Tarihin söndürdüğü rüya
Herhalde Ermeni-Türk ilişkilerinin geldiği noktayı en iyi izah ve analiz eden ifade, tarihin zindanlarında kaybolmak olmalıdır. Ali Şeriati'nin ifadesiyle insanın dört zindanı vardır. Bunlardan birisi de tarihtir. Tarih bizim gibi nesillere kaderin yüklediği bir hamuledir. Bununla yüzleşmek imtihanımızdır. Tarihi biz yapmadık ve yazmadık. Belki ileride bizim yaptıklarımız da tarih olacak veya tarihe geçecek. O ise ayrı bir husustur. İslam kelamcıları arasında irade-i cüz'iyyeyi genişletme hatta bütün amelleri insanın kendi eseri olarak görme taraftarı anlayışlar ve eğilimler bile insanın doğumu ve ölümü ve tevarüs ettiği tarih gibi hususlarda ihtiyarı ve seçeneği olmadığını kabul etmektedirler. Dolayısıyla insanı mutlak muhtar ve özgür kabul eden bir anlayışın varlığına şahit değiliz. Pranga gibi tarih, peşimizi bırakmıyor. İyi niyet ve inisiyatif olmasına rağmen Ermeni-Türk ilişkilerini ve münasebetlerini geliştiremiyoruz. Zira tarihe söz geçiremiyoruz ve tarihin müptelası ve bağımlısı olmuş durumdayız. Bunda da tarihi eşiği aşmayıp ve illa da tarihi hesaplaşma üzerinden günümüze gelmek isteyen Ermenilerin tutumudur. Tarihin mağduru olduğunu düşünüyorlar ve günümüzde yapılacak bir hesaplaşma ile bu mağduriyetin izalesini istiyorlar. Ya da düpedüz kinlerinin esiri durumundalar ve Türklere tarihin acısını çektirmek niyetindeler. Bu da şark husumeti olarak gelişmeye ayak bağı oluyor. Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta moderatörü olan ve Şimon Peres'e kayırmakla büyük tepki çeken David Ignatius da, Ali Şeriati gibi Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihin bağımlısı ve eseri olduğunu ifade ediyor. Türk-Ermeni ilişkileri tarihin kafesinde yaşıyor. Armenia and Turkey, overcome by history başlıklı yazısında tarihin söndürdüğü rüyadan bahsetmektedir. Tarihin korkularının geleceğin umutlarını esir aldığını yazıyor. Tarafların tarihin hamulesini ve yükünü çözecek ortak bir yol bulamadıklarına değiniyor. Ermeni Cumhurbaşkanı Sarkisyan: Normalleşme süreci yorgun düştü diyerek içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi ifade etmiş.
Nükleer Güvenlik Zirvesinde Başbakan Erdoğan'ı gören Obama bir gülümseme eşliğinde Türkiye'nin bölgesel güvenlik politikaları açısından Ermenistan'la ilişkilerin normalleşmesinin yeni bir ivme meydana getireceğini söylemiş. Ardından David Ignatius, Ahmet Davudoğlu'ndan ilişkilerdeki veya normalleşmedeki gelecek ufkunu sormuş. Davudoğlu ise acıların tek yanlı dile getirilmesinin olumsuzluğuna işaret etmiş ve Türklerin de aynı acıları yaşadıklarını hatırlatmış ve tarihin politize edilmesinin yanlışlığına işaret etmiş. Bununla da kalmamış, 1915 hatıralarının barışması dileğinde bulunmuş ve sözlerini şöyle ikmal etmiş: "Yanı başımızda mamur ve bayındır bir Ermenistan görmek isteriz..." Bu görüşmeden umuda kapılan Ignatius'un Ermeni tarafının katılığı karşısında etekleri yere değmiş ve umutları kaybolmuş. Daha sonra ne oldu? sorusunun cevabını şöyle veriyor: Anlaşılan Sarkisyan daha fazla bekle veya bekle gör politikası uygulamaya karar verdi. Normalleşmeyi kurcalaması halinde siyasi risk alacağını hesapladı ve gördü. Türklerin tezini kabul ederek 1915 olaylarını uluslar arası tarafsız bir tarih komisyonuna havale etmesini kabul etmesi ve bu yönde 'taviz' vermesi durumunda Ermeni diasporasını kızdıracağını ve karşısına alacağını hissetti. Diaspora, Ermenistan yönetiminin diplomatik ve ticari ilişkiler kurma adına tarihle takas ve bartır yapma lüksüne sahip olmadığı görüşünü taşıyor ve savunuyor. İşte bu nokta zamanın donduğu ve siyasi atmosferin soğuduğu nokta oluyor. Demek ki ilişkilerin gelişmesinin önünde kim engelmiş? Birincisi, Ermenilerin tarihi iddiaları. İkincisi de bu iddiaları tek taraflı olarak soykırım olarak yorumlayan ve bunu tartışmaya açmayan, yanaşmayan Ermeni diasporası. Peki bu durumda bizim aydınlarımız kime hizmet ediyor? Kime hizmet ettikleri belli değil mi? Diasporanın peşinde koşuyorlar. Ermenileri adil tartışmaya ve tarih önünde muhakemeye ikna edemeyenler tek taraflı olarak şimdi bizleri Ermeni diasporasının tarihi tezlerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Taksim'de yaşanılan budur.
Demek ki ilişkilerin geleceği, birinci olarak tarihin ikinci olarak da diasporanın rehinesi durumundadır.
Yine bu hususta ben liberal aydınları anlıyorum da (zira onlar serazat veya siyasi anlamda özgür kıza tekabül ediyorlar) kendisini İslami kesime mensup addeden ve aidiyet duygusu taşıyanları anlayamıyorum. Bizim tarih şuurumuz şudur- bunu Ali İzzetbegoviç söylemiştir-: Tarihi unutma ama tarihte de yaşama. Ermeniler ve diaspora tarihte yaşamak ve düşmanlıkları güncelleştirmek istiyorsa Allah aşkına biz ne yapabiliriz ki? Bu sözde aydınlar Irak'a Amerikan işgalini tebrik ettikleri gibi korkarım tarih üzerinden yeni kavgaların çıkmasının fitilini de yakarlar. Davos'taki moderatör bile bunları tekzip ediyor( By David/ Ignatius/April 23, 2010; 2:26 PM ET, Washington Post).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.