Vesayet ve demokrasi ve Abant
Abant Platformu “Demokrasi” toplantıları serisinde bu sefer, “Vesayet ve Demokrasi” konusunu gündemine taşıdı.
Türkiye’nin düşünen ve müzakere eden “insanlarını,” “insan” siyasetçilerini, “insan” basın mensuplarını, “insan” akademisyenlerini bir araya getirerek, yarının Türkiye’sinin millet ekseni etrafında nasıl şekillenmesi gerektiğini tartıştı ve tartışmaya devam edecek.
Dün sabah açılışta yapılan konuşmaları dinlerken çok geç kalınmış yeni bir Türkiye’nin, daha doğrusu tamamen sivilleşmiş bir Türkiye’nin fotoğrafı salona yansımıştı. Bu milletin istediği ve benimsediği bir Türkiye’nin, artık “vesayet otobüsünden” inip, “Demokrasi otobüsüne” binmesi gerektiği, hemen her konuşmacının satır başlarında ve satır aralarında haklı yerini almıştı.
Konuşmaları dinlerken rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin ünlü dörtlüğünden şu mısra geçti aklımdan. “Kula kul olmak için atılmadık meydana.” Kula kulluğu, bütün dinler reddederken, İslâm en başta ve kesin bir şekilde reddetmiştir.
Lakin gelin görün ki, ülkemizde 70 yıldır süren vesayet; ne din ne başka inanç ne de kula kulluktan başka bir sistem tanımamış ve demokrasinin tam tersi olan “şiddet ve baskı sistemi vesayeti,” sürekli elinde tutarak her fırsatta milletin başına balyoz gibi indirmiştir.
Platformun açılış konuşmalarında da dile getirildiği gibi vesayet; Türkiye’yi ve insanını, bütün dünya toplumlarından uzaklaştırmış, tecrit etmiş, hatta gelişmemiş ülkelerin bile seviyesinin çok çok altında kalmasına sebep olmuştur.
“Devletin sahibi, seçenler ve seçilmişler değil, atanmışlardır” mantığıyla hareket eden malum çevreler, demokrasi isteyen koca bir toplumu; sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik olarak sürekli baskı altında tutmuştur.
Demokrasiyi ve insan haklarını kendilerine karşı bir güç kullanımı olarak gören vesayetçiler, ülkenin tamamen kendilerine ait olduğunu, hatta hava sahamızdan göç eden göçmen kuşların bile kendilerinden izin almadan uçmayacaklarına hükmederek; ülkenin ve milletin geleceğini karatmışlardır.
Platform başkanı Levent Köker’in de dediği gibi “Medeni toplumlarda vesayet olmaz.” Şiddet vesayeti, vesayette şiddeti körükler. Terör başta olmak üzere millet iradesine karşı yapılmış darbeler ve muhtıralar, vesayetçilerin imtiyazlı yaşam unsurlarıdır.
Vesayetçilere göre bizim toplumumuz, kendi kendisini yönetemez, kendisini yönetecekleri seçemez. Ancak atanmışlar belli kurumlarla toplumu yönetebilir ve yönlendirebilir. Çünkü halk doğru karar veremez, düşünemez, tartışamaz, tahlil yapamaz. Sadece yine vesayet zihniyetinin belirlediği çerçevede yaşayabilir ve hareket edebilir.
İşte bu zaviyeden bakıldığında, faşizmin diğer ayağı olan vesayet sahiplerinin, kimler olduğu net bir şekilde görülmekte ve bilinmektedir. Tek parti döneminden 1960 darbesi ve sonrası darbelere, muhtıralara ve bunlara taşeronluk yapan PKK terörüne kadar, tüm olup bitenleri gözden geçirdiğimizde, devletimiz ve milletimiz üzerine hangi çevrelerin nasıl bir oyun oynadığı anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin büyümesi, milletimizin; “huzur, güven ve istikrara” kavuşması için vesayetten ve vesayetçilerden kurtulması gerekmektedir. Abant Platformu’nda yapılan konuşmalardan edinilen izlenimler bu yöndedir.
Türkiye’nin düşünen, tartışan, konuşan “insanları,” ülkeyi seçenlerin ve seçilenlerin yönetmesi, atanmışların veya seçilmemişlerin ise seçenlerin ve seçilenlerin hizmetinde olması gerektiği üzerinde ısrarla durmuşlardır.
Topyekün demokrasiye geçebilmek için, bin yıl da mücadele edilecek olsa TBMM iradesinin bütün kurumların üzerinde olması şarttır. TBMM’yi işgal eden vesayetçilerin siyasi kanadı MHP ve CHP’nin de bu gerçeği görmesi lazımdır. Bu şart yerine gelmedikçe vesayetten kurtulmamız mümkün değildir.
Sözün özü; Abant Platformu’ndaki tartışma, halkımızın ve ülkemizin vesayetten kurtuluşu için önemli bir meşale olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.