'Dilârâ'y-ı Cumhûriyye' sahnesinde, 'demokrasia komedyası'
1923-50 arasındaki 'tek parti diktatörlüğü' döneminin son demlerinde, 1949-50'lerde İstanbul Valisi olan ve 'minik vali' diye ünlü ruh hekimi Ord. Prof. Dr. Fahreddin Kerîm, -Yassıada'daki Yüksek Adalet Divanı isimli uyduruk mahkemede yargılanmak da dahil bir yığın siyasî bâdireleri atlattıktan sonra- 30 yıl öncelerde, katıldığı bir tv. proğramında, söz siyasî konulara gelince, hemen, dudaklarını fermuarla kapatır gibi yapıp demişti ki: 'Ben Meşrutiyet'te, henüz 5-6 yaşındaydım.. Evimizde sert siyasî tartışmalar olurdu.. O zaman, bizi ya odadan çıkarırlar, ya da, kimseye bir şey söylemememiz için, bu işaret yapılırdı.. Aradan 70 yıl geçti, hâlâ aynı noktadayız ve ben hâlâ aynı işareti yapıyorum..'
Merhûm Saîd Nursî'nin 'istiâze' ibaresinde bir küçük değişiklik yaparak, 'Eûzû billahi min'eş-şeytâne ve's-siyâseh..' (şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım) deyişi de, siyasetin bütünüyle reddi değil, gerçekte, bilinen siyasî formüllerin dışında başka bir siyaset tarzının tercih edilmesi şeklinde anlaşılmalıdır.. çünkü, insan toplum halinde yaşamaya mecburdur ve ya 'yöneten ve yönetme işine dahil olmak isteyenler'; ya da 'yönetilenler, yönetilmeyi bir kader gibi kabullenip boyun eğenler' şeklindeki ikili saflaşma içinde yer almak zorundadır.
Hele de 'yönetim gücü'nü haksız olarak ele geçirenler, hile ve entrika yapabilir.. Ama, biz müslüman olarak, mücadelemizde, hep haklı bir çizgide kalmayı gözetmek zorundayızdır.
Hatırlıyalım.. Hz. Ali de, kendisine, 'Sizin siyaset bilmediğiniz; karşıtlarınızın ise, son derece kurnaz, zeki oldukları söyleniyor..' denildiğinde, 'Siyasetten maksad, hile ve entrika demek ise; Allah'tan korkmasaydım, hile ve entrika yapmakta kimse benimle yarışamazdı' der. Evet, zulmü, entrikayı kabullenemeyiz; ama, rakibin çirkinliklerini de tekrarlayamaz ve zulmetmektense, zulme uğramayı tercih ederiz. Onlar toplumun inanç değerleri, duygu ve heyecanlarıyla oynasalar bile, biz onlar gibi davranamayız..
Biz kendimizi net olarak ortaya koymak zorundayız..
Saltanat'ta elbette baskı vardır.. Bu, onun tarifinin ve mahiyetinin gereğidir; 'sulta gücü' olarak açıkça ve bir hak gibi dile getirilir. Teslim olursunuz veya karşı çıkarsınız.. Bu sizin bileceğiniz bir işti.. Neticesini göze aldınız mı, mes'ele biterdi..
'Cumhûriyet' sisteminde ise.. 'Yönetenler', 'Cumhûr' (halkın ekseriyeti) tarafından belirlenir ve toplum, 'cumhûr'un iradesi adına belirlenen kurallara göre yönetilir.
Problem, bu temel üzerine kurulu entrikalardan doğuyor.. 80 küsur yılımız hep böyle geçti..
Millî Gazete'de 1977'de kaleme aldığım bir makale, 30 yıl sonra tekrar çıktı karşıma.. O anarşi ortamında, Prof. Şerif Mardin'in 'İttihadçılarla kemalistlerin kurdukları düzenin tam ters açıdan bakılırsa, Abdulhamîd rejiminden farklı olmadığı'nı dile getirdiği bir yazısından şu cümleleri aktarmışım: 'Kemalizmde derin, bugünün toplum tartışmalarına yönelmiş bir felsefe ve sosyal nazariye arayanlar bunu bulamamışlardır. (…) Cumhûriyet hümanizması sathîliği dolayısiyle ve önemsenmediği için tutulamadı.. (…) Son olarak ve en derinde, Cumhûriyet'in 'merkezî-temel değerler' katında bir başarısızlığından söz edilebilir.. Her toplum bir temel felsefe görüşü üzerine kurulmuştur.. Bu felsefe, kişide bir dünya görüşüyle sonuçlanır.. Cumhûriyet'in en zayıf yanı, bu felsefe eksikliği olmuştur.. Kemalizmin derin veya çok şumûllü felsefi temelleri olduğu büyük bir güvenle söylenemez..'
