Kemal Bey’i CHP’nin başına İsrail mi gönderdi?
Diyorlar ki; madem “insanî yardım” götürüyordun, madem “merhamet” ve “insanlık” taşıyordun, madem Gazzeli çocuklara “kanarya” verecektin, o zaman niye “izin” almadın İsrail’den?.. Niye başkaldırdın “İsrail otoritesi”ne?.. Senin amacın “yardım” mıydı, yoksa “provokasyon” mu?.. Bu ve benzeri sorular, önce CHP’nin medyadaki “yoldaş ve candaş”ları tarafından dillendirildi... Sonra da Kemal Kılıçdaroğlu aldı sazı eline, başladı Tunceli dolaylarından türkü söylemeye... Ben, “olayın bu boyutu”na geçmeden önce, önceki günkü Milliyet’in sürmanşetinde yayınlanan bir “haber”den söz etmek istiyorum... “Abluka altındaki Gazze”den bildiren Murat Sabuncu’nun “İnsaf bekliyor” başlıklı haberinde deniliyor ki; “Kuvözde yaşam mücadelesi veren Rejat’ın, yaşamak için İsrail’de ameliyat olması gerekiyor... Ama İsrail, Rejat’ın ailesinin Hamas’lı olup olmadığını araştırıyor... Ancak zaman, hızla daralıyor!”
İSRAİL İZİN VERMEZSE ÖLECEK
Haberin ayrıntıları şöyle:
“Küçücük bir beden. Eli ayağı her yeri küçük... Kısa bir süre önce doğmuş. Saçları var ama... Bebek işte, bildiğin. Ama bilmediğin... Belki de dünyanın en talihsiz yerlerinden birinde dünyaya gelmiş olduğu... Üstelik, daha da kötüsü “hasta” olarak...
Mavi bebek o... Kalp kapakçıklarıyla ilgili bir problemin sonucu ortaya çıkıyor bu durum. Hemen ameliyat edilmesi gerekiyor. Ama mümkün değil.
Çünkü o bebek Gazze’de doğdu.
Pek çok ameliyatın imkansız olduğu yerde!.. Ameliyatı beklerken her gün bir ilaç kullanması gerekiyor. Doktorlar Birlemiş Milletler’den 5 tane temin etmiş. Yeni ilaç bulunmazsa ya da İsrail ülkesine kabul edip ameliyat ettirmezse yaşayamayacak.
Küvezin içinde!.. Eğilip yakından bakıyorum.
Gözleri sıkı sıkıya kapalı.
Doktor muayene ederken biraz hareketleniyor.
Adı Rejat. Gazze’deki çocuk hastanesinde görüyorum onu. Üzerlerinde UNICEF yazan 4 kuvezden birinde bekliyor.
Doktorlardan biri anlatıyor:
“Bebeğin durumu İsrail’e bildirildi. Ailesi araştırılıyor. Hamas üyesi mi, değil mi diye. İlaç için her yere başvurduk. En azından birkaç tane daha bulunsa, birkaç gün daha yaşatabilsek. Belki o sırada geçiş olur öbür tarafa.”
Hiçbir ekleme-çıkarma yapmadan, haberi aynen aktardım ki, İsrail’in ne kadar “insanlıktan nasipsiz” olduğu net olarak görülsün!..
Hani diyorlardı ya, “izin alınmalıydı!”
“İzin” veriyor mu ki, alınsın?..
Hem, “izin” isteniyor da, ne değişiyor ki;
İsrail, hâlâ “anasını-babasını” araştırıyor!..
Demek oluyor ki;
“Aile Hamas’lı” ise, Rejat ölecek!..
“İnsanlık” mıdır bu?..
“İzin” dediğin “insan”dan istenir!..
“Hayvan”lar izinden ne anlar?..
KEMAL BEY, HEDEF SAPTIRIYOR
“Filistin cephesi”nde durum bu iken, gelin şimdi de Türkiye’ye gelelim...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önceki gün CHP Grubu’nda konuşuyor ve diyor ki;
“İsrail’in büyükelçisi, insani yardım götürülmeden önce defalarca açıklamalar yaptı…
'Göndermeyin, müdahale edeceğiz' dedi...
