Gandi’den niçin korkuyoruz?
Korktuk... Panikledik... Kimyamız bozuldu. “Ya başarılı olursa” diye kara kara düşünüyoruz.
Ben mesela, şu an, titriyorum.
İlk gün (aday olduğunu açıkladığı gün), Kılıçdaroğlu kâbusuyla uyandım. Kendime dört gün “yazmama” izni vermiştim, tatilimi yarıda kestim.
İkinci gün moral bozukluğuyla gazeteye gittim. Kimseyle konuşmadım. Kimseye selam vermedim. Hiçbir telefona bakmadım.
Üçüncü gün yine kâbuslarla uyandım ve bütün günü ağlayarak geçirdim.
Dördüncü gün: Ağlamaya devam ediyorum.
Beşinci gün: “Sen bir hekime görün” dediler. Gittim. Sosyal demokrat olduğu her halinden belli hekim gözlerinin içi gülerek, “Sende panik atak başlamış” dedi.
Beşinci gün: Ağlıyorum...
Kurultay günü panik atağım azdı, telaşla dışarı attım kendimi ve bir “nehir kenarı” bulup oturdum, “Allah’ım” dedim, “Ya başarılı olursa! Ya Kemal Kılıçdaroğlu solu toparlayıp iktidara gelirse! Ya Türkiye’de özlenen demokratikleşmeyi gerçekleştirirse!”
Kurultay gecesi: Morali bozuk müptediler olarak Mehmet Barlas’ın evinde toplandık.
Barlas’ların yüzünden düşen bin parça... Bandırmalı mı, Çanakkaleli mi, bir çocuk var; Deniz Baykal’la konuşmuş, “Bırakma partiyi Baykal Baba, sana ihtiyacımız var” diye ağlamış; onu anlatıyordu... Ergun Babahan mosmordu. Salih Tuna’yı sinirinden sakallarını yolarken yakaladım. Fehmi Koru fikir değiştirmiş, “Kılıçdaroğlu iyi, çevresi kötü” diye keyifli keyifli ortada dolanıyordu. Can Paker geldi, hepimizi teselli etti. Mithat Sancar gece boyunca Tezer Özlü’den, Pavese’den, Bachmann’dan, birtakım müntehir yazarlardan söz etti.
Kurultaydan bir gün sonra: Ağlamaya devam ediyorum. Belki de intihar etmeliyim.
Kurultaydan iki gün sonra: Gözyaşları içinde bu yazıyı yazı
yorum.
Ben bunları yazdım ya... Şimdi ister misiniz, “partizan medya” canibinden bazı sersemler çıkıp, “Bak, gördünüz mü? Nasıl da korkmuşlar. İtiraf ediyorlar işte...” diye kendi kıt akıllarına pay çıkarsın.
Hamakat mı arıyorsun.
Memlekette bundan bol ne var.
Esasında biraz korktuk... Biraz panikledik...
Korkmadık desek yalan olur.
Korkumuz, manşetlerden gazlayıp pohpohladığınız “adamınızın”, sosyal demokrat zagonunca “beceriksiz” çıkacak olması... Ülkeye zaman, para ve enerji kaybettirmesi...
Dakka bir gol bir: Adam, daha mazbatasını eline almadan, “toprak reformu” türküsünü çığırmaya başladı... “Anakronik” desen, anakronik değil... Gülünç desen, gülünç değil... Anakronizmin hiç değilse “nostalji değeri” var. Bu bile değil.
Her meseleyi çözecek, işsizliği halledecek... Ama bunu nasıl yapacağını söylemiyor... İhtimal ki, zihninin bir kenarında “Güneydoğu’da boş arazi çok... Devlet fabrika yapsın” düşüncesi var.
Devletin fabrika yaparak, para basarak bu işlerin üstesinden geleceğini sanıyor. Basit “arz-talep” fikriyatından bile yoksun...
Devletin fabrika yaptığı, bol keseden para bastığı ülkelerde nasıl amansız bir “devlet kapitalizmi” uygulandığını ve bunun nasıl berbat bir iflasla sonuçlandığını ya bilmiyor, ya da biliyor da “kıllığın” böyle davranıyor.
Devlet fabrika açmalıysa, üretimi nasıl kanalize edecek? İthalatı mı kısacak? Eski kambiyo rejimine geri mi dönecek? Yurtdışına çıkışları izne mi bağlayacak?
Herkese maaş bağlayacaksa, emisyon dengesini nasıl kuracak? Bütçe açığını nasıl kapatacak?
Korkumuz bu...
Korkumuz, “popülizm” batağına saplanıp eski kötü alışkanlıklara dönmesi ve ülkeyi IMF’ye mecbur bırakması...
Yoksa kim korkar Kılıçdaroğlu’ndan!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.