CHP dış politikadan çekilirken
CHP kurultayından hemen sonraki yazıyı, parti meclisinde dış politikaya yön verecek bir isim olmamasına dikkat çekerek ‘CHP’nin bu aşamada dış politikaya dair öncelikli bir gündemi olmayacak’ teziyle bitirmiştik.
Şimdi biraz bu tez üzerinde duralım.
Tablo özetle şöyle. CHP’de kaset krizi ortaya çıkıyor, sanki herkes dünden razı ve hazırmış gibi Kemal Kılıçdaroğlu’nu genel başkan olarak seçiyor. Sonrası malum, medya desteği, abartılı destek ya da hafife almalar.
Oysa tüm bunlar olup biterken Türkiye’nin dış politika gündeminde çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Türkiye-Brezilya-İran hattında gerçekleşen hamle, bu saatten sonra Ankara’nın sadece bölgesinde değil, dünyada söz sahibi olduğunun ilanı.
Meseleyi İran’ın farklı duruşlar sergileme ihtimali üzerinden ya da ABD’nin resmi tepkileriyle konuşmanın faydası yok. Kaldı ki İran bu konuda şu ana kadar verdiği sözleri yerine getirmeye hazır görünüyor. Türkiye’deki bazı çevreler dahil pekçok güç merkezinin kabullenmesi gereken gerçek şu: Türk dış politikası bağımsız hamle yapma ve adım atma konusunda ciddi mesafeler alıyor ve şimdiden söyleyelim; bunlar daha başlangıç.
The Guardian’da yayınlanan ‘İsrail’in nükleer gücü var’ haberini de, ‘Türkiye İsrail’e hangi cüretle tepki gösteriyor’ diyenlere bir okuma parçası olarak önerelim.
***
Bu tabloda CHP Onur Öymen’i, Şükrü Elekdağ’ı parti meclisine almıyor. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun bu konularla ne düzeyde ilgili olduğu malum.
Çünkü CHP’nin kısa ve orta vadeli yol haritasında dış politika yok. ‘Avrupa Birliği bizi almazsa biz de onu istemiyoruz’ kabilinden sözlerin hepsi doğrudan içe dönüktür.
Ergenekon davası, ardından ortaya çıkan Balyoz ve benzeri davalar, Türk ordusunun güçler dengesindeki rolünün değişmesi, bugün yeniden hatırladığımız 27 Mayıs’ın armağanı olan sistemin alt üst olması, yargının siyaset üzerindeki egemenliğinin sona ermesi; tüm bunlar değişim isteyen kitleler üzerinde kuşkusuz olumlu etkiler uyandırdı.
Fakat işin bir de öbür yanına bakmakta yarar var. Yani bu değişimin rahatsız ettiği, savurduğu, umutsuzlaştırdığı, siyaseten kendisini itilip kakılmış hisseden bir kesim de var. Onların yeniden bir çatı altında toplanması, bir siyasi partinin bu kesimlere kuşatan bir dil oluşturması ve de Türkiye’deki yeni döneme onları entegre etmesi gerekiyordu.
İşte Kılıçdaroğlu’nun CHP’si bunları yapmak üzere kodlanıyor. Türkiye’nin dünyayla ilişkileri nereden nereye gidiyor, İran ne olacak, Afganistan’da ne yapacağız ya da Kürt sorunu nereye gider, bu kadar geniş bir alanda bu sorunu nasıl yönetebiliriz gibi soruların muhatabı bugünkü CHP değil, olamaz da.
Deniz Baykal, bu sorulara bir cevap oluşturmuyordu. Ama geçmişin cevaplarını temsil eden bir siyaseti inatla ve sonuna kadar sürdürmeye çabaladı. İnadı ve direnişi ‘kaset’le kırıldı ve Süleyman Demirel’in yanındaki yerini aldı.
***
AK Parti’nin görmesi gereken gerçek biraz daha karmaşık. CHP’deki operasyon ve savrulan cumhuriyetçilerin Kılıçdaroğlu eliyle rehabilite edilmesi, iktidar partisinin sorumluluklarını daha da ağırlaştırdı. Dış politikanın dışında duran bir CHP, AK Parti’ye uluslar arası zeminde daha fazla hareket imkanı sağlayacaktır. Lakin risklerini ve çatışmaları göze almak kaydıyla.
Bunun için de AK Parti’nin ciddi bir silkinmeye ihtiyacı var. Bu da yarınki yazıya.