Çanlar 5 defa çalınca... Adalet öldü, adalet!
Hazreti Ömer (r.a.), 1400 küsur yıl önce söylemiş... “Adalet mülkün temelidir” demiş... “Mülk” ne?.. Elbette “devlet”... Yani, “devletin temeli”nde “adalet” olmalıdır...
Temelinde “adalet” olmayan bir devlet, en ufak sallantıda yıkılır, “moloz yığını” haline gelir... “Adalet”in olmadığı, “kanun”ların işlemediği toplumlar, uzun süre ayakta kalamaz, yıkılırlar.
İnsanımız, “adalet”e o kadar önem vermiştir ki, “atasözlerimiz” arasında “adalet”le ilgili hayli söz vardır... Meselâ; “Adalet ile zulüm bir yerde durmaz” demiş atalarımız... “Hak deyince akan sular durur” demişler... “Hak yerde kalmaz, yerini bulur” demişler... En önemlisi de, “Şeriatın kestiği parmak acımaz” demişler ki; işte bu, “adalete duyulan güven”in göstergesidir...
Öyle ya; kanunlar “taraflı” bir şekilde uygulanmamışsa, “suçlu”ya cezası, “haklı”ya hakkı verilmişse; kim, niye acı duysun ki?.. Hüküm, “adalet”le verilmiş ise, kim, niye itiraz etsin ki?..
Eğer “hukuk”un verdiği kararlar “adil” değil de “taraflı” ise, yani “bir tarafı korumayı/kollamayı” amaçlıyorsa, işte orada “tuz kokmaya” başlamış demektir!.. Bu durumda, “güven” duygusunun içine “güve” girer ve başlar kemirmeye...
CAHİT DURMAZ NASIL ÖLDÜ?
Maalesef, günümüz Türkiye’sinde cereyan eden “hukuk skandalları” adalete olan güveni temelinden sarsmaya başlamıştır!..
Çünkü adalet, “mülkün temeli” olmaktan çıkmış, “saltanatların temeli” olmaya başlamıştır!..
Hukukun temelinde “tarafsızlık” vardır...
Zaten, bu yüzdendir ki, “adalet”i sembolize eden “kadın”ın gözleri “bağlı”dır!.. Bir anlamda “kör”dür!.. Öyle de olmak zorundadır...
Ki, “ayrımcılık” yapmasın!.. Ki, “adil” karar verebilsin!.. Ki, “kişiye göre” hüküm veremesin!..
Ama, uygulama böyle değil!.
Bunun en son misali, Cahit Durmaz’la ilgili karar...
Cahit Durmaz, yaklaşık 9 yıldır cezaevindeydi...
“Ergenekon sanıkları”nın “9 ay tutuklu” kalmalarına bile tahammül edemeyenler, bunun bir “cezalandırma yöntemi” olduğunu söyleyenler, her nedense Cahit Durmaz’ın, hem de 9 yıl tutuklu kalmasını hiç gündemlerine almadılar!..
Öyle ya, Cahit Durmaz, nihayetinde “İslami bir kimliğe” sahipti...
O halde, niye umurlarında olsun ki!..
Hiç kimse duymadı onun çığlığını!..
Hiç kimse ilgilenmedi “acı”larıyla!..
Kırıkkale Cezaevi’nde, karnındaki şiddetli ağrılar nedeniyle revire çıkmış ve sevk edildiği Yüksek İhtisas Hastanesi’ndeki doktorun muayenesi sonucunda “gaz sıkışması” teşhisi konmuştu.
Daha sonra ağrıları şiddetlenen Durmaz, Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edilmiş...
Ankara Numune Hastanesi’ndeki doktorlar, dosyayı inceledikten sonra Bağırsak (kolon) Kanseri’ne yakalandığını söylemişler...
Buna rağmen;
Cezaevi yönetimi ve elbette Savcı Bey, “tahliye” etmemiş Cahit Durmaz’ı!.. Evet, hiç olmazsa “son günlerini evinde geçirmesine” izin vermemişler...
Hem de, Ankara Numune Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu’nun “tam teşekküllü rapor”larına rağmen!..
Özetle ifade edecek olursak;
“Evinde” değil, “hastanede öldü” Cahit Durmaz!..
“80 kiloluk” dev gibi bir adam, eriye eriye “30 kilo”ya düştü ve son nefeslerini hastanede verdi...
Ona, “evinde ölmeyi” bile çok gördüler.
Naaşı yıkanırken, sağ elinin bütün parmakları kapalı, ama “şahadet parmağı” dimdikmiş!..
Acaba “Kelime-i Şahadet” getirerek mi öldü, yoksa “zulme şahit olmamızı” mı istedi?..
İLLA SOLCU MU OLMAK LÂZIM?
Ne yalan söyleyeyim;
Cahit Durmaz gibi, sırf “İslâmi kimlik”lerinden dolayı “ölüme mahkûm” edilen diğer “tutuklu” ve “mahkûm”lar geldi gözlerimin önüne...
