Kirli bir savaşın ilk günü

Kirli bir savaşın ilk günü

Kararı görünürde, Abdullah Öcalan veriyor. 28 Mayıs tarihli avukat görüşmesinde "31 Mayıs'tan sonra ben çekiliyorum" dedikten ve "orta şiddette bir savaş" uyarısında bulunduktan sonra, "savaş ilanı" tamamlanmış oluyor.

Böylece Apo, İmralı'dan örgütünü yönetmiş ve bir "savaş"ı başlatmış oluyor.

Acaba öyle mi? Her şey bu kadar basit mi?

Dün Hatay'da, Deniz İkmal Destek Komutanlığı'na yapılan saldırı, ilan edilen bu savaşın ilk işareti. PKK kamuoyunu bezdirecek tempoda, güvenlik birimlerine saldırılar düzenleyecek. Kaldırdığımız şehit cenazeleri ile terör, yeniden ülkenin ilk gündem maddesi haline gelecek. Her şey alt-üst olacak.

Terör, doğal afet değil. İhmal eseri ortaya çıkmış bir kaza hiç değil. Kılı kırk yaran hesaplar, birkaç defa imbikten süzülen hazırlıklar olmadan basit bir terör saldırısı bile yapılmaz. Bu hesapların başında ise, dökülen kanın etrafında oluşacak öfke selini ve düşmanlıkları yaratma çabası yer alıyor. Terör, kin ve nefrete yol açmak için tırmandırılacak. O zaman teröre direnmenin, bu kirli savaşı boşa çıkarmanın yolu öfkeye kapılmamak. Kin ve nefrete uzak durmak. Düşmanlıkların salgın hastalıklar gibi yayılmasına izin vermemek.

Öfkeye kapılmadan "bu kirli savaşın amacı ne?" sorusunu sükûnetle sormalı ve tam şu anda ellerini ovuşturup şehit cenazelerinin yolunu iştiyakla gözleyenleri teşhis etmeliyiz. Bu savaştan kimler kazanç sağlayacak? Bugün Hatay'dan gelen altı şehidin cenazesini kaldırırken acımızı içimize gömüp, bu soruların doğru karşılıklarını bulmak zorundayız.

Birincisi, bu savaştan Kürtlerin hiçbir çıkarı yok. Tam tersine özellikle Türkiye'nin batısında yaşayan Kürtlerin huzursuzluğu artacak. İkincisi, bu savaştan PKK'nın da çıkarı yok. Dağda, genel affın çıkmasını bekleyen ve normal bir hayata başlama hayalleri kuran PKK'lılar amacı olmayan bir savaşı sürdürecekler. Bunu söyleyen, savaşı başlatan Öcalan'ın kendisi: "Bu sürecin ne Kürtlere, ne KCK'ya ne de devlete bir faydası var" sözü ona ait. Hatta, PKK'nın bu savaşta yenileceğini, tasfiye edileceğini yani yok edileceğini bile öngörüyor. Uluslararası konjonktür ve bölgedeki dengeler, 90'lı yıllardaki gibi değil. PKK'nın şansı yok. Peki o zaman ne istiyor? Çaresizlik olabilir mi?

Tekrar soralım: Bu savaştan kim kazançlı çıkacak? Bu savaş, PKK içindeki hassas dengelerin eseri. Örgüt içindeki güç ve iktidar hesaplaşması, bu savaş üzerinden görülüyor. Görünürde bu savaş, örgütün devlet tarafından muhatap alınması için yürütülüyor. Bu savaş bir stratejisi olan, siyasî hedefleri olan bir savaş değil. Örgütün taktik önceliklerine dayanıyor. Bu taktik önceliklerin, PKK sorununu var eden Kürt sorunu ile hiçbir ilişkisi yok. KCK ve PKK gibi illegal örgütler ve İmralı'daki Öcalan gayri resmî olarak muhatap alındığı zaman bu savaşın sona ereceği özellikle vurgulanıyor. İlan edilen savaş, dikkat çekmek için yaramazlık yapan çocuklarınki kadar naif.

Peki devlet muhatap alır mı? Hayır almaz. Çünkü PKK'yı ve Öcalan'ı muhatap alanın ahiri kalmaz. Bu sorumluluğu üstlenen bir siyasî aktörün geleceği olmaz. MHP alıcı kuş gibi AK Parti'nin başında bekliyor. CHP'nin bu fırsatı kaçırması imkânsız. Kısaca PKK'yı muhatap alacak bir yetkili yok.

Geriye tek bir merkez kalıyor. Bu kirli savaş sadece Ergenekon yapılanmasının işine yarayacak. Gelen şehit cenazeleri ve artan terörün bulandıracağı hava, tam da kurtların seveceği türden puslu bir hava olacak. PKK, yaptığı saldırılarla sadece Ergenekon'un ocağına odun taşımış ve devlet içindeki çetelerin sıkıştıkları yerden kurtulmasına hizmet etmiş olacak.

Dün Taraf'ta Neşe Düzel'in, Sezgin Tanrıkulu ile yaptığı röportaj temsil edici. Kürt kamuoyu her şeyin farkında. Geriye kalanlar, yani bizler de farkına varmalıyız. Bu kirli savaşın ne Kürtlükle ne Türklükle ilgisi olmadığını kavramak, doğru yolda ilerlemenin ilk adımı olmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi