Hedeflerine değilse de, amaçlarına ulaştılar
Bazılarımız havaalanlarında, bazılarımız ekranları başında, “diken üstünde” saatler yaşadık... Önceki gün sabahtan, dün sabaha kadar, herhalde “en uzun 24 saat” idi... Uçaklar ha kalktı, ha kalkacak!.. Ha indiler, ha inecekler!.. İki yaralıyı taşıyan uçağın tekerleri yere değinceye kadar, hop oturup hop kalktık... Binlerce insan havaalanlarında, onbinlerce insan Taksim Meydanı’nda ve milyonlarca insan ekranları başında “son dakika” haberlerini izlediler... Öyle ya; “bu İsrail’e güvenilmez”di, yaptığı zaten “haydutluk” olan “eşkıya çetesi”nin ne yapacağı belli olmazdı... “Tamam bırakıyorum” der ama, son anda vazgeçebilirdi... Dedim ya; son ana kadar, gözlerimiz ekranda, kulaklarımız “uçak sesi”nde; biraz endişeli, biraz heyecanlı ama en çok da yüreğimiz ağzımızda, bir bekleyiş içindeydik... Saat 10.45 civarında iki yaralı geldiğinde, bu defa diğer yaralıları, ardından “gönüllülerin tamamını” getiren uçakları beklemeye başladık... Saatler 02.45’i gösterip de “son uçağın da geldiğini” öğrendiğimizde, “şükür” dedik, şükür “esaret” bitti... Şükür, “şehid”lerimiz bile “özgürlük”lerine kavuştular...
Bir defa daha, “şehid”lerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine “sabır”, yaralılara “şifa” diliyor, “yardım gönüllüleri”nin tamamına “Hoşgeldiniz” diyor ve hepsini ayrı ayrı yürekten tebrik ediyorum.
“Gazâ”ları mübarek olsun!..
Belki “hedef”lerine ulaşamadılar!..
Ama “amaç”larına ulaştılar!..
“Gazze’ye varamadılar” ama,
“Filistin’e uygulanan insanlık dışı ambargo”yu, “Gazze etrafındaki abluka”yı, en önemlisi de “siyonist İsrail”in ne kadar “gaddar”, ne kadar “insanlıktan nasipsiz” ve ne kadar “haydut” olduğunu dünyaya gösterdiler!
“İHH öncülüğü”nde gerçekleşen bu “kutlu yolculuk”ta bulunanları tek tek kutluyorum... Kim ne derse desin, onlar “surda bir gedik” açmışlardır... İsrail’in uyguladığı bu “ambargo” er veya geç kalkacaktır... “Sivil inisiyatif”le değilse, “askerî inisiyatif”le kalkacaktır... Ama, bu “zulüm çemberi” mutlaka kırılacaktır!..
KURTARMA OPERASYONUNUN ARKA PLÂNI
Bu “esaret zinciri”nin kırılmasında, İHH, elbette başrol oynamıştır... Ama, onların “esaret”lerinin sona ermesinde de; başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti” olmak üzere tüm “kamuoyu”nun, aralarında “çatlak sesler” çıkaranlar, “İsrail ağzı” kullananlar olmasına rağmen “medya”nın, “partiler”in ve elbette “STK temsilcileri”nin büyük rolü olmuştur!..
Hepsine şükran borçluyuz.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun şahsında, “bütün kabine üyeleri”ni tebrik etmek gerektiğine inanıyorum.
Gerçekten de “olağanüstü bir gayret” sarfettiler...
Türkiye’nin “yeniyetme” ve “kabile devleti” olmadığını, bir defa daha bütün dünyaya gösterdiler...
Bu olayda “dize gelen” sadece İsrail değildir.
ABD de dize gelmiştir!..
ABD, “Türkiye’nin kararlı tutumu” üzerinedir ki; “Ortadoğu’daki şımarık çocuğu İsrail”i uyarmak ve “Esirleri serbest bırak” demek zorunda kalmıştır!..
Obama, ancak İsrail’den bu “garanti”yi aldıktan sonradır ki Başbakan Erdoğan’la görüşebilmiş ve “İstekleriniz doğrultusunda bir çözüm bulacağız” demek zorunda kalmıştır!..
