Öfkesine yenik düşenler
Büyük annem anlatmıştı: Vakti zamanında onların köyünde birbirlerini seven ve çok iyi anlaşan iki komşu varmış. Öyle ki, iki ailenin aralarından su sızmaz, hatta yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. Bazen köyde kuraklık olur ve hiç hasılat alamazlarmış. Böyle zamanlarda bile bir ekmeği bölüşür, birbirlerini gözetirlermiş. Köy halkı onların bu dostluğuna imrenir ve onlardan övgüyle bahsederlermiş. Bir yaz günü, komşulardan birinin çocuğu avluda oynarken, komşunun tavuğunun yuvasına basmış ve buradaki yumurtayı kırmış. Bunun üzerine evdeki gelin çocuğu azarlamış. Çocuğunun ağladığını gören annesi öfkeyle ev halkının üzerine yürümüş. Derken büyük bir kavga başlamış ve araya aile büyükleri girmiş fakat kavga gittikçe alevlenmiş iki aile birbirine düşmüşler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki ailenin kavgaları aylarca sürmüş, sonunda ailelerden birinin oğlu öldürülmüş, buna karşılık olarak karşı aile de aile büyüklerinden birini öldürmüş... Bu anlaşmazlığın devam edeceğine inanan köylü araya girmiş ve ailelerden birinin uzak bir köye taşınması için teşvik etmişler. Zor da olsa ikna olan aile, eşyalarını toplamış ve uzak bir köye taşınmış. İki dost aile bundan sonra birbirlerini ebedi düşman ilan etmişler ve ölünceye kadar konuşmayacaklarına dair yemin içmişler.
İnsan bir yönüyle, meleklerden daha üstün olabilirken, diğer yönüyle dünyanın en sefil en aşağılık varlığı olabiliyor. Bir büyüğümüz, "hayvanların vahşeti, ihtiyacına binaendir, bir kurt eğer açsa saldırır ve ihtiyacı kadarını yer, oysa haris insan ihtiyacı olsun olmasın malı uğruna nice gönüller yıkar, adam öldürür, tahribatlar yapar..." der. Yani insan, kontrolü kaybettiğinde, bencilliğinin, öfkesinin, ihtiraslarının, kindarlığının, hasedinin, doyumsuzluğunun açgözlülüğünün esiri olabiliyor. Bu nedenle, yaptığımız işlerin sonuçlarını hesaba katmalı ve Allah'ın rızasına uygun olanı tercih etmeliyiz.
Hikayede de olduğu gibi öfke kontrolsüz bir şekilde kullanıldığında geri dönülmez hatalara, pişmanlıklara sebep olabiliyor. Biranlık öfkeyle yapılan hatalar, uzun yıllar bedel ödemeyi gerektirebilir. Bu nedenle efendimiz, "Pehlivan rakibinin sırtını yere getiren değil, öfke anında nefsine hakim olabilendir" sözüyle bizleri uyarıyor. Büyüklerimiz insan asıl yüzünü öfkelendiğinde gösterir derler. Gerçekten de, yaşadığımız olaylar karşısında nasıl bir tavır içinde olduğumuz bizim bir insan olarak nasıllığımızı niteliğimizi de gösteriyor. Bunun için kendimize şu soruları sormalıyız: Öfkemizin esiri mi olduk, yoksa öfkeyi mi esir aldık? Öfkeyle hareket ederek karşımızdaki insanları kırıp döktük mü yoksa sorunun çözümü noktasında onlara yol mu gösterdik?
Bazı okurlarımız bizlere ulaşarak, öfkesini kontrol edemediğini ve bu noktada çözüm yolu aradığını ifade ediyorlar. Burada ne yazık ki öğrenilmiş bilgilerin de tesiri var. Eğer kızını dövmeyen dizini döver, erkek adam karısını döver, vurdu ve yere serdi... türünden teşvik edici söylemlerin insanlara büyük zararı dokunuyor. Bu sözlerle bir yerde öfke anında etrafındaki insanlara bedensel ve ruhsal darp uygulayan kimseleri güçlü kişiler olarak lanse ediliyor. Oysa şiddete başvuran kişi zayıflığından bu yolu seçmiştir...
Aileler çocuklarının istikbalini düşünürken onlara öfkelerini kontrol etmeyi de öğretmeliler ve öfkelerini yanlış kullandıklarında neler yaşayabileceklerini izah etmelidirler. Çünkü, öfkemizi kontrol edemediğimiz takdirde, maddi ve manevi kayıplarımız olacaktır. Tıpkı bir yumurtadan çıkan kavganın iki dost aileyi parçaladığı gibi, verdiğimiz tahribatlar bizi bölebilir ve geri dönülmez hatalara sürükleyebilir. Atalarımız öfkeyle kalkan zararla oturur sözünü boşuna dememişler. Artık bizim için çok geç demeyin, zararın neresinden dönerseniz kârdır. Bunun için, öncelikle, gücün, para, kariyer, fiziksel kuvvet ve diğer dünyevi imtiyazlarda olmadığını, aksine öfkesini yönetebilen ve sorunlarına farklı çözümler getirebilen insanların bağrında olduğunu bilmelisiniz
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.