Bunlar “gazeteci” mi, “CHP borazanı” mı?
Ne demiş eskiler; “İmam yellenirse, cemaat pisler”... Hayatın her alanında, bu, böyledir... “Küçük”ler, daima “büyük”lerini örnek alırlar ve hatta bir adım daha ileri giderler... Dün Zonguldak’a giden Kemal Kılıçdaroğlu’nu takip eden “soldaş” gazeteciler, “Kılıçdaroğlu’nu en iyi ben görüntüleyeceğim!.. Ona en yakın ben olacağım” derken, birbirine girmişler, “kavga”ya tutuşmuşlar... Eğer “güvenlik görevlileri” ayırmasaymış, kavga “arbede”ye dönebilirmiş... Aslında, “kameraman”lar ve “muhabir”ler arasındaki bu “yer tutma” kavgasını normal buluyorum... Öyle ya; “büyük”leri “birbirlerini atlatmak” ve dolayısıyla “malı götürmek” için “manevra”lar yaparlarsa, muhabirlerin kavgasını çok görmemek gerekir!.. Onlar, nihayetinde “büyüklerinin izinde” yürüyorlar... Dahası, “büyüklerinin gözüne girmek” istiyorlar... Aksi halde, “kapının önüne konulmak” gibi bir riskleri var!..
CEHENNEMİN ÜÇ ATLISI
Yazının başında “imam yellenirse” dedim ya, onlar kendilerini “imam” yerine koymuyorlar elbette... Kendilerini, “Cehennemin Üç Atlısı” olarak görüyorlar!..
Peki, kim bu “Cehennemin Üç Atlısı?”..
Biri Mehmet Ali Birand,
Diğeri Uğur Dündar,
Üçüncüsü de Ali Kırca!..
Açık söyleyeyim; “Cehennemin Üç Atlısı” tabiri bana ait değil!.. Bunu özellikle söylüyorum ki, “hakaret dâvâsı” filân açıp da, evime “haciz memurları”nı göndermesinler!..
Efendim, bu tabir Birand’a ait!..
Dün, Basın İlân Kurumu tarafından Darıca ilçesindeki Bayramoğlu Tatil Köyü’nde düzenlenen “1. Yerel Basın Tecrübe Paylaşım Semineri”nde konuşan M.Ali Birand, “Deniz Baykal ile ilk röportajı siz yaptınız, bunun perde arkası neydi?” şeklindeki bir soruya şu cevabı vermiş:
“Orada şimdi cehennemin üç atlısı yarıştı.. Uğur Dündar, Ali Kırca ve ben... Bunun kremasını bir kişi yiyecekti, sonunda manevralar yapıldı, yapıldı... Uğur Dündar canlı yayına atladı. Ali ile biz band yaptık ama bu Deniz Baykal ile görüşerek oldu. (...) İşte orada malı götürdük.”
Bu sözlerden de anlaşılıyor ki;
“Cehennemin Üç Atlısı” arasında bayağı bir yarış olmuş... “Manevra”lar yapmışlar ve sonunda “malı götüren” Birand olmuş!..
Şimdi söyleyin hele;
“Cehennemin Üç Atlısı” bunları yapar, “CHP’nin Üç Atlısı” gibi yarışırlarsa, onları örnek alan “küçük”ler ne yapmaz?..
Onlar da, birbirleriyle “kavga” etmişler!..
Elbette “yer kapmak” için!..
Elbette, “Kılıçdaroğlu’na en yakın olmak” için!..
585 HABER VE YAZI... 860 GAZETECİ!
“Büyükleri” de böyle yapmadılar mı?..
“Kılıçdaroğlu’na yakın görünmek” için, hem de bir “ordu” gibi CHP Kurultayı’na gitmediler mi?..
Bir “partizan” gibi “yazı”lar yazıp, “haber”ler vermediler mi?..
Düşünebiliyor musunuz;
“Kartel medyası”nda, 7 Mayıs-24 Mayıs 2010 tarihleri arasında “toplam 585 haber ve köşe yazısı” yayınlanmış!..
Nedir bu?..
“Yandaşlık” değil mi?..
Bundan alâ “yandaşlık, yoldaşlık” olur mu?..
Şu hâle bakın;
Adam, “Kurultay’ın büyüsü”ne o kadar kapılmış, o kadar “trans”a girmiş ve kendisinden o kadar geçmiş ki, “cebine giren el”i bile farkedememiş!..
“Cüzdan”ını götürmüşler, cüzdanını!..
“Vicdan”ı zaten yoktu, “cüzdan”ını da Kurultay Salonu’nda çaldırdı!.. CHP Kurultayı’nda “cüzdan”lar gidiyorsa, Allah “CHP iktidarı”ndan korusun!..
Sırtta “gömlek”, ayakta “don” kalmaz!..
Bir de bize “yandaş” demiyorlar mı, işte ona çok gülüyorum... Ulan, hangi “yandaş”(!) gazetede AK Parti Kongresi veya Tayyip Erdoğan hakkında “585 haber ve yazı” çıktı ki?..
Hangi “yandaş” yazar; “Tebrikler Kemal Bey... İnşaallah bu defa kazanacağız” dedi ki?..
