'Don davası'!?
Halk iddianamenin adını koydu: “Don davası”.. (Böyle bir yazı yazmak zorunda kaldığım için üzgünüm..) Burası Türkiye. Tarih MS 2008..
Halkın bu işe “Don davası” yakıştırmasının nereden kaynaklandığı belli. Hani 60 ihtilalindeki davaya da halk “Bebek Köpek davası” adını koymuştu.. Halkın gözünde Erdoğan, Menderes'i oynuyor, Yalçınkaya Egesel’i.. Baykal ise Menderes'in celladının rolüne talip gibi.. Ama bu kez kimse Menderes'i fedaya niyetli değil..
“Don davası” ile ilgili tartışmalar sürerken, iddianamedeki bazı ilginçlikler yeni bilgiler ışığında daha dikkat çekici bir hal alıyor..
Olmayan bir Kur’an kursunun açılması, İmam Hatiplerin katsayı meselesi sebebi ile kapatma isteminden tutun da, Kur’an-ı Kerim dağıtmayı suç saymaya kadar.
Peki aynı fiili bir CHP'li belediye başkanı işlerse ne olur? Ona yasa işlemez. En azından “şık olmaz” değil mi? Başsavcı, ciddi ve samimi ise, bu işi “hukuk adına” yaptı ise, hadi o zaman, aynı şeyi, ayni fiili işleyen CHP için de yapsın! Değilse, en azından iddianamesini geri çekip yeniden düzenlesin! Hadi Başsavcım, hadi.. Sen cesur adamsın, yaparsın.. Yoksa hiçbir inandırıcılığı, ciddiyeti kalmayacak bu işin.. Hadi, hemen, şimdi.. Bir inat uğruna, kendine, yargıya, Türkiye'ye zarar verme! Hem zaten milletle inatlaşılmaz ki!
Başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliği teklifi suç ama; bunu MHP'liler yapınca suç olmuyor.
Ne eşitlik ve ne de kanunilik ilkesine uyulmuş. Yasaya göre suç olmayan ifadeler yüzünden, bir partinin kapatılması yoluna gidilebiliyor.
Sıradan bir memurun yargılanması için bile izin gerekirken, tek başına bir savcı, oturup bir parti hakkında kapatma davası hazırlayabiliyor. Bir milletvekilinin yargılanması için bile parlamentonun izni gerekiyor ama, bir partinin onlarca milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülmesi için bu şarta gerek yok..
Şeriatçı Kürt hocanın torununun aklına gelseydi, mesela ilçe, belde belediyelerden başlayıp, Ramazan'da iftar çadırı düzenleyip, iftar öncesi Kur’an-ı Kerim okutup dua ettiren tüm AK Partili belediye başkanlarını da sanık yapabilirdi! Hani hatırlattık, bir ek iddianame düzenleyip, bunu da talep edebilir..
İddianame malum mediadan derlenmiş haberler üzerine kurgulanmış. Bu sözler o zaman söylendiğinde dava açılmış mı, ya da bu ifadeler o gazete tarafından haberleştirilirken doğruluğu konusu hiç sorgulanmamış.
Yani Hukuk Fakültesinden yeni mezun bir savcı adayının bile göstermesi gereken titizlik bile gösterilmemiş..
55 sayfalık alıntı var. Hem de ne alıntı.. Rasgele, gelişi güzel.. Kemal özer iddianameyi almış baştan sona incelemiş. Suç dosyası kabarık gözüksün diye satır araları şişirilip, espaslı puntolar kullanılmış.. Her şey aceleye getirilmiş.. özensiz, acemi bir derlemeci gibi, her şey şeklî.. İddia olsun, sayfa dolsun kabilinden..
İddianame oluşturulurken, sonucu belli bir iş için gerekçe oluşturmak istercesine bir ruh hali sözkonusu sanki.. Ama aceleye getirilmiş. Şu hali ile yazanın elinde patlayan bir iddianame..
İçeride ve dışarıda mizah konusu oldu! Hani madem partililer yapınca parti kapatılıyor, Meclis Başkanı Meclis'te yapınca aslında en iyisi Meclis'i kapatmak!!. Bu fikirler milletin çoğunluğu tarafından benimsenen fikirler. O zaman bu milleti de kapatmak gerek..
İyi ki savcı, AK Parti üyelerine böyle bir partiye 2. kez oy verdikleri için 5 yıllık siyaset yasağı istememiş..
Türkiye'de demokrasi filan yok. Laiklik iddiası da havada kalıyor. Türkiye'de gelinen nokta jüristokrasi rejimi..
