Düşmanın dili olmak!
Kuşatma altındaki Gazze’ye insanî yardım götürmek için yola çıkan ama insanlık dışı tutumlarıyla asıl “insanî yardıma” ihtiyacı olan İsrail askerleri tarafından zorbaca engellenen gönüllüler hükümetin kararlı tutumu sonucu ülkemize döndü… Elbette bir kısmı, şehid olarak.
Şehidler boşuna canlarını vermediler. Onların kararlılığı, hiç şüphe edilmesin ki, insanlık dışı tutum sergileyenlerin kalblerinde büyük bir korku meydana getirdi; insanlık âleminde de uyanışa yol açtı. Hepimizin başı sağ olsun! İçlerinde bir hayli yazar-gazeteci arkadaşımız bulunan gazilere de geçmiş olsun…
Bir kaç gündür tabiatıyla bu konuyu işliyoruz. Çeşitli yönlerden bakarak bazı tavır alışları değerlendiriyoruz.
Şu günlerde Türkiye aleyhine, Türkiye’yi yöneten hükümet aleyhine ve onun dışişleri bakanı ve başbakanı aleyhine açık veya gizli en ağır sözleri kimler sarfediyordur?
Hiç tereddüt yok: İsrail’in eli kanlı idarecileri!
Bulundukları mevki ve dünyanın yek vücut olmasından ötürü belki açıkça konuşamıyorlar ama, karınlarından bu minval üzere konuştuklarından hiç şüphe yok.
Son olaylarla ilgili hükümet, dışişleri bakanı ve başbakan üzerine düşeni yaptı mı?
Bundan da şüphe yok. Biz değil, dünya böyle düşünüyor!
Bugüne kadar ne dünyada ve ne de Türkiye’de İsrail’in zorba yöneticilerine karşı bu kadar yüksek sesle konuşan ve milletlerarası camiayı harekete geçiren bir tutum sergilenmedi. Elbette, hangi partiden veya siyasî görüşten olursak olalım, bunu görmek ve ilgilileri, yetkilileri tebrik etmek durumundayız.
Peki bu yanlışlıkları, noksanları görmemize ve gerektiğinde eleştirmemize engel olur mu? Elbette her türlü eleştiri, makul zeminde, yerinde ve tutarlı olmak şartıyla yapılmalı ve böylece işin yürütücülerinin yanlış yapmasını önlemeliyiz.
Bunlara eyvallah!
Bugünkü hükümetin, başbakanın malum olay konusunda tutumuyla içeride ve dışarıda kazandığı prestij kimleri rahatsız eder?
Öncelikle İsrail yöneticilerini ve onların paralelinde olan, yandaşı olan kesimleri rahatsız eder. Onlar şu günlerde çok açık konuşamazlar, hele yüksek sesle rahatsızlıklarını dile getiremezler.
Bir de, siyasî zeminlerini kaybetme endişesi olan parti yöneticileri ciddi şekilde tedirgindirler.
Onlar hükümetin ve başbakanın milletin gözünde itibar kazanmasının, hem de bunun “milliyetçi” zeminleri tüketecek şekilde ortaya çıkmasının ciddi rahatsızlığı içinde olurlar.
Devlet Bahçeli’nin kendisinin de belki farkında olmadığı şuuraltı böyle bir konuşmaya onu sevketmiş olmalıdır. Ancak şuuraltı onu düşmanın dili ile konuşturmuş olabilir!
Partililer, taraftarlar gocunmasınlar. Bizim şahıslarla ve kurumlarla bir alıp veremediğimiz yok. Ne Bahçeli Bey’e, ne de her hangi bir siyasi partiye düşmanlığımız sözkonusu.
Evvelki günkü yazımıza ölçü dışı tepki veren, kendini MHP’li veya “ülkücü” addedenlere söyleyeceğimiz şu: Küfre varan ifadeler yerine, yazıda dile getirdiğimiz hususlarla ilgili tatminkâr açıklamalar yapın! Bahçeli Bey de öyle yapsın. Biz de hakkı teslim edelim!
Kitap hattı:
Veliaht. Mahir Adıbeş’in romanı. Yazar, Bağdat’ta 1928’de doğup 1950’de Eskişehir’in Çifteler Harası’nda ölen Sa’ad adlı atın hayatını romanlaştırmış. Koşu hayatına Irak’da başlayıp, Lübnan ve Hindistan’da devam eden, Bağdatlı zengin bir ailenin atı olan Sa’ad, Bombay’da kaybettiği yarıştan dolayı gözden düşünce geri getirilip sütçü beygiri olarak çalıştırılmış. Koşu hayatı çok kısa süren Sa’ad son yarışına kadar sürekli kazanmış, saf kan Arap bir yarış atıdır. Türkiye’de, asil kan Arap atçılığı yetiştirme kararı alınınca, Bağdat’tan 1933’de satın alınıp, Bursa Karacabey Harasına getirilerek damızlık yapılmıştır. Türk edebiyatında konusuyla bir ilk olan Mahir Adıbeş’in romanı ilgiyle okunacak bir eser. (Bilgeoğuz yayınları, 0212 527 33 65, [email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.