Barışta "ekmek" var
Barış ve Dostluk Festivali için gittiğim Yunanistan'da İpsala sınır kapısında yaşadığım tatsız gözaltı dışında her şey çok güzel geçti. Gözaltı nedeniyle yaklaşık 6 saatlik gecikme sonrası Batı Trakya'nın tarihi ve en güzel şehirlerinden biri İskeçe'ye vardım.
Kısa bir şehir turuyla bile şehirdeki estetiği, binalardaki balkon zenginliğini ve insan hareketliliğini görmemek mümkün değil. Tarihe dokunulmadığı gibi yeni yapılaşmalar da o tarihi yapıya aykırı durmuyor.
İskeçe 100 bine yaklaşan nüfusuyla Türkler ya da Yunanistan'ın yaklaşımıyla "Müslüman azınlık"larla Yunanlıların birlikte yaşadığı bir kent.
Barış festivalinin ilk durağı da o kentin müzesindeydi. Biraz geç de olsa müzeye girdiğimde panel yeni başlamıştı. Türkiyeli ve Yunanlı aydınlar ve gazeteciler 1923'ten bu yana yaşananları ve medyanın tavrını tartışıyordu.
Ortaya çıkan fotoğraf çok netti. 100 yıllık bir tarih içinde Türkiye'de daha derin acılar yaşanmıştı. Ama buna rağmen iki halkın da barışa susadığı bir gerçekti. Bu nedenle Defne Türk Yunan Dostluk Derneği, festivali anlamlı kılacak özgün bir etkinlik planlamıştı.
Ertesi gün "Barışta ekmek var" adıyla düzenlenen bu etkinlik için yaklaşık yarım saatlik uzaklıktaki Mandra köyüne gidiyoruz.
800 kişilik köyde 3 Türk aile yaşıyor. Ama köylülerin büyük çoğunluğu Adapazarı'ndan gelen Rumlardan oluşuyor. Mübadeleyle gelenler, nesiller değişse de Adapazarı'nı unutmamışlar. Hatta 4-5 köylü kadın ninelerinin Adapazarı'ndan getirdiği orijinal kıyafetleri giyerek, o çok bildiğimiz "Bir Dalda İki Kiraz" türküsünü söyleyip barış içinde bir arada yaşama şansımız olduğunu gösterdiler.
Sonra da orada o köyde, köylülerle birlikte 500 yıllık bir fırında barış ekmeği yapıp yedik. Herkes barışta "ekmek" olduğunun farkındaydı ve bunun için inanılmaz çaba harcıyorlardı. O günün akşamı ise İskeçe sırtlarında şehri tepeden gören, çam ormanı içindeki bir anfi tiyatroda Suzan Kardeş konseri izledik. Rumlar ve Türkler el ele yan yana, Kardeş'in sesinden çok dilli, çok renkli ve sesli Balkanlar'a tanık oldu.
Yanımda oturan Mehmet Altan'a iki halkın barış içinde buluşmasının ne anlama geldiğini soruyorum, cevabı umut verici:
"İnsanların özü; ulus, devlet, din gibi ayrılmadığı vakit her yerde aynı. Yavaş yavaş dünya galiba bunu keşfediyor. Soğuk savaş döneminde bu sınır kentleri en tehlikeli bölgelerdi. Aynı gezegende yaşadığımız ve insanca dilinin bütün dillerden daha yaygın olduğunu anlamaya, şimdilerde sınır kentlerinden başlıyoruz. İskeçe'de olanlar bunun küçük bir örneği…"
Gitti Tekin geldi Şimşek
CHP'deki iç kavganın odak noktasında İstanbul İl örgütü ve Gürsel Tekin vardı. Kurultay sürecinin organizatörü Önder Sav'la Tekin arasındaki rekabetinin ikinci raundu da Tekin'in yenilgisiyle sonuçlandı.
Bu noktaya geleceği çok önceden belliydi. Zaten İstanbul CHP il yönetiminden 8 kişi istifasını verdiği için Tekin içeriden çökertilmiş durumdaydı. Beklendiği gibi Sav, MYK üyeliğine seçilen Berhan Şimşek'i bu göreve atayarak Tekin'e mahkum değiliz mesajı verdi.
Bu noktada şu sorunun cevabı merek ediliyor; Tekin neden bu kadar direndi ve bundan sonra ne olacak?
Tekin 2,5 yıllık il başkanlığı süresince yüksek profilli bir il başkanı olduğunu gösterdi. Ama şimdi kurultaydan bu yana direnerek, medyanın da büyük desteğiyle genel "siyasi bir aktör" olduğunu tescil ettirdi.
Şu andan sonra yapacağı fazla bir şey de yok. Daha fazlası arkasına değişim rüzgârı alan CHP'ye zarar verecekti.
Kılıçdaroğlu, bundan kurtulmak için Tekin'i CHP MYK üyeliğine de seçtirebilir. Ancak sürprizlere de açık olmak gerekiyor. Sav kolay kolay pes etmez. Etse de MYK'da rahat yüzü göstermez.
Görünen o ki, zorla da olsa bu noktaya gelen Tekin de kaderine razı olacak.