Vakit'te Serdar Arseven’in röportajını okuyorum da, işe bakar mısınız, bir kardeş şeriatçı, bir kardeşin öldürülmüş bir terörist olma ihtimali, biri de savcı.. Kürt ama Türk milliyetçisi, hem de en radikalinden ulusalcı denen nev’inden!.. Şimdi Abdurrahman beye acıdım.. Abisinin cenazesine bile gitmeyen biri.. Şimdi onun niçin tebessüm eden tek kare resmi olmadığını daha iyi anlıyorum.. Onu ancak bizim Nevzat Tarhan anlayabilir.. Bu iddianame hayata kahreden bir adamın ruh burkuntularının eseri olarak ortaya çıkan bir isyanın ifadesi olabilir mi? çünkü böyle bir iddianame olamaz. Hukuk Fakülteleri öğrencileri, şekil dışında, bir iddianamenin nasıl olmaması gerektiğine örnek olarak bu metni okuyabilirler.. Hatta şekli bile tartışmalı..
Biri dağda, biri askerde iki çocuğu olan bir ananın yürek çırpınışlarını hep yazmıştık ama, Abdurrahman Yalçınkaya'nın dramı bir başka. Başsavcı Yalçınkaya, Kürt Nakşi şeyhinin torunu. Yalçınkaya'nın dedesi Urfalı ünlü din bilginlerinden Kürt Hacı Ali Efendi.. Nakşi Şeyhi Hacı Ali Efendi, Haydari Medresesi'nin müderrisi, din bilgini bir şahsiyet. Kurra Muhammed Hafız ve Nakşibendi Halifesi Şeyh Müslim Hafızı da yetiştiren bir isim. Kürt Hacı Ali Efendi, yaşadığı dönemde Müslüman olan ve olmayan herkesin saygı ve sevgiyle karşıladığı bir isimmiş.. Kürt Hacı Ali Efendi'nin babası Molla Muhammed Efendi de 1800'lü yılların ortalarında Urfa'nın ünlü medreselerinde dersler verirmiş. Yalçınkaya'nın babası Behzat Yalçınkaya'nın cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olduğu söylenirken, dayısı Ali Güner de RP döneminde Urfa'da belediye meclis üyeliği görevleri yapmış...
Aileye bakar mısınız, KüRT, HACI EFENDİ, ŞEYH, MEDRESE, HALİFE, HAFIZ, ne ararsan var. Bir de toruna bakın.. Böyle bir aileden, böyle bir insan yetiştiren düzen nasıl bir şeydir diye merak edenlere alemi ibret bir durum.. Allah (cc) kimseye böyle bir durum yaşatmasın..
Birileri başsavcıya, “Haddinden fazla şiddetin gayedeki hikmeti yok ettiğini” söylemeli.. “öfkeyle kalkanın zararla oturacağını” da.. Kendisini bu konuda teşvik edenlerin, zor günde arkasında durmayacaklarını da..
İddianame daha şimdiden alay konusu oldu. Arzuhalciler bile, “İtina ile parti, dernek kapatma dilekçeleri yazılır.. Yargıtay'dan emekli arzuhalci” diye yazıp vitrinlerine; dalgalarını geçiyorlar..
Başsavcı, aleyhinde açılacak yüzlerce dava ile nasıl başedecek bilmiyorum..
Bu iddianameye kim sahip çıkarsa, aynı safta yer almış olacaklar.. İlk gün meydan okuyanlar, 2 gün sonra seslerini kesip, “Ama” diye kıvırmaya başladılar bile. Mızrak çuvala sığmayınca, yarın kimse kalmayacak meydanda, birkaç “militan”dan başka..
Bu iddianame kabul edilirse, Türk halkının %80'i sanık ilan edilir. Bu iddianame kabul edilir ve dava açılırsa, her duruşmada Türkiye bu gündeme kilitlenir.. Bu iddianame kabul edilirse, dava süresince tedirgin bekleyiş sürer.
Bu iddianame kabul edilirse, Yalçınkaya üzerinde media ve kamuoyu baskısı devam eder ve başsavcı tartışmanın odağındaki insan olarak yıpranır..
Basındaki ve içeriden, dışarıdan gelen tepkilere bakar mısınız? Bu tepkilerde bu iş şu şekilde tanımlanıyor: “Bu, bir yargı muhtırasıdır. Bu, ultramodern bir darbe girişimidir.” Şimdi, artık, işler bu noktaya geldikten sonra asla bir darbe olamaz. Olursa, darbeciler daha işin başında kaybetmeyi göze alırlar. Yalçınkaya'nın başına gelenler, onların da başına gelir. Kendilerini, eşlerine ve çocuklarına bile anlatamazlar..
Eğer Yalçınkaya kendine ve ülkesine acıyorsa, yargı daha fazla yıpranmasın istiyorsa iddianamesini geri çeker, özür diler ve istifa eder. Eğer Yalçınkaya işin ciddiyetinin farkında değilse, onu seven biri, işin vehametini ona anlatmalı. Hani bir şok yaşıyordur, kilitlenmiştir filan.. Bu kadar ağır bir stres bir insana fazla.. Selâm ve dua ile.
TEBRİK
Her ne kadar “Kandillere katran” dökse de geceler, Veladet kandilinizi tebrik ediyorum.. Sonunda aydınlık gelince karanlık yok olur.. Şimdi şafak vaktidir.. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murad etmiş olabilir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.