Ve sohbet başlıyor (2)
Osman Nuri Topbaş hocamızın sohbetleri sıkıcı olmaz, uzun olmaz. Kısa, özlü ve hedefi olan bir özelliğe sahiptir. Efendimiz bir hadislerinde: “İnsanları bıktırmayın” buyurur. (Darimi:1/453) Yine Peygamberimiz başka bir hadislerinde: “Meclis, toplantı, sohbet uzayınca, Şeytan’ın onda nasibi olur” buyurur. (Darimi:17/455) Hz. Mevlana ise: “Az söyleyen adamda, derin düşünce vardır. Kabuğa benzeyen söz arttı mı, iç yok olur.” Der.
Hocamız sohbetlerde, sohbetin usulü, hedefi, muhtevası, muhatapların akli seviyesi gibi temel noktalara oldukça dikkat ederler. Öyle ki, sohbet ettiği zaman dilimi yaklaşık 45 dakika ile bir saat arasında değişir. Hatta öyle sohbetlerine şahit olmuşumdur ki kalabalık bir topluluğa 45 dakikalık bir mesaj sunarken, az bir topluluğa bir saati geçen sohbetler yaparlar. Yani muhataplarının alım gücü, ihtiyacı hesaba katılmış olmalı ki böyle bir usul ortaya konulmaktadır.
Günümüzde mikrofon hastalığı vardır. Konuşmacının eline veya önüne mikrofon konulunca, adeta her şeyi unutur. Saati, zamanı, şartları adeta devre dışı tutar.
Meclisin birinde “Bizler bir bedel ödemeden insan olarak dünyaya geldik. Şu anda ağacın dalında öten bir kuş, yüzümüze konup uçan bir sinek, boğazlanarak eti yenilen bir koyun da olabilirdik.” Diyerek sohbete başladı. İnsan olarak yaratılmış olmamız, bizler için en büyük bir lütuftur. Yeter ki bunun farkına varalım. Ve bizleri insan olarak yaratan rabbimizin, üzerimizdeki hakkı olan kulluğumuzu, ibadet ve vazifelerimizi yerine getirelim.
Devam eden sohbetlerinde: “Rabbimizin Hadi (hidayet veren) isminin tecellisine mazhar olarak Müslüman olduk. Bu ikinci büyük nimete mazhar olan bizlerin şu konuya eğilmemiz gerekir. Şu anda yeryüzü coğrafyasında yani cihan dershanesinde imtihan halindeyiz. Tüm gayretimiz ise kulluk diplomasını alabilmektir. Diplomanın yani icazetin, başarı belgesinin alınması ise, büyük terbiyeciler olan peygamberlerin izinden ve peşinden gitmekle mümkün”.
Bir paragraflık sohbet, mesaj, görülüyor ki tüm hayatımızı ilgilendiren, yaratılış gayemizi hatırlatan ve yeryüzünde yaşamamızın sır ve hikmetini beyan eden bir özelliğe sahiptir. Gerçek tahsilin kimliği de bu değil midir?
“İnsan dünyaya boş bir kaset, boş bir disket olarak olarak geliyor. Yaratanımız, boş kasetin içinin Kur’an ve hikmetle, sünnetle doldurulmasını istiyor. Tahsilin ilk adımının kelime-i tevhit olduğu bildiriliyor. Temizlenmiş, filtreden geçmiş bir kalbe sahip olarak, rabbimize sürekli bir teşekkürün ifası isteniyor. Velhasıl ibadetsiz bir hayat istemiyor rabbimiz.”
Günümüzde hepimizin odaklandığı şey tahsil değil mi? 2-3 saatlik ÖSS bir öğrencinin en korkulu rüyası haline gelmiş. Çünkü tüm hayatı ona göre 2-3 saatlik tahsil hayatını başlatacak sınavda. Tamam, kabul ettik. Eğer bu tahsil sadece dünyamızı ilgilendirip, ahiretimizi yok edecekse veya mahvedecekse, ne kıymeti olur ki? Rabbimize bir bedel ödemeden insan ve Müslüman olarak yaşayan bir insanın, her iki dünyayı kucaklayan bir tahsil hayatı olamaz mı? Matematikle tefsiri, coğrafya ile İslâm tarihini, beden eğitimi ile sünneti birlikte yürütmekle neyi kaybederiz ki?
Hocamız sohbetinin bir bölümünde şu gerçeğe parmak bastılar, iskân siyaseti. Belki de ilk defa duyduk iskân siyaseti kelimelerini. Bu kelimeyi şöyle açtılar: “Tarihte Müslümanlar hiçbir zaman işgalci olmamıştır. Fethetmişlerdir. Fethettikleri yerleri, ülkeleri bir emanet olarak görmüşlerdir. Fethettikleri yerlere, örnek olsun diyerek Müslümanları göndermişlerdir. Konya ve çevresinden Bosna’ya, Balkanlara ve diğer yerlere…”
Biliyoruz ki bedeli ödenmeyen şey insana külfettir. Malı ve bedeni cömertçe harcayan insanlar, malının ve canının bedelini ödemiş olan insanlardır. Bu ve benzeri iş ve hizmetleri yapanlar ise genelde bedenini Kabe’ye, gönlünü Allah’a veren insanlardır.
Bu hafta sunduğumuz mesaj, bu cümle ile sona ermiştir. İnşallah önümüzdeki hafta da muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamızın “Ya Rabbi Sensin” konulu sohbetlerini sunacağım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.