Peki, ABD Başkanı Barack Obama, bu garantiyi vermeseydi ne olurdu?..
Sanıyorum bu sorunun cevabı, Başbakan Erdoğan’ın, Şili dönüşü AK Parti Grubu’nda yaptığı konuşmada yatıyor...
İSRAİL İLE SAVAŞA RAMAK KALMIŞTI
Birçoklarının belki de farkına varamadığı ya da önemini kavrayamadığı o söz şuydu:
“İsrail yönetimine karşı alacağımız kararlar milletimize hayırlı olsun!”
Konuşmanın önemi, “konuşma öncesi” yapılan toplantılardan kaynaklanıyordu... Erdoğan, Şili ziyaretini yarıda kesip Ankara’ya geldiğinde, “MİT, Genelkurmay ve bakanlar”la bir toplantı yapmış ve toplantıda şöyle bir görüş benimsenmişti:
“Gazze’ye derhal resmi bir yardım gemisi gönderelim... Donanma’ya bağlı gemiler de bu yardım gemisine eşlik etsin!”
Böyle bir tavır, belki de “İsrail’e savaş ilanı” olacaktı!.. Ama, ne olacaksa olsundu!..
Erdoğan, Grup’ta yaptığı konuşmada yaka silkip, “Yetti artık” diyordu ya, işte o tavır, “her şeyi göze almış” olma tavrıydı...
Hükümet ve asker kararlıydı;
“Donanma Akdeniz’e açılacak”tı!..
Bu kararlılık, elbette “diplomatik bir lisan”la, hem ABD’ye, hem BM’ye bildirildi.
Dile kolay, “savaşın eşiği”ne gelinmişti.
“Türkiye’nin kararlılığı”nı gören ABD ve BM’nin paçaları tutuştu... BM, belki de tarihinde ilk defa, “Davutoğlu’nun çağrısı” üzerine olağanüstü toplandı ve yine tarihinde ilk defa “İsrail’i kınama” kararı aldı...
Obama’ya gelince..
Tayyip Erdoğan’ın, “Esirler serbest bırakılmazsa sizinle görüşmem” kararlılığı üzerine, Obama derhal İsrail’i aradı ve garanti istedi...
Pazartesi günü, saatler 21.45’i gösterdiğinde, İsrail’den haber geldi: “Esirleri bırakacağız!”
Ancak bu “mecburi açıklama”dan sonradır ki; saat 20.00’de yapılacağı bildirilen Erdoğan-Obama görüşmesi gerçekleşebildi... “Ahize”ler karşılıklı kaldırıldığında saat 23.15’i gösteriyordu!..
Evet, “3 saatlik bir rötar” vardı!..
Ama Türkiye, “istediğini” almıştı!..
Ki, ancak bundan sonra;
“Donanma’nın Akdeniz’e açılması”ndan vazgeçildi!..
Ama bu, “bundan sonra açılmayacak” demek değildi!..
CEVDET’İN ŞEHADET FOTOĞRAFI!
İsrail’in “kanlı saldırı”sından sonra, “ölülerin, yaralıların ve gönüllüler”in İsrail’in elinden kurtarılmasıyla ilgili, elbette çok şeyler yazılacak, çok şeyler söylenecek... “Korsan çetesi”nin bileklere taktığı “kelepçe”leri, “tuvalet”e bile izin vermemelerini, güverteye çıkardığı insanların üzerine “soğuk havada, soğuk deniz suyu”nu boşaltıp, adeta “buzdolabı işkencesi” uygulamalarını, “30-35 saat aç-susuz” bırakmalarını, eski muhabirimiz Cevdet Kılıçlar’ı “Flaş patlatıyor” diyerek “tam alnının ortasından” vurmalarını, “yaralıları denize atmaları”nı, “kendi yaralılarını teslim eden doktoru bile kurşun yağmuruna tutmaları”nı, İsrail hapishanelerinde “işkence üzerine işkence” uygulamalarını, hasılı kelam “İsrail’in insanlık dışı tüm barbarlıkları”nı yazmaya, konuşmaya elbette devam edeceğiz!..
