CHP gene fırsatı kaçırıyor
Kırklareli Valisi Cengiz Aydoğdu’yu yakından tanırım. Çok okuyan ve yazan, siyaset sosyolojisi ve kamu yönetimi uzmanı bir entelektüeldir. Aktif siyasetle hiçbir ilgisi yoktur. ‘Abant Platformu’nda söyledikleri anlaşılamamıştır. Onun düşmanlığı CHP’ye ve İnönü’ye değil, tek parti diktatörlüğüne ve zorba devletçiliğedir. Nûr içinde yatsın, rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu da aynen onu gibi düşünürdü.
Aslında CHP, 1950’de ömrünü tamamlamıştır. Demokrasiye geçildikten sonra, CHP isim olarak devam ettirilmiş olsa dahi misyonunu değiştirmeli ve çok partili parlamenter demokrasiye ayak uydurmaya çalışmalıydı. Lâkin CHP, Şeflik Dönemi’nin mutlak tahakkümünü bir türlü unutamamış; 1950’den sonra 1954 ve 1957 mağlûbiyetlerine uğrayınca, seçim sandıklarında bulamadığı hâkimiyetini devam ettirmek için cuntacılara başvurmuştur. Bu, CHP’nin kaçırdığı ilk fırsattır.
1960’tan sonra da millet iradesinin iltifatına mazhar olamayan CHP, isabetli bir kararla misyon değiştirmeye çalışarak kendisine Avrupa’daki ‘sosyal demokrat/demokratik sol’ partileri model almak istemiş; ancak 40 yıllık devletçi ve faşizan bir siyasî partiye bu ‘değişim’i kabul ettirmek mümkün olmamıştır. Bunda ‘soğuk savaş’ın oluşturduğu cepheleşmedeki marksist faaliyetlerin de rolü vardır ve bu da CHP’nin kaçırdığı ikinci fırsattır.
Demokratik rejim içinde, CHP’nin yakaladığı en önemli fırsat ‘Ecevit’in ilk genel başkanlığı döneminde ortaya çıkmıştır. ‘Halkçı’ karizmaya sahip Ecevit, CHP’nin halkla olan temel çelişkisini kavramış ve bunu ‘tarihsel yanılgı’ teziyle ifade etmiştir. Ayrıca Ecevit, Kıbrıs ‘Barış Harekâtı’nı da siyasî propaganda maksadıyla başarılı bir şekilde kullanmıştır. Ancak, Ecevit’in hayalperestliği, bu en büyük ve üçüncü fırsatın da uzun süreli iktidarlarla değerlendirilmesine engel olmuştur.
Bu arada Baykal’ın zaman zaman çıkışları olduysa da cesurâne bir değişimi gerçekleştiremediği rahatlıkla söylenebilir. Zira Baykal’ın, bir fırsat olarak görülemeyecek kadar ayrıntıda kalan teşebbüsleri, CHP’nin merkezindeki kangrenleşmiş ‘şeflik dönemi ekibi’nin tutuculuğunu aşamamıştır. Bunda, Baykal’ın evdeki bulguru kaybetme endişesinin de tesiri bulunmaktadır.
***
Baykal’ın götürülüş biçimini tasvip etmediğimizi önceki yazılarımızda defaatle ifade etmiştik.
Fakat Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı da CHP için gerçekten önemli bir çıkış yolu teşkil etmiş ve CHP’nin oylarını ortalama yüzde 5 civarında arttırmıştır. Böylece CHP dördüncü fırsatını da yakalamış olmaktadır.
Kılıçdaroğlu, mütevazı ve halka yakın görünüşüyle, dürüstlüğü savunmasıyla ve sakin tavırlarıyla kısa zamanda sempati toplamıştır.
Lâkin, ‘Recep Bey’ polemiğiyle Erdoğan’a ve AK Parti’ye hasım olanların takdirini kazansa da bir müddet sonra üç hususta hatâları ve noksanları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Şöyle ki:
1. Kendi seviyesiyle mütenasip olmayan basit polemiklere girmiştir. Biraz da MHP’lilerin dolduruşuna gelip, Gediktepe’de Genelkurmay Başkanı’nın isteği üzerine çömelen Başbakan Erdoğan’a nazire yaparak ayakta durması, kelimenin tam mânâsıyla ‘komik’tir. Bu davranış, Türk halkının ne kadar basite alındığını gösteren çok ucuz bir politik şovdan ibarettir. Kılıçdaroğlu’nu hangi jakoben zorba kandırıp bu duruma düşürdüyse, ona en büyük kötülüğü yapmıştır. Arkasından da buyurunuz polemiğe: ‘Benim genel başkanımın boyu çömelirken bile senden fazla!’; ‘Burası sıfır noktası değil karakolmuş, siper pozu verilmişmiş’; ‘Askerler ayakta fotoğraf için gereğinden fazla çuval yığmışlarmış’; ‘Partinin fotoğrafçısını götürmüşler, seçim afişi yapacaklarmış!..’ Bu durumda AK Parti de herhalde Atatürk’ün siperde otururken resmini yayınlayıverirse hiç şaşırmayalım...
2. Kılıçdaroğlu’nun daha ciddî olan hatâsı, kısa zamanda söylediklerinin aksine beyanda bulunmasıdır. Gerçi bu tavıra politikada sık rastlanır. Meselâ, Demirel, ünlü ‘Dün dündür, bugün bugündür’ lakırdısıyla, bu tavrın tipik örneğini meydana getirmiştir. Bu söz, Türkiye’de siyasî oportünizmin darbımeseli olmuştur. Rahmetli Özal, ANAP milletvekillerinden bazılarını Demirel’in önceki yıllarda yaptığı konuşmaları taramakla görevlendirmişti. Demirel, Özal’ı ve ANAP iktidarını bir konuda tenkit ederken, Özal kürsüye çıkıp daha önce Demirel’in aynı konudaki tam aksi mahiyetteki sözlerini keyifle okurdu. Ancak, Kılıçdaroğlu, Demirel gibi yıllar sonra değil, günler, bazen de saatler sonra söylediklerini değiştirebiliyor. Haydi diyelim ki Dersim örneğinde partisine ters düşmek istemediğinden görüşlerinden caymıştır.
Lâkin genel başkan olarak üniversiteli kızların başörtüsü konusunda söylediklerinden hemen vazgeçmesi mâzur görülemez. CHP milletvekili Necla Arat’ın sözleri ise ibret vericidir. Necla hanım, genel başkanı için ‘Kendisinin kişisel görüşüdür, CHP’yi bağlamaz’ diyebiliyor.
3. En önemlisi de Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinin içinin boş kalmasıdır. Zira Kılıçdaroğlu, belli bir konuda ‘değişim’e gitmekten çekiniyor. Parti yönetiminin komplocu Önder Sav ve ulusalcı, jakoben devletçi MYK’nın elinde olduğu anlaşılıyor.
***
Ve, görünen o ki CHP’nin eline geçen bu son fırsat da tahmin edilenden daha kısa bir
zamanda heba ediliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.