Kılıçdaroğlu’nun Şezlongdaki Aydınları
Geçen gün NTV’deki programda karşılıklı olarak “Annemiz babamız CHP’li biz ise Dev-Gençliydik” diye şişinen ve bu yüzden CHP’nin iç işlerine burunlarını sokma, ona katkı sağlama ve bu konularda söz söyleme ayrıcalığının kendilerinde doğuştan bulunduğunu ilan eden Nuray Mert ile Ruşen Çakır’a geçmezden önce, Suffert’in yazdıklarına bir kulak verelim.
Cemil Meriç, bir Fransız gazeteci Suffert’in 1974’lerde kaleme aldığı “Şezlongdaki Aydınlar” kitabından övgüyle bahsederken, o kitaptan şu alıntıya dikkatimizi çeker:
“Fransa’da efkâ-ı umumiyeyi çarpıtan, kirleten bir zümre var: Şezlongdaki Entelektüeller. Kültürsüzlük temeline dayanan ve Karşı-Kültür adına konuşan bir kafile-i acube, daha doğrusu bir parti bu. Peygamberi Marx. Devrimcilik oynayan bu efendilerin devrimcilikle uzlaşmayan huyları var. Bir defa gelenekçidirler. Bilgi dünyasını bir yasaklar ağı ile kuşatmışlardır. Mürşitlerinin talimatını bir papağan sadakatiyle tekrarlarlar. Arada bir sistem kurmaya özendikleri de olur. Parçaları Marksizm bedestenlerinden devşirilmiş hayali sistemler.”
Cemil Meriç, buradan kendisi devam eder: “Düşünmek onların imtiyazıdır sadece, onların dostlarının. Ama bu entelektüellerin asıl özelliği: Şezlong-nişin’lik. Hiçbir davaya bağlanmaz, hiçbir cihada katılmazlar. Bir mahalle züppeliğinden doğan entelektüeller partisi çabucak dalbudak salmış. Belki bir moda ama çok yaygın ve çok tehlikeli. Tahribatı sanıldığından daha büyük ve daha derin.”
Böyle tiplerden her ülkede bolca olacak ki Goering bunlar yüzünden “kültürden söz edildiğini duyunca elim tabancama gider” demiş. Lenin’e göre ise bunlar “kendini dünyanın tuzu biberi sanır, ama pisliğidir sadece.”
***
Gelelim bizimkilere.
Bu ikisi, nihayet ağızlarındaki baklayı Salı akşamı çıkardı. Meğer bunlar yıllardır İslamcıların koynundaki Graham Fuller’miş. Hatta Nuray Mert’in şu sözlerine bakılırsa, Lawrence bile olabilirler: “CHP’ye kredi vermemiz gerekiyor. Nasıl ki Ruşen de ben de radikal İslamcılığın daha liberal, demokratik muhafazakar bir alana çekilmesi için katkı sağladıksa, aynı katkıyı CHP’ye de yapmamız lazım.”
Mert, bu katkının niteliğinin ise “küresel ekonomiye entegre olmuş, mevcut dünya sistemini kabule hazır bir kıvam verme” olduğunu da uzun uzun anlattı.
Hadi her şeyi geçtik de şimdi bütün bunlar kendisini ve sevgili dostu Ruşen’i, kendilerinin tabiriyle “CHP’nin daha solunda” nasıl yapar?
Bir siyasi partinin, iktisat politikalarının 70’lerin diliyle olmaması gerektiğini vaaz edip, bununla birlikte halihazırdaki küresel neo-kapitalist, neo-liberal dili selamlayan kimseye günümüzde sosyalist değil, Sorosçu deniyor.
Acaba radikal İslamcıların içlerine girerek yıllar yılı yaptıkları bu “katkının” ne şekillerde olduğu, kimlerin bilgisi dahilinde yapıldığı, kimlerin ilgisine sunulduğu gibi kriminal hususlara da girerlerse, geçmişte yaptıkları operasyonlar ve bundan sonra yapacakları hakkında biz ve bizim sayemizde gelecek kuşaklar da malumat sahibi olur.
Yaptıkları bu hizmet unutulmasın ki kamuoyumuz onları bildiği gibi yâd etsin.
Bu kişilerin dilinde “değişim”, “dönüşüm” gibi kelimeler kusmuk tadı vermeye başladı. “CHP’ye bir şans tanımalıyız, vaktiyle Ak Parti’nin değiştim mesajlarına da o çevre inanmamıştı, şimdi de CHP’nin ‘değiştim’ mesajlarına muhafazakarlar inanmıyor” şeklindeki görüşleri şu sıralar bolca sarf eden bu kimseler, kendilerini her şeyin ve herkesin üstünde görüyor.
Bütün bunlar tamam da bu kişilerin kâh Ak Parti’ye, kâh CHP’ye yönelik buyurganlıklarının altında sadece salaş bir kibrin yatmadığı da artık anlaşılıyor.
Mesele, bu vakitten sonra, koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebilik yapan keçiler meselesi olmaktan çıkmış.
Bahsi geçen malumatfuruşların talimat vericileri, bundan sonra Türkiye’nin birinci ve en hususi meselesi haline gelmiş bulunuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.