Ama, istedim ki;
Bu “kurtarma operasyonunun arka planı”nı da bilesiniz... İstedim ki, “Türkiye’nin büyüklüğü”nü göresiniz... Evet evet; bölgede sadece “Amerika” değil, artık “Türkiye” de var!..
Çok doğru... “Şehit”lerimiz var, “yaralı”larımız var.. Ama onlar, şehadetleri ve yaralarıyla büyük bir yol açtılar...
“İz” bıraktılar arkalarında!..
Mesela, Cevdet Kılıçlar kardeşimiz...
“Kanlı baskın”dan sonra, kurşunlar yağarken, “Hiçbir şey olmasa, şehit oluruz” demiş... Birkaç dakika sonra da, “kahpe kurşun”larla şehit olmuş...
Peki, “ölüm” bir son mu?..
Elbette hayır!..
GAZZE ŞEHİTLERİ İÇİN ANIT
Gerek 1. sayfamızda, gerek orta sayfamızda yayınladığımız “Cevdet’in şehadet fotoğrafı” tarihe bir “belge” olarak geçecektir... Bu fotoğraf, bir “belge” olarak kazınacaktır insanların hafızalarına...
“Belgesel”lere konu olacaktır!..
“Film”lere konu olacaktır!..
Bu fotoğraf, “İsrail’in intihar fotoğrafı” olacaktır!..
Bugün, onu toprağa vereceğiz... Tıpkı, dün “cenaze namazları”nı kılıp memleketlerine uğurladığımız “şehitlerimiz” gibi, bugün onu da toprağa vereceğiz...
Bu vesileyle demek istiyorum ki;
Keşke onlar “ayrı ayrı” değil de, bir arada toprağa verilseydi... Bir arada toprağa verilip, bir de “Gazze Şehitleri” yazılı bir “anıt” dikseydik mezarlarının başına...
Yine de vakit geçmiş değil...
En azından İstanbul’da toprağa verilecek Cevdet Kılıçlar ve diğer şehidimizin mezarlarının yanına, “bütün şehitlerimiz” adına bir “Gazze Şehitleri Anıtı” dikilebilir... “Her yıl 31 Mayıs’ta” da, bu anıtın önünde törenler düzenlenebilir, “dua”lar edilebilir ve her yıl “İsrail’in korsanlığı” lânetlenebilir!..
Okuyucularımız adına teklif benden, uygulaması yetkililerden... Dilerim bu çağrıya bigâne kalmazlar.
Bugünlük diyeceklerim bu kadar.
=================
Kılıçdaroğlu mizahları!
Bu memleketin, özellikle de CHP’nin “Kılıçdaroğlu’ndan çekeceği” var... Öyle “temelsiz”, öyle “sığ” şeyler söylüyor ve öyle “tribün”lere seslenip “popülizm” yapıyor ki, inanın üzülüyorum...
CHP, bu adama umut bağlıyorsa, vah o CHP’nin haline... İnanın “önyargılı” olduğumdan değil, sadece “adam gibi bir muhalefet” istediğim için üzülüyorum CHP’nin hâline...
Şu hâle bakın... Dünkü TİM Kongresi’nde konuşup, Başbakan Erdoğan’a cevap veren Bay Kılıçdaroğlu demiş ki; “Tamam, popülizm bir tuzaktır... Söyler misiniz, Tunceli’de Allah’ın kışında buzdolabını ben mi dağıttım?”
Lâfa bak, hizaya gel... Hadi, “yazın ortasında soba mı dağıtılır?” filan dese, hak vereceğim... Ama birader, “buzdolabı” adlı bu eşyanın, “sadece yazın kullanılır” diye bir kuralı mı var?.. Buzdolabı, “yaz-kış kullanılıyor” ise, kışın dağıtılmasında ne sakınca var?..
Bay Kılıçdaroğlu, hem “ekonomik yardım”ları eleştirmiş ve hem de “terörle mücadelenin yolu ekonomiden geçiyor” dememiş mi, işte bu “mantık fukaralığı”na gülmeden edemedim...
Böyle bir Kılıçdaroğlu varken, “mizahçı”lara hiç gerek yok!..