Şimdi bütün bunlara rağmen biz yurttaşlarımızı bindirdik gemilere ve oraya gönderdik.
Bu uyarılar hangi gerekçe ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından dikkate alınmamıştır? Sivillerin açıkça ölüme gönderilmelerinden kim sorumludur?.. 'Göndermeyin' diyorlar, 'gönderirseniz müdahale edeceğiz' diyorlar… Siz, bizim insanlarımızı gemiye bindirip ölüme gönderiyorsunuz…
O zaman Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin varlık nedeni ne? Kendi insanlarını ölüme göndermek mi?''
Söyleyin Allah aşkına;
Bu sözler “kanlı İsrail saldırısı”nı haklı çıkarmaya çalışmak değildir de nedir?..
Neymiş, İsrail “göndermeyin” demiş de, Hükümet göndermiş!..
Ne yani; İsrail bizim “efendimiz” veya “kocamız” mıdır ki, onun “buyruk”larına göre hareket edelim?..
“İsrailperestliğin” bu kadarına pes!..
Bir kere, Kılıçdaroğlu’nun şunu öğrenmesi lazım:
“Sivil toplum örgütü” olarak bilinen örgütlerin “hükümete haber vermek ve hükümetle temasa geçmek” gibi bir yükümlülükleri varsa da, “mecburiyet”leri yoktur!.. Aksi halde, zaten “sivil” olmazlar!.. “Yarı resmî El Ahram gazetesi”nin konumuna düşerler ki, o zaman ne “güç”leri olur, ne “etkinlik”leri!..
Sivil toplum örgütlerinin tek özelliği, “hükümet dışı” olmalarıdır... Üstlendikleri “misyon” konusunda “hükümetten izin alacak” olsalar, o zaman “resmî bir hüviyet” kazanırlar ki; bu durumda hükümet, onlara niye izin versin ki?..
Yapılacak işi, tutar kendisi yapar!..
Aslında var ya;
Bu “yardım filosu”nun asıl düzenleyicisi, “dört kadın” tarafından kurulan “Free Gaza Movement” yani “Özgür Gazze Hareketi”ydi... “Gazze’ye ambargo”yu delmek için ilk teşebbüste bulunan onlardı...
Ama, gerek “küçük gemi”lerle ve hatta “yat”larla yola çıktıkları için, İsrail tarafından engellendiler!..
Ne yapsınlar, güçleri yetmedi...
Ama İHH’nın da harekete katılmasıyla dengeler değişti ve devreye “dev filo”lar girdi...
“Sivil itaatsizlik” daha da güçlendi!..
Peki, İHH, iddia edildiği gibi, “Hükümetten yardım” isteseydi ne olurdu?..
O zaman ne yapacaktı hükümet?..
“Durun, yolda başınıza bir şey gelir!..
Yanınıza askerî fırkateynlerden ikisini alın da, öyle çıkın yola” mı diyecekti?..
O zaman ne olurdu biliyor musunuz;
Resmen ve alenen “savaş” çıkardı!..
Böyle bir durumda Kemal Bey ne derdi bilmem...
Herhalde, takacak yeni bir kulp bulurdu.
İHH’YI BIRAK, İSRAİL’İ SORGULA!
Kemal Bey, İsrail’in, hem de “uluslararası sular”da, niçin böylesine “kanlı bir saldırı” yaptığını soracağı/sorgulayacağı yerde, kalkmış “İsrail’in uyarısı”nı sahipleniyor!..
“Uyarıya rağmen niye yola çıktılar?”
Yahu, azıcık saksıyı çalıştır be adam;
“İsrail kim oluyor ki, böyle bir uyarı yapma cür’etinde bulunuyor?.. Uluslararası sular, İsrail’in babasının çiftliği mi ki, gelene vuruyor, gidene vuruyor?!?.. Uluslararası sularda bulunan bir gemiye kanlı saldırı düzenlemek hangi hukukta yazıyor?”
Hem sonra, Greenpeace eylemcileri, bir “eylem” yapmaya kalkıştığında, herhangi bir hükümetten izin filan mı alıyorlar?..
“Sivil toplum örgütü” dediğin, zaten “sivil itaatsizlik” için, “otoriteye başkaldırı” için var değil midir?..
İHH ve FGM’nin yaptığı da budur...
Evet, amaçları “Gazze’ye yardım” götürmekti... Ama bir hedefleri de “ambargoyu delmek”ti!..
Böyle bir “hedef” ortaya koydukları için onları kimse suçlayamaz, kimse “gık” çıkaramaz!..
Bay Kılıçdaroğlu, sen bırak İHH’yı da, “Rejat bebeğin tedavisi”ni yapmayan İsrail’e söyle, ne söyleyeceksen!..
Çünkü İsrail, onun için de
“Göndermeyin” diyor!..
Hele ailesi Hamas’lı ise;
“Hiç göndermeyin!”
Kimbilir, belki de öldürebilirler!..
Öyle ya;
İsrail, “öldürmeyi” çok iyi bilir!..
SON ANDA ROTAYI DEĞİŞTİRECEKLERDİ!
Neyse, konumuza dönelim...
Belki duymuşsunuzdur, İHH’nın son girişiminde Türkiye’de kalıp, “medya işlerini organize etmek”le görevlendirilen yazarımız Abdurrahman Dilipak, geçenlerde bir-iki televizyon ekranında açıklamıştı...
Dilipak’ın açıklamasına göre, “yardım gemilerinin rotası” önceden belirlenmişti...
Uluslararası sularda bir süre yol aldıktan sonra, bir “İsrail engellemesi” karşısında çok fazla direnmeyecekler, hele “sonuna kadar” hiç direnmeyecekler, “rota”larını Mısır ve Lübnan’a çevireceklerdi...
Bunu, daha önce de “deklare” etmişlerdi!..
Ama, “beklemedikleri” bir şey oldu!..
“İsrail karasularının 77 mil ötesinde” seyrederlerken, “kanlı bir saldırı”ya maruz kaldılar!..
“9 ölü, 21 yaralı!”
Peki, bir “engelleme” ile karşılaştıklarında Mısır ve Lübnan limanlarına gideceklerini “deklare” etmiş olmalarına rağmen, “her şeyi duyan” İsrail istihbaratı, bu açıklamayı duymadı mı?..
Yoksa, duydu da bile bile mi saldırdı o gemilere, bile bile mi kan döktü?..
Asıl sorulması gereken budur!..
“Göndermeyin dediler” demek kolay!..
Ama, bu soru, cevabı zor bir soru!..
Çünkü bu sorunun ucunda “korsanlık”tan da öte “kan” var, “katliam” var!..
Kılıçdaroğlu, bu soruyu teğet geçiyor!..
Anlaşılan “İsrail’i gücendirmek” istemiyor!..
İSRAİL+ASKER+MEDYA’NIN YAPTIKLARI
Zaten, bu ülkede ne olduysa, bu ülkenin başına hangi çoraplar örülüp, çuvallar geçirildiyse, hep “İsrail’i gücendirmemek” için yapıldı!..
Hele okuyun Hasan Cemal’in önceki günkü Milliyet’te yazdığı şu “rezalet”i!..
“Yıl 1996, Mart ayı... Türkiye ile İsrail arasında askerî işbirliği anlaşması imzalanır...
Ama Hükümet’in bu gelişmeden haberi yoktur!..
Anlaşmanın imzalanmasından on gün sonra, 6 Nisan 1996’da Milli Savunma Bakanı Oltan Sungurlu’ya sorulur, “Nedir bu anlaşma” diye... Sungurlu’nun yanıtı bu ülkede asker-sivil ilişkileri açısından ibret vericidir:
“Anlaşmanın gizlilik derecesini bilmiyorum.
Açıklama yapamam.
Zaten anlaşmanın içeriğinden de habersizim.”
Bir başka ülkeyle, milli savunma bakanından gizlenerek imzalanan askeri işbirliği anlaşması!!!
Olabilir mi demokrasilerde?
‘Bizim demokrasimiz’de olabiliyor.
Yukarıdaki örnek 28 Şubat döneminden.”
Ve, bir başka örnek... Nazlı Ilıcak’ın, 2 Haziran’da Sabah’ta yayınlanan yazısı:
“28 Şubat'ın temelinde İsrail'in parmağı bulunduğu rivayet edilir. (...) Çevik Bir'in, 2006'da, ABD'deki Middle East Forum isimli düşünce kuruluşunun dergisinde bir makalesi yayınlanmıştı. Bu makalede önemli bir ifşaat yapıyordu: "Türkiye, İsrail ilişkilerinde en zor sınavını 1996'da Erbakan hükûmeti zamanında yaşadı. Bazı uzmanlar, Erbakan'ın seçilmesinin bu ilişkiye ağır bir darbe indireceğini düşündü. Fakat bu gerçekleşmedi. Ordu, Erbakan'ın İsrail ile ilişkileri tehlikeye dönüştürmesine izin vermedi."
GEÇTİ O DEVİRLER!
Evet, bir zamanlar “bizim demokrasimiz” böyleydi... “Askerler, hükümetten habersiz anlaşmalar imzalar”lar ve yine “İsrail gücenmesin” diye “askerler, hükümetleri alaşağı ederler”di!..
Eh, “demokrat” ve “siyasetçi” geçinip de “asker eliyle sonuç almayı” maharet sayanlar da, “görev” için ellerini ovuştururlar, kuyruğa girerlerdi!..
Açık söyleyelim;
Bugün de “eski güzel günlerin özlemi” içindeler!.. Yine “İsrail lobisi” ile birlikte hareket edip, “AK Parti Hükümeti’ni devirmeye” uğraşıyorlar.
Ama bu defa pabuç pahalı!..
Çünkü “oyun”ları “deşifre” oldu!..
“Maske”leri düştü!..
Kemal Kılıçdaroğlu istediği kadar “İsrail yandaşlığı” yapsın, onun “yoldaş ve candaş” kalemşörleri de istedikleri kadar “İsrail ağzı” kullansın!..
Bu defa başaramayacaklar!..
“Ergenekon avukatlığı” nasıl işe yaramadıysa;
“Tel Aviv avukatlığı” da işe yaramayacaktır!..
Çırpınmaları boşuna!..
Kemal Bey’e tek tavsiyem;
Gel, “bizden yana” ol!..
“Domuzdan yana” değil!..
Aksi halde, sormaya başlayacağım;
“Sizi CHP’nin başına İsrail mi gönderdi?
Siz, İsrail’den izin alarak mı geldiniz?..”
“Gönderin” dediler de mi “geldiniz?”
Eğer kahvede konuşsaydım!
Eğer bir “kahve köşesi”nde “Sarı Çizmeli Memedağa” olsam, ben de her gün onlarca hükümet kurar, onlarca hükümet devirir, memleketi kurtarırdım... Nasıl olsa, “Sırtımda yumurta küfesi yok” ya, atardım atabildiğim kadar!..
Meselâ, Anayasa Mahkemesi üyelerine seslenir;
Meclis’te yapılan değişiklik “seninle ilgili” olduğuna göre; sen “taraf”sın, yani “tarafsız” karar veremezsin, o halde “taraf” olduğun bir dâvâya bakamazsın... “Bu dâvâyı baştan reddetmeliydin” derdim!..
Hadi, baktın ve “şekil” yönünden inceleyeceğini söyledin... O zaman “verdiğin sözde” dur!.. “Başörtüsü” meselesinde olduğu gibi; “şekil”den deyip de “esas”a girme!..
Öyle ya, “söz” dediğin “ağız”dan çıkar ve söz bir “senet”tir, “teminat”tır!.. Eğer “şekil” deyip de “esas”a girersen, sözü “yalama” etmiş olursun!.. O zaman ne “güven” kalır sana, ne “saygı!”
İşte açıkça söylüyorum: “Şekil” deyip de “esas”a girerseniz, derim ki; “Ben de sizi tanımıyorum!”
Öyle ya; “sözünde durmayan” adamın sözüne itibar edilmez!..
Evet; “kahve köşesi”nde olsaydım, bunları söylerdim...
Ama “gazete köşesi”nde bir “yazar” olduğum ve “sorumluluk” taşıdığım için söyleyemiyorum...
Ne demek istediğimi arif olan anlar!..