Rest cümlelerinin jest cümlelerine dönüşmesi
İstanbul Ticaret Odası’nın Batı Trakya gezisi ve hemen onun öncesinde Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın 10 bakan, bürokratlar ve iş adamlarıyla Atina gezisi, aşırı radikalleri yumuşatmadıysa da Yunan halkının büyük çoğunluğu üzerinde etkili olmuş.
Dr. Murat Yalçıntaş’ın Yunan iş adamları ve yöneticileriyle yaptığı yemekli toplantıda; “Yıllarca rest cümleleriyle birbirimize gözdağı verdik ve kaybeden yine iki taraf oldu. Bugün ise bu rest cümleleri, yerini jest cümlelerine bıraktı. Restleşmek ayrılığı, jestleşmek birliği ve dayanışmayı gerektirir” diyerek gecede yaptığı konuşma, Yunan iş adamları ve yöneticiler tarafından büyük takdir topladı.
Batı Trakya gezisinin, Başbakan’ın Atina gezisinin hemen sonrasına denk gelmesi, Batı Trakya’ya yatırım yapacak İTO üyesi iş adamlarının da önünü açması bakımından oldukça önemliydi. Neredeyse yüzyıldır özlenen güvene dayalı komşu ilişkileri, ilk defa böylesine yerli yerince bir zemin bulmaya başladı.
Yunan iş adamları da yaptıkları konuşmalarda; “komşuya sırt dönerek uzaklara kucak açmanın ve oralardan medet ummanın yanlışlığını fark ettiklerini” ifade ettiler ve düşüncelerini şöyle dile getirdiler:
“Liderler yol açan insanlardır, yol tıkayan değildir. Şimdiye kadar her iki ülke liderlerinin yol tıkadıklarını ve açmaya niyetli olmadıklarını, oysa komşuların bir şekilde yollarının kesişeceğini ve yan yana durduğumuz müddetçe, yine bir şekilde irtibat kuracağımızı hesap etmediler.
Bugün bu problem aşılmışa benziyor, umarız bundan sonra da ekonomik, sosyal ve kültürel olarak birbirimizle olan münasebetimiz sürer. Çünkü birbirimizden etkilenmemiş olmamız mümkün değil. Bugüne kadar bir tek engel aşılmıştı, o da müzik yoluyla. Artık diğer engelleri de aşarak ekonomik olarak birlikte büyümeli ve barış içerisinde yaşamalıyız.”
Tabii bu dilek ve temennilerin hepsi güzel. İki toplum da bugün barıştan yana, lakin yetmiyor. Umarız ki bu iyi niyetler hayata geçer ve başka engellerin de aşılmasına vesile olur.
Mesela Dr. Murat Yalçıntaş’ın temasları sırasında sıkça vurguladığı bir gerçek vardı. “Bir toplumu ayakta tutan iki unsurdan birisi dini, diğeri dilidir. Dinine ve diline bağlı kültürel değerleridir. Bir milletin elinden bunları alır ve yasaklarsanız, o toplumun ayakta kalmasını sağlayamaz ve melezleştirirsiniz. O zaman da o toplumun ne kendisine faydası olur ne de başkasına” diyerek Batı Trakyalı soydaşlarımızın dini ve milli değerlerini muhafaza etmede istedikleri özgürlüklere kavuşmalarını, bunun yanı sıra ekonomik olarak güçlenebilmeleri için büyük ölçekli yatırımlara müsaade edilmesi gerektiğini söyledi.
Dert çok tabii Batı Trakya’da. Soydaşlarımız “bulundukları yerlerle ve bulduklarıyla” yetindikleri için her şey güllük gülistanlık zannediliyor. Oysa öyle değil. Gerçi son birkaç yıldır özgürlüklerine biraz kavuşmuşlarsa da geçmişteki baskılara nazaran iyi gibi gözüküyor. Yoksa tam olarak, hatta yarım olarak bile hak ettiklerini alabilmiş değiller. İyi niyetle ve sabırla bu gelişmelerin meyve vermesini beklemekten başka çaremiz yok.
Bir torba çimento alıp, duvarının dökülen kısımlarını tamir edebilmek için günlerce Yunan makamlarının kapısında beklediklerini söylerken soydaşlarımızın gözlerine bakamıyordum. Çünkü inanılması zor bir insanî baskıydı bu. Yani Milli Şef İsmet İnönü’nün “devlet zengini tuzu kuru kentsoylu azınlıkların” dışında kalan bütün Anadolu halkına uygulattığı baskı ve şiddetin aynısını, Batı Trakya’daki soydaşlarımız da yaşamışlar.
Bir iki cümlelerini aktarayım: “Çekiç sesi duyulduğunda yetkililer hemen damlardı. Çatı aktarmanın dışında bahçeye ceket asmak için çivi bile çakamazdık. Çekiç sesi işitildiğinde izin alıp almadığımız sorgulanırdı. Velev ki izin almış olsak bile bu sefer de izin verenler neden ve nasıl izin verdi diye hesaba çekilirdi. Mesela hâlâ mülk alıp satamıyoruz.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.