“Belden aşağı felçli” olduğu halde “cezaevinde kalabilir” raporu verilen Fikret Bayram’ı hatırladım...
Ahmet Şahin’i, Seyid Ali Demiryol’u hatırladım...
Çünkü onlar da tedavi edilmeyerek “ölüme mahkûm” edilmişlerdi!..
“Teröristleri bile affeden” A.N.Sezer’in, “felçli Cengiz Sarıkaya”yı affetmeyip, cezaevinde ölmesine yol açtığı geldi aklıma!..
Bu mu adalet?..
Bu mu mülkün temeli?..
Onların “tedavi” edilmelerine izin vermeyen, daha doğrusu, hiç olmazsa “son günlerini” evlerinde geçirmelerine izin vermeyen adalet, Tunceli’nin Pertek ilçesinde 3 askerin şehit edilmesi, 7 vatandaşın öldürülmesi, Ulukaya köyünün yakılması ile 2 silahlı çatışma olaylarında da bulunduğu gerekçesiyle cezaevinde olan Güler Zere’yi, ağız kanseri teşhisi konulunca Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporla affedip serbest bırakmıştı...
Evet, Güler Zere’nin, hiç olmazsa son günlerini “ailesinin yanında” geçirmesine izin veren adalet; Fikret Bayram’a Ahmet Şahin’e, Seyid Ali Demiryol’a ve Cengiz Sarıkaya’ya aynı izni vermedi...
Söyleyin Allah aşkına;
Böyle bir adalete güven duyulur mu?..
Hiç, “çifte standartlı adalet” olur mu?..
ÇAN, BEŞ DEFA ÇALINCA!
Hani, bir hikâye vardır.
Belki bilirsiniz...
Ölümlerin “çan çalarak” ilan edildiği bir ülke varmış.
Çan bir defa çalındığında, “halktan biri” ölmüştür.
“İki” defa çalındığında, halk içinden tanınmış, “eşraftan biri” ölmüştür.
“Üç” defa çalındığında, “saray çevresi”nden, yani “bürokrasiden biri” ölmüştür.
“Dört” defa üst üste çalındığında ise “kral” ölmüştür.
Günün birinde yine bir çan sesi duyulur. İnsanlar, biri öldü sanırlar.
Peşinden hemen ikincisi... “Oo, ölen eşraftan biriymiş, kim acaba?” der halk...
Peşinden üçüncü vuruş... İnsanlar iyice meraklanmış, “saraydan kim öldü” diye...
Dördüncü çan sesi geldiğinde ise insanlar “kral öldü” heyecanıyla kilisenin etrafında toplanmaya başlamışlar.
Ama o da ne! Çan beşinci defa çalmış.
Art arda “beş çan sesi”nin ne olduğuna meraklanan kalabalık, çan sesinin geldiği yere koşmuş.
Bakmışlar adamın biri...
“Ne oldu? Kim öldü? Nedir bu beş çan sesi?” diye soranlara:
“Adalet öldü!” demiş adam;
“Bu ülkede adalet öldü.”
Sonra da mahkemede hakkına nasıl tecavüz edildiğini anlatmış.
“Cahit Durmaz ve diğerleri”nin, resmen ve alenen “ölüme mahkûm” edilmeleri, bana bu hikâyeyi hatırlattı...
Geçtiğimiz günlerde basın toplantısı düzenleyip; “Yargının en önemli görevi Atatürk ilkelerini korumaktır” diyen Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, bu işe ne der bilmem ama, “İslâm uleması” der ki;
“Bir idare küfür üzere yükselebilir ama, zulüm üzere yükselemez!”
Atalarımız, bunu şöyle özetlemişler:
“Zulüm ile abad olunmaz!”
“İslâmi kimlikli” insanları “ölüme mahkûm” eden sistem, korkarım ki “yok olmaya mahkûm”dur!..
ORHAN ÖZDEMİR’LE İLGİLİ HABERLER!
Şimdi ben, Cahit Durmaz ve diğerlerini “ölüme mahkûm” eden sistemin, “Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları”nı ölüme mahkûm eden kişilerle ilgili nasıl bir tavır takınacağını merak ediyorum.
Malûm, son günlerde bir “Emniyet müdürü”nden söz ediyor gazeteler ve televizyonlar...
Evet, Orhan Özdemir’den!..
Haberler, özetle şöyle:
¥ “Kayseri’de görev yaparken organize suç örgütüne yardım ve yataklık ettiği iddia edilen Ankara Emniyet Müdürü Orhan Özdemir, tedavi gördüğü hastaneden taburcu edildikten sonra cezaevine gönderilecek.”
¥ “Kayseri’de emniyet müdürü olduğu dönem temizlik ihalesinin de dahil olduğu bazı ihalelerde yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla başlatılan soruşturmada hakkında tutuklama kararı verilen Ankara Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’in, çete lideri iddiasıyla tutuklanan Türker Horoz’la yaptığı telefon görüşmesinde çarpıcı ifadeler yer aldı. Kayıtlara göre Horoz, şirketine yönelik soruşturmadan duyduğu rahatsızlığı Özdemir’e aktarıyor. Özdemir de, soruşturmayı yürüten emniyet görevlisi C.Y’yi kastederek ‘Kafasını kopartırım o şerefsizin’ cevabını veriyor.”
Dikkatle inceleyince gördüm ki; bütün gazeteler, olayın “mafya boyutu”yla ilgili...
Ama, bana göre, Orhan Özdemir’in hakkında “çok daha ciddi bir suçlama” var!..
ÖZDEMİR’İN ÖLDÜREN YALANI!
Bence bu suçlama, “yolsuzluk”tan da önemli, “ihaleye fesat karıştırmak”tan da!..
Çünkü, bu suçlama “ölüm”le ilgili... Evet, merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ölümüyle...
Önce kısa bir hatırlatma yapalım:
Türkiye, 2009 martında Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düştüğü haberiyle sarsıldı.
Resmi, sivil tüm kurumlar Yazıcıoğlu’na ulaşmak için seferber oldu.
Ekipler arama ve kurtarma çalışmalarına hazırlanırken başkentten umut dolu bir haber geldi. Dönemin BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu, düzenlediği basın toplantısında, Kayseri Valisi ile telefonda görüştüğünü, Yazıcıoğlu’nun hava ambulansıyla Göksun Devlet Hastanesi’ne sevk edildiğini, durumunun iyi olduğunu söyledi.
Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin Yazıcıoğlu’na ulaşıldığına ve şuurunu açık olduğuna ilişkin açıklamaları aynı dakikalarda televizyonlara yansıdı.
Ancak bu bilgi doğru değildi.
Hayati öneme sahip saatler bu haberin verdiği rehavetle harcandı. Haberin doğru olmadığı anlaşıldığında ise hava kararmıştı. Böylece arama ve kurtarma çalışmaları ciddi şekilde sekteye uğradı.
YAZICIOĞLU BÖYLE ÖLDÜRÜLMÜŞ!..
Ya sonra?.. Sonrası, önceki günkü Bugün gazetesinde şöyle anlatılıyordu:
Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, helikopterin bulunduğuna ilişkin açıklamayı Kayseri Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen teyit edilmemiş istihbarat raporuna göre yaptığını açıkladı.
Dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir ise Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü’nden gelen istihbarat raporuna göre Kayseri Valisi’ne böyle bir bilgi verdiklerini savundu.
Meclis’te kurulan helikopter kazasını araştıran komisyona, İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından hazırlanan rapor ulaştı.
Buna göre dönemin Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir’in açıklamasına dayanak gösterdiği rapor sonradan yazıldı!..
Özdemir’in, Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü’nde emniyet amiri olan Dursun Özmen’e sonradan böyle bir istihbarat raporu yazdırdığı belirtildi.
Lütfen dikkat;
Rapor, “sonradan” yazdırılmış!..
Hatırlarsınız... Ben, daha önceki bir yazımda merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir “cinayet”e kurban gittiğini yazmıştım.. Ortaya çıkan deliller, “cinayet” şüphesini daha da güçlendiriyor!..
Bana göre, gazeteler ve televizyonlar, “olayın bu yönü”ne ağırlık vermeliler... Ve tabii, “yargı” da!..
Olayın bu yönü araştırılsın ki;
“Çanlar beş defa çalmasın!”
Hiç olmazsa bu olayda,
Adalet tecelli etsin!..
================
Ya rapor, ya raportör!
Herhalde duydunuz... Anayasa Mahkemesi tarafından görevlendirilen “Raportör”, incelemesini tamamlamış ve hazırladığı raporu dün Anayasa Mahkemesi’ne sunmuş...
Raporun özü ve özeti şu: “Anayasa Değişikliği Paketi’nin yasalaşma süreci henüz tamamlanmamıştır... Dolayısıyla, CHP’nin iptal talebi reddedilmelidir.”
Bu “rapor”la birlikte ortaya yeni bir durum çıktı... Daha düne kadar; “Anayasa Mahkemesi’nin, değişikliği şekil yönünden inceleyebileceğini, Esas’a giremeyeceğini” söylüyorduk...
“Raportör” de diyor ki: “Hayır, şekil yönünden de inceleyemez!.. Çünkü, referandum yapılmamış yani teklif yasalaşmamıştır!.. Olmayan bir yasa konusunda karar verilemez!”
Merak ediyorum, bu “rapor”dan sonra ne yapacak Anayasa Mahkemesi?.. Bence “raportörün dediğini” yapmalı ve CHP’nin başvurusunu “yok” saymalıdır!..
Öyle ya; sen o raportörü “Bostan korkuluğu” olarak mı oturttun oraya?.. Adam, “rapor”unu vermiş işte... Ya ona uyacaksın, ya da “Raportör” görevlendirmeyeceksin!.. Hem “raportör” görevlendirip, hem de raporunu dikkate almayacaksan, bu millet niye ödüyor onların “maaş”ını?..
Ya “rapor”a uyun, ya da “raportör”lerin görevine son verin!..