Bunu diyen M.Ali Birand değil mi?..
Bu sözü, Kılıçdaroğlu, “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday” olduğu gün, Kanal-D’nin Ana Haber bülteninde sarfetmedi mi?..
Söyleyin Allah aşkına;
Hangi “yandaş(!) gazeteler”dir ki, AK Parti Kongresi’ni “860 gazeteci” ile takip etmiştir?..
“DEDE”NİN ELİNDEKİ “MEYYİT” GİBİ!
Düşünebiliyor musunuz;
CHP Kurultayı’nı izleyen “860 gazeteci”nin büyük çoğunluğu “yoldaş medya”dandır!..
Şahsen ben; bugüne kadar “yandaş(!) medya”dan 860 gazetecinin AK Parti Kongresi’ni izlediğini ne duydum, ne gördüm!..
Haa, bir şey daha söyleyeyim:
Bu “860 gazeteci”den 143 tanesi, “Aydın Doğan Medyası”ndanmış, iyi mi?..
Hayır, ben yazmıyorum;
Hürriyet’ten Yılmaz Özdil yazıyor!..
Yazdıkları aynen şöyle:
“Bizim grup mesela, Hürriyet, Milliyet, Star TV, Kanal D, CNN filân, 143 gazeteciyle salonda... CHP’nin 140 kişilik İstanbul delegesinden fazlayız...
İster misin, Önder Sav, Gürsel Tekin filân derken, Ahmet Hakan’ı genel sekreter, Güngör Mengi’yi genel başkan yardımcısı, Necati Doğru’yla Mustafa Mutlu’yu MYK üyesi yapsın Kılıçdaroğlu... Bi bakıyorsun Mehmet Ali Birand’la Fatih Altaylı parti meclisinde filân.”
Dedim ya;
Ben demiyorum, Yılmaz Özdil diyo!..
Bir “ordu” gibi gitmişler CHP Kurultayı’na... Öyle ki, “140 kişilik İstanbul delegesi”nden daha fazlalar!..
Ya, “860 gazeteci”ye ne dersiniz?..
Onların sayısı da, neredeyse “tüm delegelere” eşit sayıda... Öyle ya; Kılıçdaroğlu’nu seçen “delege”lerin sayısı “1189’dur!”
“1189 delege”ye karşılık, “860 gazeteci!”
Buna rağmen, biz “yandaş gazeteci” oluyoruz, öyle mi?..
Tuzlayayım da, kokmayın e mi?..
Güya bizler, Tayyip Erdoğan’ın kapısında “imamın elindeki meyyit” gibi olurmuşuz!.. Ama kendileri, “Kemal’in elindeki meyyit” gibi olmazlarmış!..
Gülsem mi, sabaha mı bıraksam!..
Ulan, “meyyit gibi” değildin de, “canlanır”dın da, “hoop” derdin de, “cüzdanına uzanan el”in farkına niye varamadın?.. “Dede Kemal”in ağzına bakarken, bir “meyyit” gibi hareketsiz, sessiz ve kendinden geçmişken çaldırmadın mı “cüzdanı”nı?..
O zaman niye “hoop” demedin?..
Demek ki, “meyyit” gibiydin!..
“Don”unu çalsalar, farketmeyecektin!..
BU KADAR YALAKA VE YAĞDANLIK OLUNMAZ!
Açık ve net söyleyeyim:
37 yıllık meslek hayatımda, iki defa “parti kongresi”ne katıldım... Biri 1984’teki “RP İstanbul İl Kongresi”ydi, diğeri de merhum Yusuf Bozkurt Özal’ın partisi “Yeni Parti”nin Ankara’da yaptığı “kongre!”
Tabiî; katılamayışımın sebebi, bir “tavır”dan kaynaklanmıyor... “Yazı işlerindeki görevimin yoğunluğundan” gidemedim kongrelere!..
Ama, gitseydim herhalde “yalakalık” yapmam, “yoldaş gazeteciler”in yaptığı gibi “balon şişirmeye” kalkmazdım!..
Malûm, geçtiğimiz Cumartesi günü yapılan CHP Kurultayı’nı, “tam 8 televizyon kanalı” kesintisiz yayınladı... Hem de, nasıl!..
O kadar “yağ” döktüler ki, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bu “vıcık vıcık yağ”lara basıp ayağının kaymasından korktum!..
“Canlı yayın”lara “beklenen yenilikçi lider” diye başlayıp, adım adım, saniye saniye aktardılar gelişmeleri:
“Sayın seyirciler, Kemal Kılıçdaroğlu şu anda Rahşan Hanım’la birlikte oturuyor... Aaa, ayağa kalktı!.. Bir adım attı!.. Şu anda ikinci adımını atıyor!.. İzdiham çok büyük!.. Zorlukla kürsüye yürüyor!.. Kürsüye 3 adım kaldı!.. Şimdi kürsüde!.. Konuşmaya başlayacak!.. Aaa o da ne, kasketiyle selâmlıyor salonu!..”
Bunun gibi “son dakika” haberleri!..
“Vıcık vıcık yağ” kokan haberler!..
