Tahran’da “yayıncılık konferansı”!
Dün İran’da Türkiye’nin son yıllarda sürdürdüğü dış siyasetten ötürü ortaya çıkan tedirginlikten söz etmiştim. Bu tedirginliğin uygulamaya dönüşmesinin emarelerini de hissettik.
“İslâm Dünyası Yayıncılar Konferansı”nın görkemli açılışı, yapılmak isteneni ortaya koyuyordu. Kültür Bakanı, toplantının İslâmî yayınlar arasındaki kopukluğu ortadan kaldırmak, müslüman yayıncılar arasında birlik oluşumuna zemin hazırlamak, baskı sayısını yükseltmek için ortak kitaplar yayınlamak, yayın ve basında çağa ayak uydurmak, İslâmî öğreti ve düşünceleri güçlü şekilde dünyaya sunmak… gibi maksatlarla düzenlendiğini belirtti. Asıl amacın, yayıncılık alanında İran’ın etkisini hissettirmek olduğu anlaşılıyordu.
Açılışda İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da konuştu. Onun söyledikleri umumi mahiyetteydi. İnsanın yaratılışın amacı olduğunu söyledi ve “Asıl hedef insanı doğru şekilde tanımak ve tanımlamaktır” dedi. İnsanla gökyüzü ilişkisini koparmanın, insana yapılan en büyük zulüm olduğunu belirten Ahmedinejad zulmedenin de zulme razı olanın da suçlu olduğunu söyledi.
İran Cumhurbaşkanı, batı dünyasının insanı her türlü eğilim, heves ve istekleri tatmin edilmesi gereken bir varlık olarak tanımlamasını eleştirdi. “Onlara göre en değerli insan, en çok lezzet alandır. Bize göre ise insan, âlemin insan için yaratıldığı, insanın da Allah için yaratıldığı gerçeğinden ibarettir. İnsan Allah’ın halifesidir ve insan yeryüzünde, Allah’ın ve rahmetin tecellisi olmalıdır” dedi. Ahmedinejad, konferansın “neyi yayınlayalım ve nasıl yayınlayalım” sorusunu cevaplaması gerektiğini söyleyerek uzun konuşmasını tamamladı.
Toplantıda, birkaç konuşmacı dışında yayıncılıkla ilgili dişe dokunur bir söz söylenmedi. Hamaset, İran ve İslâm inkılâbı övgüsü ağır basıyordu. Toplantıya, yayıncılıkla ilgili bir gösteri olarak yeni yapılan İran Millî Kütüphanesi gezisi konulmuştu. Şehrin hayli dışına geniş bir arazi üzerine yapılmış olan Millî Kütüphane çok para harcanmış olmasına rağmen mimarî itibariyla cazib bir görünüme sahip değil. Yeni teknolojilerle donatılan Millî Kütüphane’nin geniş salonları ve çok amaçlı bölümleriyle fonksiyonel olduğu anlaşılıyor.
Bize gösterilen yerlerden biri de, el yazmaları bölümü idi. Değerli yazmaların müze malzemesi olarak saklandığı odanın kapısı abartılı bir şekilde bankaların kıymetli varlıkları sakladığı kısımların kapısına benzetilmişti. Rehber hanıma, el yazmaları arasında türkçe eser olup olmadığını sordum. Türkçe konuşmamaya itina eden rehberimiz kütüphanede bir tane bile türkçe yazma bulunmadığını söyledi!
İran Millî Kütüphanesi’nde bir tane bile türkçe yazma eserin bulunmaması hayret verici. İran’da çok sayıda türkçe el yazması kitab telif edildiğinden veya istinsah edildiğinden şüphe yok. Buna rağmen bir tanesinin bile, mesela Fuzulî’nin türkçe divanının Millî Kütüphane kolleksiyonuna dahil edilmemesi ise esef verici.
İran’ın türkçe korkusunun bu raddelere gelmesi gerçekten üzücü. Bunun Türkiye karşıtı bir siyasetle desteklenmesinin işaretleri üzerinde de dünkü yazımızda durmuştuk.
İslâmiyetten sonra farsça arapça karşısında gücünü kaybetti. Ancak Türkistan’da ve Horasan’da türklerin hâkimiyet sahasında varlığını koruyabildi. İlk büyük farsça yazan şairler bu sahada yetişti ve bu şairlerin üslubuna “sebk-i türkistanî” denildi. İran’ı bin yıl yöneten Türk hanedanlar farsçayı resmî dil olarak yaşattılar. Saraylarında türkçe konuştular, askeri lisan da türkçe idi. Isfahan sarayında Şah Abbas zamanında bile çok sayıda türkçe şiir söyleyen âşık, saz şairi vardı. Bu yüzden şahlara türkçe eserler sunulmaması ihtimali yok. Ama İran Millî Kütüphanesi’nde tek türkçe eser yok!
Türkiye matbaacılık ve yayıncılık konusunda İslâm dünyasının öncüsüdür. Müslüman dünyada ilk matbaa İstanbul’da kuruldu. 1727 yılında faaliyete geçen Müteferrika’nın matbaası, türkçe eserler yanında arapca ve farsça eserler de yayınladı. Farsça neşriyat ve gazetecilik Türkiye’de ve İstanbul’da başladı. Daha sonra İran’da da matbaacılık ve yayıncılık faaliyetleri gelişti. Tebriz, bir zamanlar türkçe yayıncılığın merkezlerinden idi. 19. asırda Fuzulî divanı Tebriz’de defalarca basıldı.
Büyük devlet siyaseti takip etmek isteyen İran yöneticilerine söyleyeceğimiz şu: Osmanlı tarihini iyi okuyun! Osmanlılar, İslâm dünyasının arapça ve farsça birikimine büyük önem verdiler. 1930 yılına kadar Türkiye’de lise müfredatında arapça ve farsça mecburi idi.
19. yüzyılda, batı ilim ve fenninin aktarılması ve tercümesi dolayısıyla, türkçe arapca ve farscanın önüne geçti. Modern ilimler İslâm dünyasında önce türkçe olarak öğrenildi. Osmanlılar, bütün İslâm dünyasının kullanabileceği modern kavramlara karşılık terimler ürettiler.
İran, geleceğe yönelik bir tesir uyandırmak istiyorsa, türkçe ile barışmak zorunda ve Türkiye ile de çatışmamak mecburiyetinde!
İran’ın uluslararası toplantıları farsça dayatılamayacağı için ingilizce dayatmaya dönüşüyor. İnsanlar farsça konuşamıyorsa, ingilizce konuşmaya zorlanıyor.
İslâm dünyasına yönelik toplantıların en az üç dilli, arapça, farsça ve türkçe olması gerekir. Elbette ingilizce de uluslararası bir dil olarak bulunacaktır. Ama katılımcılara göre, gerektiğinde başka diller de eklenmelidir.
Son söz: Büyük emek ve masraflarla düzenlenen toplantı propaganda faaliyetine dönüştürülmese idi daha faydalı ve tesirli olurdu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.