Türk dış politikasını anlamak zorundasınız
Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nde, İran’a karşı yaptırım uygulanması kararına ‘ret’ oyu verdi. Bu kararıyla Türkiye, altmış yıllık stratejik müttefiki olan ABD ile ters düşmüş oldu.
Türkiye’nin bu oyu, İsrail güdümündeki medyanın ve ABD Neoconlarının iddia ettiği gibi bir ‘eksen kayması’ ve Türkiye ’nin istikametini ‘Batı’dan ‘Doğu’ya çevirmesi değildir.
Türkiye, İran’a karşı uygulanacak yaptırımlara ‘hayır’ demekte yerden göğe kadar haklıdır. Şöyle ki;
1. İran’ın nüfusunun tamamı Müslüman, yarısından fazlası da Türk’tür. İran’la müşterek bir kültür ve tarihi paylaşıyoruz. Kasrı Şirin Anlaşması’ndan bu yana, komşumuz İran ile yaklaşık dörtyüz yıldan beri aramızda en ufak bir ihtilâf dahi olmamıştır.
2. Türkiye ile İran’ın siyasî rejimleri farklıdır. Biz Batılı ve lâik bir demokratik rejimden yanayız. İran’da da demokratik ve liberal bir düzenin kurulmasını istiyor; bunun da yolunun zorlamadan değil dostluktan geçtiğini biliyoruz.
3. Türkiye, bölgede nükleer silâh bulundurulmasına karşıdır. Bu itibarla İran’ın da nükleer silâh yapmasını istemiyoruz. Ancak, İran ’ın düşmanı olan ve bölgede bir çıbanbaşı hâline gelen İsrail’in de nükleer silâhlardan arındırılması gerekir.
4. Türkiye, Brezilya’nın da katkısıyla zoru başarmış ve İran’ı nükleer takas anlaşması için ikna etmiştir. Bu konuda, başlangıçta ABD’nin ve diğer Batı ülkelerinin de teşvikleri ve olumlu tepkileri olmuştur. Ancak, anlaşmadan sonra, İsrail’in tahrikiyle ABD olumlu tutumunu değiştirerek yaptırım konusunu tekrar gündeme getirmiştir.
5. Başbakan Erdoğan’ın açıklamasında söylediği gibi, ‘Biz hayır dememiş olsaydık kendimizi inkâr etmiş olurduk, imzalarımızı inkâr etmiş olurduk; bu onursuz bir davranış olurdu.’
***
Büyük Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ vecizesi, ne yazık ki kendisinden sonra yanlış yorumlanmış; Türkiye’yi idare edenler dış politikayı atalete ve pasivizme sürüklemişlerdir. Özellikle Soğuk Savaş sırasındaki bloklaşma çerçevesinde Türkiye, körü körüne Batı’ya bağımlı, NATO’nun ve Avrupa’nın jandarmalığını yapan fonksiyonsuz bir Balkan ve Orta Doğu ülkesi hâline gelmiştir.
Rahmetli Menderes’in, kıymetli Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu ile gerçekleştirdiği önemli
çıkışlar, 27 Mayıs’ın karanlığında kaybolmuş; rahmetli Özal’ın Yeni Türkiye vizyonu ise, tam meyvesini verecekken akamete uğramıştır.
AK Parti’nin 7,5 yıllık iktidarı döneminde, -başlangıçtaki 1 Mart Tezkeresi hatâsını saymazsak- Türkiye dış politikada en başarılı dönemini yaşamıştır. Diplomaside ‘altın çağı’nı yaşayan Türkiye, bu dönemde
kendi büyüklüğünün ve öneminin ilk defa farkına varmış; uluslararası diplomaside sadece klâsik ilişkileri
değil, tarihinden, kültüründen, jeopolitik konumundan doğan bütün avantajları da kullanabilmiştir.
Bu zirve diplomaside, başta hem aklıyla hem de gönlüyle varlığını ortaya koyan Başbakan Erdoğan
olmak üzere, Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun büyük payları vardır.
***
Şimdi nasıl düşünürler bilmiyorum ama ABD yönetiminin de kabul ettiği önemli bir gerçek, Türkiye’nin büyük bir güç olarak sadece Orta Doğu’da değil, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Asya coğrafyasında da barışı sağlayan
bir unsur olduğudur.
Türkiye, bu dönemde sadece kendi bölgesinde değil, dünyanın her yerinde barışı sağlamaya çalışmaktadır.
Türk dış politikasının temeli ‘barış’ ve ‘demokrasi’dir. Cumhuriyet döneminde ilk defa Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesi bu kadar etkili şekilde uygulamaya geçirilmiştir.
Türkiye’nin ekseni bellidir. Türkiye, Batılı anlamda demokratik ve lâik bir hukuk devletidir. Lâkin, Türkiye’nin ‘ekseni’, önceki gibi bir süper gücün güdümünde bağımlı bir dış politikaya göre düzenlenmemiştir. Zira, Türkiye’nin kendisi bir ‘eksen ülke’ hâline gelmiştir.
Türkiye, Batı ittifakının içerisindedir. NATO üyesidir ve AB üyesi olmak için samimiyetle gayret göstermektedir. Ancak, artık Türkiye’nin mihveri sadece ‘Ankara’dan geçmektedir. Vaşington, Londra, Brüksel ise önem verip içinde yer aldığımız ittifaklardır ama eksenimizi tayin etmemektedir.
Türkiye, İslâm ve Türk Dünyası’nın ismi konulmamış lideridir. Bu tarihî, kültürel ve manevî sorumluluğu taşımalı; bu mirasın avantajlarını da elbette dış politikamızda kullanmalıyız.
Hep tekrarlıyoruz, Türkiye artık sadece bölgesel bir güç değil, bir ‘merkez güç’ tür ve ‘süper güç’ olmaya da adaydır.
Siyonist medyanın tezviratını bırakıp Türk dış politikasını anlamak zorundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.