Tam bir “yalakalık” yarışı!..
Ya “kartel” gazeteleri?..
Onlar da “televizyon”lardan geri kalmadı...
Manşetlerden “yağ” çektiler Kılıçdaroğlu’na:
“Büyük birleşme!.. Halkçı Kemal dönemi!.. Coşkulu kurultay... Hızlı başladı!.. İktidara koşuyoruz!”
Gazeteleri okurken, “ulan” dedim;
“Bu nasıl büyük birleşmedir ki, partideki Baykal ekibi tasfiye edildi!.. Bu nasıl halkçılıktır ki, adamın sırtındaki gömlek İtalya’dan ithal!.. Bu nasıl ulusalcılık ve yerliciliktir ki, adamın lâkabı Hindistan’dan aşırma!..”
Hani, “aşkın gözü kördür” derler ya;
Kartel gazeteleri de öyle bir “aşk” ve “körlük” içindeydi... “Sırıtan hata”ları hiç görmediler...
O “MANŞET”LER, “MAİŞET” DERDİNDEN!
Bu adamlar mı “barış” getirecek?..
Bu adamlarla mı “uzlaşma” sağlanacak?..
Şu hale bakın; adamlar “Kurultay” yapıyorlar, her partiden “misafir” çağırıyorlar ama “AK Parti’den bir tek adam çağırmıyor”lar!..
Tayyip Bey, dün iyi söyledi;
''Türkiye'nin kurucu partisi olduğunu söyleyen CHP, yaptığı Kurultay’a iktidar partisini davet etmedi... Davet edilmeyen yere gitmeyiz...
Ben de, kendilerini arayıp, tebrik etmeyeceğim!.. Çünkü, benim davamın bir izzeti, onuru vardır. Bu izzete, onura asla leke sürülmez... Davet edilen eve gideriz, davet edilmeyen hiçbir eve gitmeyiz... Kapı çalmadan hiçbir evden içeri girmeyiz!..”
Bir şey daha söyledi Tayyip Bey;
“Yaşanan her olayda cilaların döküldüğünü göreceksiniz. Manşetle gelen manşetle gider. Bunu unutmayın. Sabah rüzgarıyla gelen, akşam rüzgarıyla gider. Yelkenleri manşetlerle şişenler, açık denize çıkınca alabora olurlar.”
Gerçek de, galiba bu:
“Manşetle gelen, manşetle gidecek!”
Tabiî, “üfürükçüler” de gidecek!..
Düne kadar “üfürükçü” avına çıkanlar, şimdi kendileri “üfürükçü” oldular!..
Habire üfürüyorlar!.. Kılıçdaroğlu adlı “balon”a üfürüp, onu şişirmeye çalışıyorlar!..
“Manşet”lere bakılırsa,
Yine “maişet” derdine düşmüşler!..
“Cüzdan”larını çaldırdılar ya;
“Para” lâzım onlara, para!..
“Kavga”ları bundan, “manevra”ları bundan!..
Maksat, “malı götürmek” ve “krema”yı yemek!..
========================
Problem, Kemal Bey’in çocukluğunda!
Hani, “psikiyatrist”ler, karşılarına “sorunlu bir insan” geldiğinde, onların “ruhsal bozukluk”larını tesbit için “çocukluğuna” inerler ya; Kemal Kılıçdaroğlu’nun “barış ve nezaket özürlü” olmasının sebebini de, galiba “çocukluğunda” aramak gerekecek...
Malûm, “bir tek AK Partili”yi bile davet etmediler Kurultay’larına...
Adına ister “görgüsüzlük” deyin, ister “kabalık!”...
Bu tavrın anlamı, “geçinmeye gönlüm yok” demektir!..
Peki, bu “geçimsizlik” nereden kaynaklanıyor?.. Elbette “aile”den!..
Efendim, Kemal Bey’in babası Kamer Bey de “kardeşleriyle hiç geçinemez”miş!.. Aralarında o kadar “husumet” doğmuş, birbirlerine o kadar “düşman” olmuşlar ki; baba Kamer Bey; o güne kadar “Karabulut” olan soyadlarını “Kılıçdaroğlu” olarak değiştirmiş!..
Yani, “kardeşlerini” bile reddetmiş!..
Bu değişikliğin yapıldığı 1966 yılında, Kemal Bey, henüz “18 yaşında”ymış!.. Yani, “kardeş kavgaları”nın içinde büyümüş!.. Düşünebiliyor musunuz “kavga”nın büyüklüğünü, “düşman”lığın boyutlarını?..
“Karabulut” olan soyadlarını bile değiştirip, “Kılıçdaroğlu” yapmışlar!..
Sizin anlayacağınız, CHP’nin başına bugün bir “Karabulut” çöktü!..
“Kılıçdaroğlu” dediklerine bakmayın, aslında o “Karabulut”tur!..
“Kavgacılık!.. Düşmanlık!.. Kabalık ve görgüsüzlük” hâlâ devam ettiğine göre; Kemal Bey’in içinde, hâlâ “Karabulut” yaşıyor!..
“Kardeş kavgası”nın içinde büyüyen bir adamdan “barış” beklenir mi?..