam”mış!.. Ama OYAK Güvenlik Şirketi, kameraları yerinden söküp, “görüntüleri silmiş!”
Şunu demek istiyorum: Orhan Karadeniz gibi, eğer Ergenekon hakimleri de; “Bunlar lüzumsuz işler” deseydi, hâlimiz nice olurdu?..
Bereket ki, Orhan Karadeniz’lere karşı “Ergenekon hakimleri” var!..
=====================
Bu fotoğraf, 1940’lı yıllarda Konya Cihanbeyli’de çekilmiştir. CHP Parti Müfettişi ve İl Başkanı’nın poz verdiği fotoğraftaki ahalinin “kıçında don yok”tur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi