Bu ülkede “darbeci” olmak varmış!
İş; dönüyor, dolaşıyor, "yargı"da düğümleniyor... Tartışılması gereken asıl konu; yargının "özgürlük"lere ne kadar açık veya ne kadar kapalı olduğu...
"Eleştiri" nerede biter, "hakaret" nerede başlar?..
Ya da, "haber" nedir, "hedef gösterme" nedir?..
Sayfaya konulan her "fotoğraf", bir "hedef gösterme" midir?..
Eğer sayfaya konulan her fotoğraf, bir "hedef gösterme" sayılacaksa, o zaman hiç fotoğraf kullanmayalım mı?..
Hem sonra, her fotoğraf "hedef gösterme" olacaksa, bu yazının yazarı olan ben, şu "yandaki fotoğrafım"dan dolayı kendi kendimi hedef göstermiş olmuyor muyum?.. Bir anlamda, "kendi kendimi" tehlikeye atmış olmuyor muyum?..
İşin garibi; "bir gün" de değil, "tam 365 gün" yapıyorum ben bunu... Bunu yapmakla; "ey teröristler, işte fotoğrafım!.. Yanlış adamı değil, gelin beni vurun!" mu demek istiyorum?.. Eğer öyle ise "savcı" beyler, "benim" hakkımda da, "kendimi hedef göstermek"ten dâvâ açmayı düşünürler mi acaba?..
Bir "mazoşist" miyim, neyim ben?..
Köşeme fotoğraf koymam, nasıl ki "kendi kendimi terör örgütlerine hedef göstermek" değilse, bu gazetenin herhangi bir sayfasında yayınlanan "herhangi bir fotoğraf" da, kesinlikle "hedef gösterme" amaçlı olamaz!..
öyle ya;
Bütün gazeteler gibi, biz de "aktüel gelişmeler"e göre; zaman zaman Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın veya meselâ "gündemdeki adam" olması hasebiyle Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın ya da Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın fotoğraflarını yayınlıyoruz!..
Ne yani; bunların fotoğraflarını yayınlamak, "onları terör örgütlerine hedef göstermek" mi sayılacak şimdi?..
Olur mu öyle saçmalık?..
Olur mu böyle garabet?..
Ama, maalesef oluyor!..
çünkü, burası Türkiye!!!
Bu ülkede, "olmaz" olmaz!..
SADECE “HESAP SORULSUN” DEDİK!
"Ergenekon zanlıları"nın yaşadıklarına güler miyiz, ağlar mıyız bilemiyorum ama "ölmüş adamın hedef gösterildiği" iddiasına, herhalde herkes güler!..
Efendim, olay şu:
28 Şubat 2006 günkü Vakit'in manşeti şöyleydi:
"Halk onları mahkûm etti, sıra yargıda!"
Haberin detayı şöyleydi:
¥ "Onlar, Sincan’da tank yürüttüler... Andıç listeleri hazırladılar... Kebapçıları bile fişleyip kara listeye aldılar... Yargı mensuplarını brifinglerle yönlendirdiler... Halkın oyuyla göreve gelmiş bir iktidarı düşürttüler... İmam Hatip liselerinin orta kısımlarını kapattırdılar... Halk onları defterden sildi ama, yaptıklarını unutmadı... Halk, 28 Şubat darbecilerinden hesap sorulmasını istiyor.
¥ Yasakçıların bazıları 28 Şubat sonrası siyasete soyundu. Ama aldıkları oy oranı binde 1 bile olmadı. Görevleri başındayken kullanılan 28 Şubat aktörleri, emekli olduktan sonra bir kenara atılmanın acısını yaşıyorlar. 28 Şubat’ın mağduru olan Erdoğan ise, tek başına iktidarda.
¥ 28 Şubat’ın en baş aktörlerinden biri olan çevik Bir, daha sonra yaptığı açıklamalarda, ‘Medyanın dolmuşuna geldik’ demişti... Kendisi de, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İ. Hakkı Karadayı’yı dolmuşa getirmekle suçlanıyor.
¥ 28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden tam 9 yıl geçti. 28 Şubat sürecinde aktif rol alarak Refah-Yol Hükümeti’ni iktidardan uzaklaştıran kudretli isimlerin, bugün esamesi bile okunmuyor. Sürece destek veren siyasilerin birçoğu ise bugün Yüce Divan’da yargılanıyor. Halk, ‘yapanın yanına kâr kalmaması’ için 28 Şubatçıların yargılanmasını istiyor.”
HESAP SORULAN, MAALESEF BİZ OLDUK!
Söyleyin Allah aşkına;
"Bu haberin neresi hedef göstermedir?"
İlla da bir "hedef gösterme"den söz edilecekse, belki "yargıya hedef gösterme"den söz edilebilir!..
çünkü haberde, yargıya seslenmiş ve demişiz ki;
"Darbecilerden hesap sorun!"
Darbeciler kim?..
"28 Şubat sürecinin aktörleri!"
Zaten, kendileri demedi mi;
"28 Şubat'taki hareketin en doğru tanımı Postmodern Darbe'dir!"
Peki, biz ne demişiz;
"Bunlardan hesap sorun!"
Şu garabete bakın ki;
"Hesap sorulan" biz olduk!..
Yani "darbeci"lere hesap sorulacağına, Vakit'e hesap soruldu!..
Savcı Celal Kara dedi ki;
"Anadolu’da Vakit gazetesinin 28 Şubat 2006 tarihli sayısında yer alan bir haberde, terörle mücadele kapsamında TSK'da görev almış İsmail Hakkı Karadayı, çevik Bir, Güven Erkaya, Teoman Koman, Erol özkasnak ve Osman özbek gibi üst düzey generallerin isimleri ve fotoğraflarına yer verildi!..
Haberde Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Yekta Güngör özden, Vural Savaş ve Kemal Gürüz'ün de isimlerine ve fotoğraflarına yer verildi!..
Haberde, bu kişilerin faaliyetlerinden bahsedilerek, terör örgütlerine hedef gösterildiler!"
Bu iddia, sizce de "komik" değil mi?..
Söyleyin Allah aşkına;
Şu "iddianame"de adı geçen kişiler, hemen hemen her gün "televizyon"lara çıkmıyorlar mı?..
Onların "fotoğraf"ları diğer gazetelerde yayınlanmıyor mu?..
O zaman "televizyon"lar ve "diğer gazeteler" aleyhinde de dâvâ açılıp, "Tek parti diktasının sansürcülüğü" hortlatılmalı değil mi?!?..
YAPANLARIN YANINA KâR KALDIKçA!
Demin dedim, tekrar edeyim;
"Halk 28 Şubatçı darbecileri mahkûm etti, yargı da mahkûm etsin ki, bu millet, zırt-pırt darbeye kalkışanlardan kurtulsun" niyetiyle yayınladığımız haberden dolayı mahkûm olan "biz" olduk!..
Birinci sayfamızda da göreceğiniz gibi; Vakit'in sahibi Nuri Aykon ve Yazı İşleri Müdürü Harun Aksoy; bu haberden dolayı "20'şer bin YTL para cezası"na mahkûm oldu!..
Evet, "mahkûm" olan biz olduk, "darbeciler"in yaptıkları ise, yanlarına kâr kaldı!..
Aynen, aynı günkü Vakit'te demeci yayınlanan "Darbe mağduru eski savcı Sacit Kayasu"nun dediği gibi!..
Şöyle diyordu Savcı Sacit Kayasu:
"28 Şubat'ın postmodern darbe olduğunu bizzat darbecilerin kendileri söylüyor.
Darbenin postmoderni falan olmaz, darbe darbedir. Eğer bu darbeyse, bunların Ceza Kanunu'na göre cezalandırılmaları gerekir.
Onun için de milli bir iradenin olması lazım.
Ama bu irade; ne Meclis'te var, ne de vatandaşta!..
Benim gibi bir savcı kalkıp da böyle bir şey yaparsa, benim başıma gelenler, onun da başına gelir."
(....)
"Demokratik düzenlerde darbe hiçbir zaman savunulamaz. Darbeler yapanların yanına kâr kaldığı sürece, olmaya devam edecektir. 12 Eylül’cülerin yargılanmasını isteyenler sol kesim... 28 Şubatçıların yargılanmasını isteyenler dindar kesim...
