Bu Kazan başka Kazan!
Meşhur e-muhtıranın internete düştüğü 27 nisan gecesinin yıldönümünde, binlerce kilometre kuzeyimizde bir kardeş ülkenin sesleri ve renkleri ile hemhal idik. Dışişleri Bakanlığı, hayatının baharında, 27 yaşında “ince hastalık”tan vefat etmiş ama tesiri kısacık ömrünün kat kat üstünde bir Tatar şair ve düşünürü olan Abdullah Tukay’ı anmak için toplantı düzenlemişti.
Bu yüzden, bu akim kalmış teşebbüs ve dar ufuklu, iç karartıcı metin hiç hatırımıza gelmedi!
Abdullah Tukay 26 Nisan 1886’da Kazan bölgesi Menger ili Kuşlavıç köyünde doğmuş. Küçük yaşta önce babasını sonra da annesini kaybetmiş. Hem medresede okumuş, hem de Rus okuluna gitmiş. Arap, Fars, Rus ve diğer halkların edebiyatları hakkında bilgi sahibi olmuş. Türk ceditçisi göçmen Abdülveli onu Türk ve Fransız edebiyatları ile tanıştırmış. Medresede okurken şiirler yazmaya başlamış. Şiir ve yazılarıyla devrinin siyasî, medenî, edebî meselelerini tartışmış, Tatar halkının çok sevdiği bir şahsiyet olmuş. 15 Nisan 1913’de verem hastalığından vefat etmiş..
Abdullah Tukay bütün Türk halklarının sevip benimsediği büyük bir şahsiyet. Onun Türkiye’de doğum veya vefat yıldönümünde hatırlanması gerçek bir kadirşinaslık. Kazan’da bir Namık Kemal veya Mehmed Âkif tahayyül edin. İşte o Abdullah Tukaydır:
Kaçan sun, iy fekıyr millet, beharın!/Kaçan kiter kiçin, kilir neharın?
Kilir melle kabirge min sörilgeç,/Kıyamet könde min ülip tirilgeç?
Ne zaman ey fakir millet, baharın! /Ne zaman gider gecen, gelir gündüzün ? Gelir mi Allah’ım, ben kabre düşünce,/ Kıyamet gününde ben ölüp dirilince…
Temrin dergisi, Kasım 2008 sayısında Abdullah Tukay’ın Türkiye türkçesiyle yazdığı bazı şiirleri yayınlamıştı. Dergi saklamak zor, o yüzden Temrin’in o sayısını bir türlü bulamadım. Bir örnek de o şiirlerden vermek isterdim. Dergide, Abdullah Tukay, İstanbul’a gelip Osmanlı aydınları ve edipleriyle tanıştığı, Türkiye türkçesi öğrendiği belirtiyor. Temrin’in bu dosyası, Tataristan’da da geniş yankı bulmuş.
Abdullah Tukay’ı anma toplantısında, Türkiye’ye yerleşmiş Tatar asıllı ilim adamı Prof. Dr. Nadir Devlet Tatarların ve Tataristan’ın tarihi hakkında öz malumat ihtiva eden güzel bir konuşma yaptı. Sovyet sisteminin dağılmasından sonra müstakillik kararı olan Tatarlar, ne yazık ki bunu sonuca ulaştıramadılar. Özerk bir cumhuriyet olan Tataristan’da güzel adımlar da atılmış. Fakat öyle anlaşılıyor ki, Rusya Federasyonu kendini toparladıkça, vidaları sıkıyor. Tatarların Latin alfabesine geçişi önlenmiş, rusça öğretim mecburiyeti getirilmiş ve son olarak ülkenin cumhurbaşkanının seçimle değil tayinle görevlendirilmesi yoluna gidilmiş…
Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun konuşması hem tefekkür itibarıyla, hem de diplomatik incelik bakımından benzersizdi. Davutoğlu, bir şahsiyeti düşünmenin, onun yazdıklarını veya hayatını düşünmekle sınırlı olmadığını, büyük şahsiyetleri düşünerek, tarih ve mekan muhasebesi yaptığımızı belirterek sözlerine başladı.
Daha önce Gençlik Forumu’nun davetlisi olarak Kazan’a gittiğinde sadece bir toplantıya katılmak niyetiyle gitmediğini, hep merak ettiği bir çevreyi, mekanı bizzat teneffüs etmek, toprakları hissetmek niyetiyle gittiğini söyledi. “Büyük kavimlerin bulunduğu stepler, çok az kültürün kökleştiği, kültürün akıp gittiği bir alan. Oysa Kazan kökleşmiş bir mekanın simgesi. Birçok kavim steplerden, Volga boylarından geçti, ama çok az kavim bir mekanı yurt edinip, o mekanda bin yılı aşkın bir kültürü nesilden nesile aktardı. Hangi dinamiklerdir ki, birçok imparatorluğun, göçlerin yaşandığı bu coğrafyada köklü bir medeniyet merkezini inşa etmiştir” dedi.
Davutoğlu, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başını iyi anlamak gerektiğini, o dönemin birçok millet için batılılaşma, medenileşme ile yerli kültürün, düşüncenin ve yaşayışın hesaplaşmasının devri olduğunu belirtti. Kazan’da yetişen büyük şahsiyetlerin keşfe çıkıyormuş gibi kendi kültürlerini muhafaza etmek yanında, batı kültürünü, Rus kültürünü yakından tanıma, ayrıca sefere çıkma cesareti gösterdiğini söyleyen Davutoğlu, bilhassa Abdürreşid İbrahim ve Yusuf Akçura üzerinde durdu. “Abdullah Tukay uzun yaşamış olsaydı muhtemelen o da aynı sefere çıkardı” dedi. Yenilik ve evrensellik arasından çıkamamış hiçbir aydın veya kesimin geleceğe bir şey aktaramayacağını, kendi kültürünü, tarihini muhafaza edemeyen, ne kadar dolaşırsa dolaşsın, sadece gezgin olacağını söyledi. “Eğer değişik kültürlere açılmayı düşünmezseniz, kendi kültürünüzü ne kadar muhafaza ederseniz edin, olduğunuz yerde kalırsınız. Kazan sosyal hareketliliği yaşamış, doğuyu batıyla, Türkü Rusla buluşturmuş bir mekandır. Onun için Kazan’ın ruhunu keşfetmek gereklidir.”
Abdullah Tukay’ın bin yıllık kültürün tüm yükünü taşıdığını, içinde bulunduğu atmosferin tüm duygularını yansıtmaya çalıştığını belirten Davutoğlu, şiir yazarken edebi eser yazmanın yanı sıra sahip olduğu kültürü her yere aktaracak bilinç taşıdığını söyledi. Elbette 20. Yüzyılın başı, Türk toplulukları yoğun şekilde modernleşmeyi ve kimliğini muhafaza etmeyi tartıştılar. Kazan’da ceditcilik akımı ortaya çıktı ve bütün Türk dünyasını etkiledi. Tatar asıllı Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaseti Kazan’da yazdı. Kitap Mısır’da yayınlandı, fakat en çok İstanbul’da okundu.
Ahmet Davutoğlu’nun tefekkür ziyafeti düşünen zihinleri dalgalandırdı. Kazanlı Abdullah Tukay’ın önümüzdeki yıl doğumunun 125. Yılı. Bu vesileyle Ankara’da daha kapsamlı anmalar yapmak lazım. Ankara’da da bir Kazan bulunduğunu Tataristan’dan gelen misafirlerimiz haberdar mıydı acaba? Gelecek sene yapılacak faaliyetlerin bir kısmı Kazan’da yapılsa iyi olur her halde!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.