Bir Batı yapımı: Siyasal İslam
Siyasal Bilimciler arasında siyasal İslamın çok yeni bir fenomen olduğunu iddia edenlerin sayısı az değildir. Onlara göre belli ekonomik, sosyal ve kültürel sebepler kaynak alınarak siyasal alandaki islami hareketlerin doğuşu açıklanabilir. Bu sebeplerin irdelenmesi ve altında yatan nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla siyasal İslam’ın da sonu getirilebilir, derler. Burada en temel bir o kadar da içselleştirilmiş gizli varsayım rasyonaliteyle ilintilendirilir ve insanın İslam’a olan teveccühünü sorgular, kendine yol olarak seçmesine şüpheyle yaklaşır. Yani İslam’ı irrasyonaliteyle bağdaştırır, dolayısıyla İslam’la ilgili her şeyi ve herkesi de bu pencereden tanımlar. Evet, şu ve bu ekonomik, sosyal veya kültürel sebepler yahut siyasal çerçeve insanların siyasal İslam’da varlık bulmasına neden oluyordur der ama Müslüman olmayı kabul etmek, İslam’ı kabullenmek başlı başına bir sorun değil mi diye de ekler. Bu varsayım üzerinde kafa yorulduğunda ardında İslam’ı dışlayıcı, küçümseyici bir o kadar da kendi hegemonyasına tehdit görücü Batılı bakış açısının olduğunu görürüz. Bu Batılı duruşun başlangıç noktası da konu ile ilgili teorileri üreten siyasal bilim aklının İslam’a ve siyasete eşit mesafede olmaması şeklinde belirir.
Burada Batılı akademisyen için işlevsellik konunun ideolojik değil, pragmatist bir çerçevede incelenmesiyle sağlanır. Burada İslamın siyasete veya siyasetin İslama katılımını sorunsallaştıran Batı akıl tersten okuma yapar. Hemen şunu ifade edelim, günümüz dünyasında alternatif kaynaklardan güç alan bilimlerin veya durumuna göre ilimlerin karşısında baskın şekilde hakimiyet kuran Batı endeksli yani Batı kaynaklı bilgidir ki bu da dini belli bir mekana, zamana, hapseden, onu dünyanın işlerinden ayrıştıran, en başta da devlet makinesinin çalışırlığından koparan, la-dini aklın olmazsa olmazı, kaçınılmaz bir sonucudur. İnsanlık yirmi birinci yüzyılı kucaklarken Batılı "beyaz akıl" hakimiyetine devam etmekte, teolojik açıdan iç içe olması gereken, en azından İslam çerçevesinde birbirinden ayrışmayan, din ve devleti dilediği gibi kavramsallaştırıp kendine avantaj sağlamaya hizmet etmek amacıyla yoğurup eğip büküp yeniden şekillendirdikten sonra da önümüze yepyeni konseptlerle koymakta, sonra da el çabukluğu da sayılabilecek bir beceriklilikle kenara çekilip "gerisinin" yani Küre-eksi- Batı işleminin sonucunun, bu kavramlar üzerindeki kavgasına seyirci kalmaktadır. Azınlıkta kaynak bulan bir yapılanma çoğunlukta ontolojik hiç bir irdelemeye fırsat vermeksizin sonuçları itibariyle tartışılmakta, tabiri caizse bir Allah’ın kulu da çıkıp neyi tartışıyoruz, daha da önemlisi neden tartışıyoruz demez. Demez çünkü Batılı akıl böyle demiştir, onun için de böyle olmalıdır. Varsayım budur. Doğunun kendine güvende gösterdiği irtifa kaybıyla da birleşince baskın batı endeksli bilim sorgulanmadan kabul görür. İşte Siyasal İslam böyle bir Batılı aklın ürünü olarak yirminci yüzyılın sonuna ve takip eden asrın başına damgasını vurmuştur. Şimdi ilk cümleye geri dönelim Siyasal Bilimciler arasında siyasal İslamın çok yeni bir fenomen olduğunu iddia edenlerin sayısı az değildir. Bu bağlamda eğer yeterince test edilirse şimdi bulduğu teveccühün azalacağı iddia edilir. Bu da bir başka yazı konusu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.