Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İstanbul’da barış davulları... BM’de savaş tamtamları!

İstanbul’da barış davulları... BM’de savaş tamtamları!

Önceki gece, BM Genel Kurulu’nun “2 ret, 1 çekimser” oya karşılık “12 oy”la aldığı “İran’a ambargo” kararının açıklandığı saatlerde, “gazete yöneticileri”yle birlikte “8. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nı izlemek üzere Ataköy’deki Sinan Erdem Spor Salonu’nda bulunuyordum... Orada, “120 ülkeden gelen 750 öğrenci”nin sergileyeceği “maharet”leri izleyecektik... Kimi “şarkı-türkü” söyleyecek, kimi “şiir” okuyacak, kimi “folklor oyunları”ndan örnekler sergileyecekti... “Dünyanın dört bir tarafından gelen” bu çocukları, Dolmabahçe Sarayı’ndaki “Olimpiyat’ın açılış töreni”nde de seyretmiştim... Ama önceki akşamki “final” gecesi, gerçekten de “muhteşem” oldu... Her şeyden önce, “gecenin organizasyonu”nda büyük emeği olduğunu öğrendiğim “Ahmet Gül ve arkadaşları”nı özellikle tebrik ediyorum... Çünkü, etkinlik boyunca, salonda hiçbir aksaklığa meydan vermediler... Çocukların “mükemmele yakın Türkçe” konuşmaları, şarkı ve türkülerinde “mahallî” ifadeleri bile ustalıkla söyleyebilmeleri gerçekten etkileyiciydi... Türkistan’dan gelen Devran’ın, Mozambik’ten gelen Shakira ve Bangayana’nın, G.Kore’den gelen Dang Gean Lee’nin ve Kerkük’ten gelen Sarah’ın söylediği türküler, Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan başta olmak üzere, salondaki birçoklarını ağlattı... Gazeteci arkadaşların bazıları da gözyaşlarına hakim olamadı...
Elbette ben de duygulandım... Ama, ağlayamadım...
“Gözyaşlarımın tamamı”nı “Gazze ve İskenderun şehitleri” için döktüğümden olsa gerek, “göz pınarları”mdan yaş gelmedi...
Oysa, zaten “duygusal biri” olduğum için ağlayabilirdim... Çünkü, “dünyanın dört bir tarafından” gelen bu çocuklar, “barış” için gelmişlerdi ülkemize... “Dünyanın dört tarafından” toplanıp Gazze’ye gitmek isteyen insanlar da; aslında “yardım”ın da ötesinde, “insanlık” götürüyorlardı, “barış” götürüyorlardı...
Türkiye’ye “barış” için gelenleri “çiçek”lerle karşıladık, “sevgi”yle kucakladık... Ama Gazze’ye “barış” için gidenler, “terörist İsrail” tarafından “bomba ve kurşun”larla karşılandı, “kin ve nefret”le kelepçelendiler!..
Öldürüldüler!.. Yaralandılar!..
Dedim ya; onlar için çok ağladığım, gözlerimde yaş kalmadığı için; misafir çocukların masumiyetini görünce çok duygulandım ama ağlayamadım...
ERDOĞAN’IN 3 KELİMESİ: BARIŞ, BARIŞ, BARIŞ!
Aslında, gecede; son derece duygusal, bir o kadar da anlamlı “enfes bir konuşma” yapan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi; bir “gönül hareketi” olan “Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nın ve bu harekete öncülük eden “Türk okulları”nın, bu okullardaki “öğretmen”lerin “dostluk, barış ve insanlığa, insanlığın geleceğine” katkıları gerçekten çok büyük... Öyle inanıyorum ki; bu çocuklar, kendi ülkelerinde “yönetici” makama geldiklerinde, Türkiye ile ilişkileri, “barış” temeli üzerinde inşa edecekler... Evet, onlar, “geleceği inşa” edecekler...
Zaten biz de hep “barış” demiyor muyuz?..
Öncelikle “sınır komşularımız”la, sonra bütün ülkelerle ilişkilerimizde “sıfır problem” stratejisi uygulayıp, dünyaya “barış”ın egemen olmasını istemiyor muyuz?..
Erdoğan, konuşmasında öyle diyor ya;
“Biz hiç kimsenin diliyle, inancıyla, derisinin rengi ve etnik kökeniyle ilgili değiliz...
Biz hem bölgemizde, hem tüm dünyada sadece barış istiyoruz...
Barış mücadelesinde de son derece samimiyiz...
Biz, kelime anlamı itibariyle barış demek olan İslâm dininin mensuplarıyız...
Türkiye, geçmişten bu yana; zorda kalan birçok ülkeye yardım etmiştir... Açe’ye de yardım etmiştir, Haiti’ye de... Bugün, hiçbir art niyet taşımadan Ramallah’ın, Kudüs’ün ve Gazze’nin çocukları için de adalet istiyoruz...”
Erdoğan, daha sonra “en hassas” olduğu konulardan birine, evet “Korsan İsrail’in yardım gemilerine saldırması” olayına getirdi sözü ve özetle dedi ki;
“Hayatının baharında umut dolu gençleri, Filistin’de nice genci katlettiler. Bütün bunlar bir yana, Gazze’ye insani yardım taşıyan gemiye uluslararası sularda saldırdılar. 19 yaşındaki Furkan Doğan’ı hayalleri ile birlikte öldürdüler. Yeryüzünde hiç kimse çocukların katledilmesini mazur gösteremez. Bir çocuğun ölümü, bütün insanlığın ölümüdür. Masum bebeklerin, masum sivillerin katledilmesine göz yumanlar, görmezden gelenler en az katiller kadar sorumludur. Dünyanın neresinde olursa olsun, insanlar geleceğe umutla baksın istiyoruz. En büyük hizmet insana, eğitime yapılıyor. Dostluğa ve kardeşliğe yapılıyor.”
Erdoğan, konuşmasının sonunda; Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin sözüne de atıfta bulunarak, dedi ki;
“Bizim düşmanımız cehalettir, zarurettir, ihtilaftır.
Bu üç düşmana karşı sabırla, marifet ve ittifak silahları ile mücadele ederim.
Gelecekte en gür sadâ barışın sadâsı olacaktır.”
BM’DE SAVAŞ TAMTAMLARI!
Başbakan Erdoğan, salondakiler tarafından “ayakta alkışlanan” konuşmasında, “Barış!.. Barış!.. Barış” derken, dahası; bunu “söylem”le bırakmayıp “eylem”leriyle de gösterirken, “Okyanus ötesinde” toplanan ülkeler, adeta “savaş tamtamları” çalıyordu...
Evet, evet;
“8. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”na katılan “120 ülkeden 750 çocuk”, sahneye “davul”larla çıkıp, “barış” için tokmak vururken, aynı saatlerde ABD’nin başını çektiği 12 ülke “savaş tamtamları” çalmakla meşguldü!..
Olayı biliyorsunuz... Türkiye ve Brezilya’nın “hayır” oyu kullandığı, Lübnan’ın ise “çekimser” kaldığı BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada, İran’a “ambargo” uygulanması kararı alındı...
Kararın savunulacak bir tarafı yok...
Çünkü İran, Türkiye ve Brezilya’nın “ikna çabaları” sonrasında, “Nükleer Takas Anlaşması”na imza atmıştır!..
Peki, ABD ve AB ülkelerinin arzusu da bu şekilde değil miydi?.. Türkiye, biraz da “onlardan gelen istek” üzerine böyle bir “ikna çabası”na girişmemiş miydi?..
Eee, şimdi bu “ambargo” niye?..
Bana öyle geliyor ki;
ABD ve AB ülkeleri, Türkiye’nin devreye girmiş olmasına rağmen, şuna inanıyorlardı:
“İran nasıl olsa ikna olmaz!.. Görüşmeleri yapar, ama takasa razı olmaz!.. Sonunda masadan kaçar!”
Bütün stratejiler, “İran’ın masadan kaçacağı” ihtimali üzerine kurulmuştu...
Ama İran kaçmadı, “evet” dedi!..
Dolayısıyla “hesaplar” bozuldu!..
“Kurt-kuzu” hikayesinde olduğu gibi, “İran’ı yemeyi” kafalarına koymuşlardı ya; İran’ın tavrı “müsbet” olmasına rağmen, yine “orostopolluk” yapıp, “ambargo” kararı aldılar...
Peki, bundan bir sonuç elde edebilirler mi?..
Hiç sanmıyorum... Çünkü, bildiğim kadarıyla, bundan önce de “5 defa” ambargo uygulamışlardı İran’a!..
Sonuç; sıfıra sıfır, elde var sıfır!..
İSRAİL’E NİYE AMBARGO YOK?
Bu büyük devletler artık anlamalılar ki;
“Barış”ın yolu “zulüm”lerden, “tehdit”lerden, “korsanlık”lardan ve “ambargo”lardan değil, “diplomasi”den ve “diyalog”dan geçer!..
Madem “ambargo” kararı alacaktınız, o halde niye günlerce meşgul ettiniz Türkiye’yi?..
Madem “ambargo”yu bir “silah” olarak kullanıyorsunuz, ilk önce İsrail’e ambargo uygulamalı değil misiniz?..
Neymiş; İran “uranyumu yüzde 20 zenginleştirmiş” de, bu da “nükleer silah yapabileceği”ne bir işaretmiş de, böyle bir riski göze alamazlarmış!..
İyi de babam, sorarlar adama;
İran’ın “nükleer silah” yapabilmesi, nihayetinde bir “ihtimal”dir, peki; elinde halen çeşit çeşit “nükleer silah” bulunan İsrail’i niye görmüyorsunuz, ona niye ambargo uygulamıyorsunuz?..
Yoksa, her zamanki gibi;
“Benim teröristim iyidir” mantığından mı?..
Şu çifte standarda bakın;
“İran’a yaptırım, İsrail’e yatırım!”
Ohh, ne alâ... Suyundan da koy!..
TÜRKİYE’NİN DİK DURUŞU
Kim ne derse desin; Türkiye ve Brezilya’nın “hayır” oyu vermeleri, bir “dik duruş”un göstergesidir...
Türkiye ve Brezilya, BM’de hem “tutarlı” davranmışlar, hem de “dürüstlük” göstermişlerdir!..
En azından;
Tahran’da öyle, BM’de böyle davranıp da, “oynaklık” yapmamışlar, “kaypaklık” göstermemişlerdir!..
“Mertlik” budur, “yiğitlik” budur!..
Zaten, eğer Tahran’da “imza” atıp da, BM’de “farklı” davransalardı, bu hem “onursuzluk” olurdu, hem de “kendini inkâr!”
Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türkiye, bir defa daha “sözünün eri” olduğunu göstermiştir!...
Hem de, ABD’ye rağmen!..
Biliyorum, Türkiye’nin “hayır” demesi, ABD’de büyük bir şaşkınlık ve öfkeye yol açtı...
Onlar; Türkiye’nin, “ABD’nin dümen suyunda” hareket edeceğini düşünüyorlardı...
Tersi olunca, “N’ooluyoruz” demeye başladılar!..
Türkiye’nin bu “dik” ve “tutarlı” duruşu, hem ABD’ye, hem de Türkiye’deki “Amerikan mandacıları”na çok iyi bir şamar olmuştur!.. Özellikle “ulusalcı” geçinen “Ergenekoncu”lar, şu an büyük bir “şok” yaşıyor olmalıdır!.. Çünkü onlar, Tayyip Erdoğan’ın “ABD planlarını uyguladığını, ABD’nin sözünden çıkmadığını, Türkiye’nin ABD’nin taşeronu olduğunu” iddia ediyorlardı!..
Demek ki, öyle değilmiş!..
Tayyip Erdoğan, “ABD’ye rağmen” de “hayır” diyebilir, “imza”sının arkasında durabilirmiş!..
Sanıyorum, şu anda “mosmor” olmuşlardır!..
Öyle ya, ellerinde “koz”ları kalmadı...
“BARIŞIN SAVAŞI”NI VERMEYE DEVAM!
Her neyse... Ben, yine “önceki gece”ye döneyim...
3-4 saat süren “Olimpiyat finali”nden sonra, “meslektaş”larımla sohbet ederken, takıldılar bana:
“Bu geceki barış atmosferinden sonra, herhalde en az 3 gün boyunca, sen de yumuşar, barış ağırlıklı yazılar yazarsın!”
“Tabii” dedim, ben, hepiniz gibi “İslam dini”ndenim... “İslam”ın kelime anlamı da “selam” ve “barış” demek olduğuna göre, niye “savaş” isteyeyim ki?..
Sadece “3 gün” değil, sürekli “barış” yazıları yazmak isterim!.. Ama “barış” için uzanan elim, karşısında “sıkılı yumruk”lar ve “öfke saçan surat”lar buluyorsa, ben ne yapabilirim ki?..
İşte BM’nin ambargo kararı!.. Gel de öfkelenme!..
Elbette “mücadele”ye devam!..
“En gür sadâ, barışın sadâsı” oluncaya kadar!..
Dilerim, “çağdaş yamyamlar”ın çaldığı “savaş tamtamları” bir gün susar da, dünya çocuklarının çaldığı “barış davulları”ndan çıkan dostluğun ve kardeşliğin sesi hakim olur dünyaya...
O halde “barışın savaşı”nı vermeye devam!..
“Yargı’ya dokunmayın” demek!
Malûm, Meclis’ten geçen “anayasa değişikliği paketi”nde, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısı da değiştiriliyor... Bu değişiklik “referandum”a gidecek, “millet” de kararını verecek... Ama “arka bahçe”leri ve “saltanat”ları ellerinden gidecek olanlar; bu değişikliğe “72 milyon”un değil, “11 kişi”nin karar vermesini istiyorlar...
O zaman bize niye “matematik” okuttular?..
Niye “72 milyonun, 11’den büyük” olduğunu öğrettiler?..
“11, 72 milyondan büyük” ise, hiç durmayın hemen kapatın okulları!
Diyorlar ki, “Yargı’ya dokunmayın, Yargı’ya karışmayın!”
Bunu diyenler var ya; “Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’i yargılayan 4 hakim YARSAV’lıdır, ona dokunmayın” demek istiyorlar!..
“Yargı’ya dokunmayın” diyenler, “JİTEM istedi, ben de dâvâ açtım” diyen “savcı”ya dokunulmasını istemeyenlerdir!..
“Yargıya dokunmayın” diyenler; “Yargı’daki TSE egemenliği”nin, yani “Tunceli-Sivas-Erzincan egemenliği”nin sürmesini isteyenlerdir!..
“Yargı’ya dokunmayın” diyenler, “Seyfi Oktay Dede’nin kovanına çomak sokulmasını” istemeyenlerdir!.. “Eski Adalet Bakanı, yargının her yerinde olsun” ama “yeni Adalet Bakanı, bu saltanatı bozmasın!”
Sevsinler bunların “tarafsızlık”larını, sevsinler bunların “bağımsızlık”larını, sevsinler bunların “hukukçuluk”larını!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi