Bir ''röportaj''dan Ergenekon'a uzanan senaryolar!
Bundan 15 yıl kadar önce, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde okuyan bir delikanlının; “Artık Adlî Tıp çok ilerledi... Herhangi bir olay yerinde yere düşen bir tek saç telinden bile cinayet veya tecavüz olayı çözülebilir” sözleri aklımda yer ettiğinden olsa gerek, “o röportajı” ilgiyle okumuştum.
Röportajda deniliyordu ki;
“Londra’da nehirden 6-7 yaşlarında bir çocuk cesedi çıkarmışlardı... Kafası yok, kolları yok, bacakları yok... Sadece torso var. Biliyor musunuz, kim olduğu nasıl bulundu?.. Hayır, otopsiden değil... çünkü otopsiden bir şey çıkmadı. Kemiklerindeki strosyum analizinden, bu çocuğun Batı Afrika’da beslendiği anlaşıldı. Yani oradan gelen bir göçmen olduğu anlaşıldı... Akciğer ve midesindeki polenlerinden çok kısa bir süreliğine Londra’da kaldığı öğrenildi... Midesindeki yiyecek kalıntılarından, bitki kalıntılarından yakın bir geçmişte Afrika’da bulunduğu belirlendi... Böylelikle Batı Afrika’dan İngiltere’ye insan kaçakçılığı yapan bir çete ortaya çıkarıldı.
İpuçları artık bir insanın vücudundaki kalıntılardan, iliğinden, kemiğinden, saçından, tırnağından çıkarılıyor... Mesele sadece nasıl öldüğü meselesi değildir. Belli ki kafası ve kolları kesilirse bir insan ölür. Ama mühim olan, bunu kimin yaptığını bulabilmektir.”
O uzun röportajda, bir cümle daha dikkatimi çekmişti... Şöyle deniliyordu: “Bir damla kandan, artık bir roman yazmak mümkün!”
ERTUĞRUL öZKöK’üN öZEL MERAKI!
Gerçekten de, “ilginç bir röportaj”dı... Son derece “çarpıcı bilgiler” vardı... Böylesine “bilimsel açıklamalar”ın yapıldığı röportaja, niye “kondomla ırza geçen tecavüzcüler var” başlığının atıldığını, o zaman da anlayamamıştım... Herhalde “dikkat çeksin” diye!..
Doğrusu, şunu da anlayamadım:
Böyle bir röportajın “Ergenekon terör örgütü” ile ne ilgisi var?..
Ama, birileri böyle bir “bağ” kurmuşlar... Nedendir bilmem... “Ergenekon’un her yere uzandığını” ve “çete üyelerinin her tarafa dal-budak saldığını” göstermek için mi, yoksa işi “sulandırmak” için mi?..
Dedim ya; hem anlayamadım, hem de şaşırdım... çünkü yukarıda çok küçük bir kesitini aktardığım röportaj, 11 Eylül 2005 yılında “Hürriyet’in Pazar Eki”nde yayınlandı.
Kendisiyle röportaj yapılan kişi; İstanbul üniversitesi Adlî Tıp Enstitüsü’nün eski müdürü Sevil Atasoy’dan başkası değildi...
Sevil Hanım’la “tamamen kendi merakı yüzünden” röpotaj yapan da, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul özkök’tü!..
özkök, bu röportajı şöyle takdim etmişti:
“Sevil Atasoy’la ilk defa Kenya’ya gitmek için aşı olurken tanıştık. 40 kişilik bir grup içinde 10 gün boyunca Kenya’yı gezdik. Bu süre içinde bol bol ‘Forensic Sciences’dan (adli bilimlerden) söz ettik...
Adli bilimler, cinayetlerin ve öteki tür suçların çözülmesini sağlayan faaliyetlerin tümüne verilen isim...
Bir katilin bulunması, tecavüzcünün ortaya çıkarılması veya bir banka soyguncusunun yakalanması hep bu faaliyet alanına giriyor...
Sevil Atasoy, İstanbul üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün eski müdürü. Gelecek haftadan itibaren Hürriyet’te çeşitli suç olaylarının tahlilini yapacak. Yani Türkiye’nin ilk adli bilim köşe yazarı olacak...
Bugün Atasoy’la yaptığım ilginç bir sohbeti aktarıyorum...
Bu söyleşiyi niye ben yaptım?..
Tamamen kendi merakım yüzünden.”
Evet, Ertuğrul böyle diyor... “Söyleşiyi, tamamen kendi merakım yüzünden ben yaptım” diyor!..
Ama, “başkaları” öyle demiyor!..
Adeta, “yapmadı, yaptırıldı” demeye getiriyorlar!...
Kimler mi onlar?..
“Ergenekon Avcıları!..”
İNTERNET SİTELERİ SENARYO DOLU!
Efendim, son birkaç gündür “ilginç haberler” yer alıyor internet sitelerinde... “YouTube” adlı internet sitesine mi özendiler, yoksa bir yerlerden “servis” mi yapılıyor bilmiyorum ama, tam gaz “Ergenekoncuların MSN kayıtları”nı yayınlıyorlar!.. Bunu yayınlama maksatlarını da şöyle açıklıyorlar:
“Cumhuriyet Başyazarı İlhan Selçuk’a yönelik operasyon gerçekleştirildikten sonra Ergenekon’un medya bağlantıları deşifre olmaya başladı.
Türkiye’yi istediği yörüngede ve kontrol edilebilir düzeyde tutmaya çalışan Ergenekon’un suikastlar, bombalamalar, satın almalar ve fahişelerin kullanıldığı kasetlerle sürdürdüğü bu düzende, medyanın önemli bir yeri vardı.
Aslında yıllardır ‘tek merkezden atılan başlıklar’ şeklinde ifade edilen şey, Ergenekon’un bu ‘LOBİ’ gücünden kaynaklanıyordu. Anayasası da ‘LOBİ’ ismini taşıyan Ergenekon, yıllardır medyayı etkin biçimde kullandı.
Ancak bir kale olan Cumhuriyet’in Başyazarı İlhan Selçuk’un bağlarının tespit edilmesi, Ergenekon Operasyonu’nda ulaşılan belgelerin derinliğine işaret ediyor... Bu derinliğe inilince de, ister istemez ‘Büyük Medya’daki bağlantılara rastlanılacak.
Şamil Tayyar’ın köşesinde verdiği ve geçen ay Ergenekon soruşturması kapsamında ‘tanık’ sıfatıyla dinlenen birine şu soru yöneltilmiş:
Aydın Doğan bu işlerin neresinde?
Soru, Savcı Zekeriya öz’ün bu noktayı araştırdığının delili.”
üMİT SAYIN-SEVİL ATASOY GöRüŞMESİ!
Bunları söylemişler ve hemen arkasından “Ergenekon Operasyonu”nda gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanıp cezaevine konulan Doç. Dr. ümit Sayın ile “Ertuğrul özkök’ün röportaj yaptığı Sevil Atasoy” arasındaki “MSN kayıtları”nı yayınlamışlar!..
3 Temmuz 2005 yılında yapılan bu görüşmede, Sevil Atasoy; “Herkes birçok şey biliyor da, memleket elden gidiyor. Ne yapılacak?” deyince ümit Sayın demiş ki;
“İşte onu konuştuk!.. Memleketin elden gitmesine karşı paşaların duyarsızlığını konuştuk!.. Emin Gürses, Laz damarından, Silahlı Mücadele diyor!.. Ama Emin Gürses, televizyonlarda Mesut Parlak’a çatmaya başlarsa, bu korkunç bir ivme kazandırır bize!.. Şimdi detaylı okuyacak ve Perinçek’e de anlatır!.. Perinçek İngiltere’de imiş... Ondan randevu alıyorum, gelince birlikte konuşuruz!”
Sevil Atasoy soruyor:
“Perinçek hâlâ Alemdaroğlu’nu destekliyor mu?”
ümit Sayın cevap veriyor:
“Evet, Perinçek Alemdaroğlu’nu destekliyor... Onların da bilgileri var... Bu, Aydınlık’a kapak olursa, korkunç olur!”
Sevil Atasoy, “Aytaç Paşa (Yalman) buna karşı idi meselâ” deyince, ümit Sayın diyor ki;
“Ama hem sağ, hem ülkücü, hem radikal sol, hem orta kanaldan gitmek daha iyi... Siftahı Avrasya TV yapacak... Pazartesi başlıyor!.. Bu arada, Haftalık’taki hakkımız hâlâ saklı... Şermin ve Ertuğrul özkök de yardım etsinler biraz!.. Tuncay özkan bana güven telkin etmediyse de, bu yayınlardan sonra bize imkân sağlar.”
Sevil Atasoy’un “En başta medyayı görelim... Sonra Haftalık’a döneriz” demesi, ümit Sayın’ın da “tamam” demesi üzerine bu görüşme tamamlanıyor.
üMİT SAYIN-üSTEĞMEN GöRüŞMESİ
Ve tarih 21 Temmuz 2005...
ümit Sayın, bu defa da Zafer Yener adlı bir “üsteğmen” ile görüşüyor... Dinlemeye takılan bu “MSN görüşmesi”nde ümit Sayın’ın sözleri şöyle:
“Sevil Atasoy aradı... Yalnızca ikimiz arasında strictly confidential (katı biçimde gizli)... Bugün Ertuğrul özkök ile görüşmüş... Sıkı dur!.. E. özkök, Atasoy’un Şato’ya gittiğini biliyormuş... Ve Atasoy’a özel bir sayfa yapmayı teklif etmiş... Yani, aynı Investiqatif bir iş... Bir sürü ekip kuracak, ekibin içinde ben de varım tabiî!
G2 var ve tabiî ki A2 de var!..
Sonuçta, Hürriyet’te her istediğimiz haberi çıkartma serbestisi veriliyor bize!.. E. özkök, bir şeylerin kokusunu almış hocam!.. O yaş tahtaya basmaz!.. Şato’ya gittikten bir ay sonra bu teklifi veriyor!.. Bu bilgiyi sadece Emre albaya, Atilla albaya, Hakan binbaşıya ve Oğuz binbaşıya iletebilirsin!..
4 kişiden başkasına, gerekmedikçe iletme!”
Zafer Yener’in cevabı:
“Anlaşıldı.”
Devam ediyor ümit Sayın:
“Olayın arkasında Hurşit Tolon’un olduğu açık!.. Ekibin kurulmasında A2’nin ne kadar etkin olacağını sen düşün!”
ERTUĞRUL, YAŞ TAHTAYA BASMAZ MI?
Görüyorsunuz ya;
Bir “röportaj”ın ucu, taa nerelere kadar uzanıyor!.. Bu “MSN görüşmeleri” için pekalâ “Ergenekon-medya ilişkileri belgeseli” denilebilir!..
Gerçekten de “şifre kelimeler” var!..
“Şato” nedir, “A2 veya G2” nedir?..
“Şato” dedikleri yer “Aydın Doğan’ın malikanesi” midir?.. Yoksa, “Tapınak Şövalyeleri’nin toplantı yeri” mi?..
“G2”den kasıt da;
“Gelişmenin tamamlandığı ve hücrenin mitoz yoluyla bölünmeye hazırlandığı süreç” midir?..
Bunlar, “ilginç şifre”ler..
Ama, şuna inanıyorum:
ümit Sayın ile Sevil Atasoy veya ümit Sayın ile Zafer Yener adlı üsteğmen arasındaki görüşmelerde adı geçiyor diye, “Ertuğrul özkök’ün bu işlerin içinde olduğu” söylenemez!..
Ertuğrul için deniliyor ki;
“O, yaş tahtaya basmaz!”
Yanılıyorlar... Ertuğrul; o kadar çok “yaş tahta”ya bastırıldı, o kadar çok “mandepsi”ye getirildi ki, saymakla bitmez!..
Ve ayrıca, şundan da eminim:
Ertuğrul, “her tarakta bezi var” görünür ama, böyle organizasyonlara bulaşmayacak kadar “korkak”tır!.. Hadi, “korkak” değil de, “uyanık”tır diyelim..
Doğrudur;
Ertuğrul özkök’ün “ŞATO”ya gittikten sonra Sevil Atasoy’a “yazarlık” teklif ettiğini ümit Sayın söylüyor.
Doğrudur;
Şu an Ergenekon üyesi olmaktan tutuklu bulunan Doç. Dr. ümit Sayın’ın bu konuşmayı yaptığı tarih; 21 Temmuz 2005; Sevil Atasoy’un Hürriyet’te ilk yazısının çıktığı tarih ise; 18 Eylül 2005’tir!..
Yine doğrudur ki;
ŞATO’daki görüşmeden sonra Atasoy’u parlatma işi de yine Hürriyet’in kumandanı Ertuğrul özkök’e düşmüştür!.. özkök, 11 Eylül 2005’te bizzat kendisi Sevil Atasoy’la röportaj yapmıştır!.. Hürriyet’in haftasonu ekinde yayınlanan röportaj devasa büyüklüktedir...
Tüm bunlar doğrudur... Ama yine tüm bunlar, “Ertuğrul özkök’ün Ergenekon’un içinde olduğu”nun delilleri değildir!..
Dedim ya; benim bildiğim Ertuğrul özkök, “bu işlerin içinde olmayacak kadar uyanık”tır!..
“Sevil Atasoy’u parlatmaya” gelince;
Hiç kuşkunuz olmasın ki, ya “gaza gelmiş”tir, ya “dolmuşa binmiş”tir, ya da “mandepsi”ye basmıştır!..
Ya da, ya da;
“üst düzey bir generalden baskı” görmüştür!.. 28 Şubat Süreci’nde “Bir tüccar general”in zorlamasıyla, “Şemdin Sakık’ın ifadeleri”ne, “söylenmeyen sözleri sokuşturmak” zorunda kalması gibi!..
AYDIN BEY’DEN TAYYİP BEY’E MEKTUP!
Bana kalırsa, internet siteleri “MSN görüşmeleri”nden “Ergenekon” çıkarmaya odaklanmak yerine, şu “mektup” olayının altını eşeleseler, daha dişe dokunur bir sonuç alırlar diye düşünüyorum.
Efendim, “mektup” olayı ve “iddia” şu:
“ülkemizin en büyük medya patronu Aydın Doğan kapatma davası açılmadan kısa süre önce Başbakan Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazarak işlerin sarpa sarabileceğini anlatmış...”
Böyle bir olay var mı, yok mu, elbette bilemiyorum.
Ama, olmayacak bir şey değil... çünkü Aydın Doğan, geçmişte de Erbakan Hoca’ya “mektup”lar yazmış ve hatta kendisiyle görüşüp, bu görüşmeyi de “tutanak”lara geçirtmişti.
Sonra da;
“Ben dediydim!.. Ben uyardıydım” demiş, bunları 4 gün boyunca “Hürriyet’te tefrika” ettirmişti.
Herhalde yine böyle bir şey yapıyor...
Tayyip Bey’e mektuplar yazıyor ki; “ileride kendi üzerine gidilir” ise, Hürriyet’in sürmanşetinden kendisini savunabilsin:
“Ben dediydim!.. Ben uyardıydım!”
Geçenlerde Taha Kıvanç yazmıştı:
“İşadamlarının siyasilere mektup yazma âdeti Vehbi Koç ile başlamıştır. Vehbi Bey ülkedeki gidişat ile ilgili düşüncelerini ve uyarılarını siyasilere mutlaka aktarırdı, mektuplarla...
Merhum Sakıp Sabancı da mektupçulardandı; o da zaman zaman tebrik veya eleştiri için kaleme sarılır ve düşüncelerini siyasilere duyururdu... Aydın Doğan siyasilere mektup yollama âdetini Vehbi Bey’den almışa benziyor!”
Eğer “mektup” olayı doğruysa, şu soru çok önemli:
“Aydın Doğan, tam da bugünlerde niye böyle bir mektup yazma gereği duydu?.. Kulağına kar suyu kaçıran mı oldu, yoksa bir şeyler mi üflendi?..”
Bu soruların cevabı çok çok önemli...
Hele de; Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından AK Parti’ye açılan “kapatma davası”nın “iddianame”sinin, hem de “2 gün önceden Perinçek’in bilgisayarları”nda olduğunun çıkarıldığı şu günlerde!!!
“İddianame 2 gün önceden Perinçek’in bilgisayarına giriyor” ise, mutlaka birileri de, “Aydın Doğan’ın kulağına bir şeyler üflemişler” ve o da, ileride “ben dediydim” diyebilmek için Tayyip Bey’e “mektup” yazmıştır!..
Ne diyordu Sevil Atasoy;
“Bir damla kandan, bir roman yazmak mümkün!”
“Ergenekon Avcıları” da, bir “MSN görüşmesi”nden “medya-çete bağlantısı”nı ispat etmenin derdinde!..
Ama, bana kalırsa;
“Mektup” işi, çok daha önemli!..
Oradan bir “roman” çıkar!..
İstenen “uzlaşma” mı, “muzlaşma” mı?
TOBB ve Hak-İş'in de aralarında bulunduğu STK'ların, 81 vilayette birden "uzlaşma çağrısı"nda bulunması, elbette önemlidir... ülkenin, gerçekten de "barış ve huzur"a ihtiyacı var!.. Ancak, "maksat" farklı olsa da, "görüntü" o ki; "uzlaşma" çağrısının yapıldığı adres, "AK Parti" ve dolayısıyla "Hükümet!
İyi, hoş da; hem "suçlu" olup, hem de "güçlü" olanlara ne diyeceğiz?..
"Solduyu" devam edecek!.. Onlar, "411 el kaosa kalktı" demeyi sürdürecek!.. "Başörtüsü" kelimesini ağza aldırmayacak!.. "Ergenekon Terör örgütü"nün üzerine gidilmesini engelleyecek!..
Evet, "solduyu"nun cazgırlığı devam edecek ama, hükümet "sağduyu"ya davet edilecek, öyle mi?..
Kusura bakmayın ama; bu yapılan "uzlaşma"ya değil, "muzlaşma"ya çağrıdır!..
"ülkeyi geren" hükümet midir ki, ona çağrı yapılıyor?..
Onlar "gersin" ama millet "uzlaşsın" öyle mi?..
Ohhh, ne alâ memleket!.. Suyundan da koyun!