Onlara, saldırmak hak... Bize, eleştirmek yasak!
Bir "genç kız" veya "kadın" bir sapığın "tecavüz"üne uğramış!.. Etrafındakiler; "Sus, sesini çıkarma" diyorlar... Genç kız veya kadın, "hamile" kalmış!.. Etrafındakiler, "Sus, sesini çıkarma, belki çocuk düşer" diyorlar... Zaman ilerliyor, genç kız veya kadının karnı büyüyor!..
Etrafındakiler; "Sus, sesini çıkarma, çocuk belki ölü doğar" diyorlar!..
Aradan 9 ay 10 gün geçiyor ve "bebek" doğuyor!.. Etrafındakiler; "Sus, sesini çıkarma!.. çocuğu çocuk Esirgeme Kurumu'na yerleştiririz" diyorlar!..
Hiç olur mu böyle şey?.. Mümkün mü "tepki" göstermemek?.. Burada, "biyolojik" veya "fizyolojik bir hadise"den mi söz ediyoruz, yoksa "namus"tan mı?..
"Tecavüz"e uğramış olmak, bu tecavüzden "hamile" kalmak ve "çocuk" doğurmak, sadece "biyolojik" bir hadise değil ki... İşin içinde "namus" var, "ahlâk" var!..
En önemlisi de, ortada "sapıkça bir saldırı" var!..
Böylesine "iğrenç bir saldırı"yı, kalkıp da "biyolojik" veya "fizyolojik" kurallarla izah etmeye kalkmak, tek kelimeyle "insanlıktan nasipsizlik"tir!..
Evet, "insanlık"tan ve "insanî değerler"den nasipsizlik!..
ELEŞTİRİYE TAHAMMüLSüZLER!
önceki akşam; "körler ve sağırlar birbirini ağırlar" formatındaki bir televizyon programında, Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi'yi dinlerken, böyle bir misal geliverdi aklıma!..
Bay Ekşi, "kriz"e girmiş bir "eroinman" veya "sara" nöbetine tutulmuş bir "hasta" görüntüsü içinde; adeta "titriyor"du!.. öyle bir "kızgınlık", öyle bir "öfke"yle titriyordu ki; o an "ağzından çıkanı kulakları duyuyor muydu" bilmem.
Adeta, "ağzından köpükler saçarak" diyordu ki; "Yargı süreci başlamıştır!.. Dolayısıyla iddianame hakkında hiçbir eleştiri yapılamaz!.. Başsavcı'ya ve iddianameye yönelik eleştiride bulunmak suçtur!.. Herkes yargıya güvensin ve verilecek kararı beklesin!.. Eğer bu programda da eleştiri yapılacak olursa, ben bu programı terk ederim!"
Hani, "Kraldan fazla kralcı" denilir ya, Bay Oktay Ekşi de; önceki akşam "Kraldan fazla kralcı" bir profil çizdi.
Düşünebiliyor musunuz;
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker bile, "Demokratik hukuk devletinde hukuk ilkesinin üstünlüğü gereği olarak, tüm birey ve kurumlar yasalara uygun davranmak ve saygı kurallarının dışına çıkmamak suretiyle eleştiri haklarını kullanabilirler; ancak eleştirinin sınırları zorlanmamalı, hakarete varan mahiyette yazı, haber ve yorum yapılmamalıdır. Yazılı ve görsel basına düşen görev, yasal ve etik sınırları aşmadan toplumu bilgilendirmektir" derken, yani "eleştiri"leri normal karşılarken, Bay Oktay Ekşi'nin "Kraldan fazla kralcı" bir halet-i ruhiye içine girmesi, son derece ilginç geldi bana!..
Hele "programı terk ederim" deyip de, program konukları üzerinde "baskı" kurmaya çalışması; kimlerin, ne zaman "mahalle baskısı" uyguladığının çarpıcı bir örneği idi!..
BU DâVâ, AYNI ZAMANDA “SİYASİ”DİR!
Ne demek, "iddianame eleştirilmez?"
Bu dâvâ, sadece "hukukî" bir dâvâ değil ki!.. Bu dâvâ, aynı zamanda "siyasi", aynı zamanda "ekonomik" ve "sosyal" boyutu da olan bir dâvâdır!..
Aynı zamanda da;
"Asparagas haberler"e dayalı bir "iddianame"dir!..
Dolayısıyla "eleştiri" de yapılabilir, "suçlama" da!..
Yeter ki, "hakaret" olmasın!..
Kaldı ki; CMK'ya göre; Anayasa Mahkemesi, "iddianame"yi henüz kabul etmediği için, "yargı süreci" başlamış bile sayılmaz!..
Buna rağmen, Bay Oktay Ekşi'nin "eroin krizi"ne girmiş bir uyuşturucu müptelâsı gibi titremesi, bana göre "Başsavcı'yı bile şaşırtacak" bir duyarlılıktır!..
Ancak, Bay Ekşi'nin, "iddianameye yönelik eleştirilere göğsünü siper etmesi", bu iddianamenin "asparagas delillerle dolu" olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz!..
SAFAHAT VE TAKİPSİZLİK KARARI!
Kaç gündür "örnek"ler veriyorum:
Başsavcı'nın iddianamesinde "laikliğe aykırı eylemler" olarak yer alan "eylem"lerin çoğu "fos" çıkıyor!..
"Meclis'teki Mescid" içinde "var" olduğu iddia edilen "Kur'an Kursu"nun "yok" olduğunun resmen açıklanması bunlardan biri!..
Başsavcı'nın iddianamesine aldığı "gazete kupürleri"nde; "İzmit Belediyesi'nin 5.000 adet Kur'an-ı Kerim dağıttığı" iddia edilmesine rağmen, bunun "sadece 500 adet" olduğunun ve "müftülüğün talebi" üzerine böyle bir dağıtımın yapıldığının ortaya çıkması...
üstelik, dönemin "CHP'li İzmit Belediye Başkanı Sefa Sirmen" tarafından 1993 yılında "tam 50 bin adet Kur'an-ı Kerim" dağıtılmasına rağmen, onun eyleminin "laikliğe aykırı sayılmadığı"nın deşifre olması gibi olaylar!
Ve şimdi de;
"İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı" tarafından "Takipsizlik Kararı" verilen bir eylemin, "iddianame"ye konu olması...
Efendim, 1. sayfamızda da okuyacağınız gibi, olay şu:
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, iddianamesinde, Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan'ın, Mehmet Akif Ersoy'un "Safahat" isimli kitabını dağıtmasını, "Anayasa'nın laiklik ilkesine aykırı eylem ve beyan örneği" olarak sunmuş!..
İddianamede denilmiş ki;
"Başkanlığını AKP'li Hüseyin Turan'ın yaptığı Silivri Belediyesi'nce, 2006 yılında belediye adına özel olarak bastırılan ve M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yazılan önsözünde Atatürk'ün kişiliğine, ilke ve devrimlerine ağır saldırılar yapılan, Mehmet Akif Ersoy'un "Safahat" isimli kitabın ilçedeki tüm lise öğrencilerine bedava dağıtmak üzere belediyeye ait taşıtlarla okullara getirildiği ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nce dağıtım izni bulunmayan kitapların bir kısmının lisedeki öğrencilere dağıtımının yapıldığı." (Ek, 141)
Tamam, bu "dağıtım" yapılmış... Evet, yapılmış yapılmasına da "sonra" ne olmuş?..
Başsavcı'nın iddianamesinde, "hiçbir olayın sonrasında ne olduğu" bildirilmediği gibi, "bu olayın sonrası" da bildirilmemiş!..
Efendim, iddianamede "sonrası" yer almayan "süreç" şöyle gelişmiş:
Söz konusu "gazete haberleri" üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, kitabın yayıncısı Şaban Kurt ve önsöz yazarı M. Ertuğrul Düzdağ hakkında "soruşturma" başlatmış!..
Sonra da, "takipsizlik" kararı vermiş!..
Hem de, "nasıl bir gerekçe" ile?..
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 31 Ağustos 2006 tarih ve 2006/9252-193 No'lu takipsizlik kararında denilmiş ki;
"Yargıtay ve AİHM kararlarında da belirtildiği üzere ağır, sert veya incitici nitelikte de olsa eleştiri hakkı kullanıldığında, kişiye yaptırım uygulanamayacağı çoğulcu demokrasinin vazgeçilmez bir gereğidir.
35 yıldır Mehmet Akif'le ilgili çalışmalar yapan "İnkılap" yayınevi gibi pek çok yayınevi ve resmi kurumlar için "Safahat"ı hazırlayan 10'a yakın kitap ile Mehmet Akif'i anlatan yazarın, onun muhalif görüşlerine yer vermesi de doğaldır. Bu görüşler kafalardaki Atatürk imajına uymayabilir. Atatürk'ü sevmek, düşüncelerine inanmak ile tarihi tartışmaların önünü kesmek apayrı şeylerdir.
En başta hiç kimsenin onu putlaştırarak Mustafa Kemal'e bu kötülüğü yapmaya hakkı da yoktur. Tüm bu tartışmalar demokratik ortamlarda özgürce yapılabilir.
Kitabın giriş kısmında, Mehmet Akif Ersoy'un hayatı ve eserleri, muhalif görüşlerine de yer verilerek anlatılmış olup, Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaret suçunu oluşturacak herhangi bir ifade ve suç unsuru da bulunmadığı kanaatine varılmıştır."
Görüyorsunuz ya;
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, hem de "Yargıtay ve AİHM kararları"na dayanarak "takipsizlik" kararı verdiği bir kitabı dağıtan Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan; bir başka "Başsavcı" tarafından "laikliğe aykırı eylemlerin odağı" olmakla suçlanıp, hakkında "5 yıl siyaset yasağı" isteniyor!..
Şimdi, söyleyin Allah aşkına;
2006 yılında "takipsizlik" kararı almış bir kitabı dağıtan Başkan'a yönelik, 2008 yılında yapılan bu suçlamaya göz mü yumacağız?.. Bu "çelişki"yi ortaya koymayacak mıyız?..
Bu "tezat"ları, bu "çifte standart"ları görmezden mi geleceğiz?..
Dâvâ "hukuki" olabilir ama iddianamede yer alan suçlama "hukuktan mahrum"dur ve "siyasi"dir!..
çünkü, bir "Başsavcı"nın ilk yapması gereken şey "iddianın kendisi" kadar, "iddia edilen olayın neticesi"ni de araştırmaktır!..
Zaten, Başsavcı Yalçınkaya da, "bunu yapmadığı" için eleştirilmektedir!..
OKTAY EKŞİ’NİN CİNLİĞİ!
Bunları böylece ifade ettikten sonra, gelelim Bay Oktay Ekşi'nin "yargıya intikal etmiş bir konu üzerinde görüş beyan edilemez" yani "eleştirilemez" sözlerinin tutarsızlığına...
"Kendi yazısı"na geçmeden önce, basit bir örnek vereyim:
İki kişi "kavga" halindedir!..
Sorarım size; "üçüncü bir kişi"nin bu kavgada, "döven" veya "dövülen" taraflardan birinin yanında yer alması, "taraflardan birine verilen destek" değil midir?..
Aslında "döven" taraftasınız ama "tarafsız" pozlarına bürünüp "dövülen" tarafa "hakaret"ler savurmanız, onun moralini bozmanız, "döven tarafa destek" değil de nedir?..
İşte Bay Oktay Ekşi, 2008'de "eleştirilemez" dediği "yargı"ya; 1997'de bu şekilde destek vermiş!..
Görünürde "Vural Savaş tarafından hazırlanan iddianameye destek vermemiş" ama, hakkında dâvâ açılan Refah Partisi aleyhinde öyle "ağır suçlamalar" yöneltmiş ki, resmen ve alenen "yargıya müdahale" etmiş!..
çünkü efendim; Refah Partisi aleyhinde yazılan her satır, hiç şüphe yok ki "yargı lehine"dir!..
Oktay Ekşi, işte bunu yapmıştır!..
"Başyazarı" olduğu Hürriyet gazetesinin "RP'ye tarihi dâvâ" başlığını attığı 22 Mayıs 1997 Perşembe gününden tam 9 gün sonra, yani 31 Mayıs 1997'de Oktay Ekşi, "Partilerimizin sayısı indi ikiye" başlıklı bir yazı yazmış!..
öyle "kin ve öfke" dolu bir yazı ki;
İddianamede adı geçen RP'liler için, "bunların meczuplukla filan alâkası yok. Bunlar planlı gidiyor" demiş...
Şevki Yılmaz için "bağnaz ve demogog biri" demiş...
Hasan Hüseyin Ceylan için, "Şevki Yılmaz benzeri biri" demiş!..
Bekir Yıldız'ı, "Hamas ve İslâmî Cihad'ın tanınmış teröristlerini baştacı etmek"le suçlamış!..
Dikkatinizi çekerim;
Dâvâ açılmış 22 Mayıs'ta...
Oktay Ekşi bu satırları yazmış 31 Mayıs'ta!..
Peki, bu nedir?..
"İddianameye dolaylı destek" ya da "psikolojik destek" değil mi?..
Dahası da var;
Bay Oktaş Ekşi o zaman, "yargı süreci" filân dememiş, ağzına geleni söylemiş Refah Partisi için!..
Buyrun, o yazıdan bir bölüm daha:
"O nedenle gerçeği artık hepimiz görmeliyiz. Türkiye bugünden itibaren çok partili değil, iki partili bir düzene girmiştir. Bunlardan biri, "şeriatçı" kesimin Refah Partisi, öteki de bu ulusun laik cumhuriyeti korumaya kararlı evlatlarının buluştuğu diğer partidir.
O partinin hangisi olacağını tayin için önümüzdeki günlerde olayları hepimiz yakından izlemeli ve cumhuriyetimizi o partiye destek vererek kurtarmalıyız. Bunun dışındaki tüm sorunlar ve konular artık ayrıntıdır."
Söyleyin Allah aşkına;
Bu satırlar "yargıya müdahale" değil de nedir?..
Demek oluyor ki;
Oktaş Ekşi'ler "Refah Partisi'ne saldırarak iddianameye destek" verecekler ama, bizler "İddianameyi eleştirerek, milli iradeye sahip çıkamayacağız!" öyle mi?!?
Söyler misiniz;
Nerede bu yoğurdun bolluğu?..
Vural Savaş’ın yaptığı ne?
"Yargı sürecine müdahale" etmek, illa da "iddianameyi eleştirmek" midir?..
Meselâ, ağzına geleni söyleyip, "AK Parti'ye saldırmak" da, "yargıya müdahale" değil midir?..
Sorarım size, "ekran ekran dolaşmaya" başlayan Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş'ın yaptığı nedir?.. Elinde taşıdığı ve tamamı "iktibas"lardan oluşan, kapağında da camış boku büyüklüğündeki harflerle "AKP çoktan kapatılmalıydı" yazan kitabı milyonlara göstermek, "AK Parti'ye saldırmak" ve dolayısıyla "yargıya etki etmek" değil mi?..
Etki, yalnızca "menfi" mânâda olmaz ki, "destek" mahiyetindeki "müsbet" eylem ve söylemler de etki olur!..
O kitabı ekranlardan göstermek; "doğru yaptınız!..
Ben de sizin gibi düşünüyorum" demek değil midir?..
"Yargıya müdahale" olmayacaksa, herkes uslu uslu otursun... çünkü, ekran ekran dolaşıp, "cazgırlık" yapmak da yargıya müdahaledir!..