Oysa ki; sağı-solu bütün kesimlerin darbecilerin yargılanması için işbirliği içinde olması lazım. Darbeye karşı olanların, bütün darbelere karşı olması lazım. İnsanlar ‘Benim lehime de olsa darbeciler yargılansın’ demedikçe, daha çok darbe olur."
Ne kadar doğru değil mi?..
"Darbeciler" değil de, "darbe karşıtları" yargılandığı için, ortalık "Sarıkız" ve "Ayışığı" kod adlı darbelere yeltenenlerden geçilmiyor!..
Onların yanına kâr kaldığı ve "onlar"dan değil, "bizler"den hesap sorulduğu içindir ki, işte “Ergenekon” adlı heyulâ belâ ile uğraşıyoruz!..
Söyleyin Allah aşkına;
“27 Mayıs”çılardan, “12 Mart”çılardan, “12 Eylül”cülerden, “28 Şubat”çılardan, “Sarıkız”cılardan, “Ayışığı”cılardan ve “27 Nisan”cılardan hesap sorulsaydı, bugün “Ergenekon Terör örgütü” ile savaşmak zorunda kalır mıydık?..
BüYüYüNCE BEN DE DARBECİ OLACAĞIM!
Savcı Celal Kara, “Vakit”in değil de, “darbeci”lerin yakasına yapışsaydı, “cuntacı” ihtiyarlar, “savcıya bile gözdağı” verme cür’eti gösterebilir miydi?..
Gösteriyorlar!.. çünkü biliyorlar ki, bu ülkede “hesap sorulması istenenler” değil, “hesap sorulmasını isteyenler” yargılanıyor!..
Hem de, ne yargılama?!?..
Vakit, haberi vermiş 28 Şubat 2006’da... “Teröristlere hedef gösterdiğimiz” iddia edilen emekli Oramiral Güven Erkaya ise ölmüş 24 Haziran 2000’de!..
Arada var, “5 yıl 8 ay!”
“5 yıl 8 ay önce ölen” bir adam, “öldürülmesi”(!) için teröristlere nasıl hedef gösterilir, söyler misiniz?..
“Ergenekon soruşturmaları”nı hafife alanlar, Alemdaroğlu’nun yaşadığı durumu yazıp, gülüyorlardı ya; “ölmüş adamın hedef gösterildiğini” duysalar, herhalde “kahkaha”dan kırılırlardı!..
Ama, mizah değil, ayniyle vaki!..
Dün, “ölmüş adamı hedef göstermek”ten yargılandık ve “mahkûm” olduk!..
Söyleyin Allah aşkına;
Böyle bir ülkede “çeteci”ler, “cuntacı”lar ve “darbeci”ler efelenmesin de ne yapsın?!?..
Biz de bir “cunta” mı kursak acaba?!?..
“83 yaşıma geldiğimde” bunu düşüneceğim!
Nasıl olsa, hesap soran yok!!!
----------
Amaç “yemek” olduktan sonra!
Hikâye malûm... “Kurt”un biri dereden su içerken, uzaktan “minik bir kuzu” gelmiş yanına... Tam su içmeye eğilmiş ki; kurt, “Suyumu bulandırıyorsun” demiş... Minik kuzu, yumuşak bir sesle; “Ama kurt amca; sen yukarıdasın, ben aşağıdayım, suyunu nasıl bulandırabilirim ki?” demiş...
Kurt, “Kuzu haklı” demiş:
“Onu yemek için bir başka sebep bulmalıyım”...
Derken, aklına gelmiş; “Ama geçen yıl, işte şuradaydın ve suyumu bulandırmıştın!”... Kuzu, “İmkânsız” demiş, “Burada olmam imkânsız... çünkü geçen yıl, ben henüz doğmamıştım bile!”...
“Kuzuyu yemeyi” kafasına koyan kurt için, “kuzunun geçen yıl henüz doğmamış olması”nın hiçbir önemi yok!..
Tıpkı, “Vakit’e ceza” vermeyi kafasına koymuş Savcı Bey’in, “5 yıl 8 ay önce ölen” Güven Erkaya’nın öldürülmesi için hedef gösterildiğini iddia etmesi gibi!..
Amaç “yemek” ise;
“Bahane”den çok ne var?!?