Elbette, burada başarısız olan cumhûriyet sistemi değil, o isim adına kurulan 'diktatörlük'tür. Bu oyun başarısızlığa mahkûmdu da... Zira, oyun 'hâkimiyet kayıdsız-şartdsız milletindir' diye başlıyor, amma, 'millet bu yetkisini, yetkili kurumlar eliyle kullanır..' lafı da, anayasaya süngüucuyla yazılıyor ve o 'kurum'lar kendilerini milletin temsilcisi olarak gösteriyor ve millet onları, istese bile bertaraf edemiyor.. Tam bir entrikalar yumağı ve 'alicengiz' oyunu..
Evet, bir 'Dilârâ'y-ı Cumhûriyye' (Gönüller açan Cumhûriyet) sahnesinde, bir demokrasi komedyası, hattâ, demokrasi vodvili..
Fransız İhtilali'yle bayraklaşan 'Adâlet, Hürriyet, Müsavât ve Kaanun-i Esasî (anayasa) gibi sloganları cemiyet/ parti bayraklarının dört köşesine yazdıran 'İttihadçı'ların, o tılsımlı kelimelerle ve de kelleler kopararak ele geçirdikleri iktidar gücü, tarih içindeki uzantılarınca 80 yılımızı da rehine aldı, bir 'harâmîler çetesi' mantığıyla.. 'Hâkimiyet, kayıdsız-şartsız milletindir', ama, milletin, kendi adına, kendisini zencirlerle bağlatması gibi bir komik durum sözkonusudur ve o zencirler çözülmek, kırılmak istense bile, millet adına oluşturulduğu iddia olunan birtakım ilkelerle, ona da izin verilmez. çünkü, millete ve ülkeye tahakküm etmek üzere, yönetim mekanizmasını ele geçirenler, ortada 'kelaynak' gibi kalacaklarını bilirler.. Bunun için, milletin olan gücünü, millete karşı kullanmaktan çekinmiyorlar.. Bugün olan, bu!.
*Mes'ele, sadace AK Parti mes'elesi değildir..
Bu noktada ne yapması ve nasıl davranması gerektiğini bilenlerden birisi, Deniz Baykal..
Son konuşmasında, 'Böyle bir tablonun ortaya çıkması hepimizi derinden üzmüştür. Hiç kuşku yok ki bir demokrasi tökezlemesidir. Böyle bir olayı sevinçle karşılamak mümkün değildir..' diye 'timsah gözyaşları döktükten sonra, laiklik anlayışının tehlikeye girdiğinden söz ediyor ve çok matah bir şeymiş gibi, bu laiklik için, 'İslâm âleminde böyle bir ilkeyi uygulayan başka bir ülke yok…' diye ekliyor ve 'Türkiye, laik olmasa, bugünkü noktaya gelir miydi?' diye, cevabını dürüst bir mantıkla veremiyeceği bir sual atıyor ve, (halkı müslüman ülkelerde) 'bizim gerçekleştirdiğimiz demokrasi düzeyine ulaşan başka bir ülke de yok..' demeyi de ihmal etmiyordu.. Halbuki, arab rejimleri hariç, Endonezya, Pakistan, Bangladeş ve Nijerya gibi dev nüfuslu ve halkı müslüman nice ülkelerde, tıpkı bizdeki gibi askerî darbelerle kesintiye uğrasalar bile, demokratik uygulamalar, Türkiye'dekinden daha geride değildir ve oralarda, hiç değilse, dokunulamaz 'kutsal laiklik' ve resmî ideolojiler yoktur ve halklar, despotik yöntemleri rey ve iradeleriyle değiştirilebilmektedirler. Bizdeki 'taife-i laicus' ise, Baykal'ın ağzından, 'Hukuk varsa var, yoksa yok..'diye laf kalabalığı yapıyor ve cumhuriyet sistemlerinde, hukukun, milletin iradesine göre şekilleneceğini gözardı edip, kutuplaşmayı teşvik ve tahrik ile, zorba güç odaklarının sırtını sıvazlıyor ve sonra da yavuz hırsız misali, 'hırsız vaaaar..' diye bağırıyor.
Baykal ayrıca, hattâ İran'dan Avrupa ve Amerika'ya kadar her yerde, 'Türkiye'deki bu despotik laiklik anlayışı'na tepki yükselirken, bir bakar-kör edâsıyla, 'Şöyle bir bakın dünya basınına.. Laiklik ve din çatışması olarak görülüyor' bile diyebiliyor. Halbuki, sadece Almanya (eski) /Federal başbakanı Gerhard Schröder'in, 'Bu, sadece darbe girişimi değil, Türk halkına karşı onursuz bir davranıştır..' sözünü görmezlikten gelmeseydi, böyle konuşmaktan utanırdı.. Böyle bir laiklik anlayışı da ancak komünist sistemlerdeydi..
Bu traji-komik zorbalık, hepimizi küçük düşürüyor; mutlaka def'edilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.