Siyasetle saadet olur mu?
Parayla saadet olmayacağını meşhur arabesk şarkıdan öğrenmiştik! Ya siyasetle? Henüz bu mevzuda bir şarkı yok!
Saadet Partisi’nin kongresinde Ankara’da olmadığım için bulunamadım. Gazeteler de başlangıçta fazla önemsemediler. Fakat kongre sonuçları Saadet’in haber değerini artırdı. Basın kongrede su yüzüne çıkan çatışmayı önemsedi.
Her ne kadar anketlerde yüzde iki-üç çıkıyorsa da 1970’lerden beri süren köklü bir siyasî geleneğin siyasetteki ağırlığını bu rakamlardan okumak doğru olmaz.
Numan Kurtulmuş Bey, Saadet Partisi’nin genel başkanlığına seçilmiş. Hayırlı olsun! Fakat işinin kolay olmayacağı anlaşılıyor.
İslâm ve siyaset… Türkiye Hilafeti 1924’te o zamanın dünya hâkimi İngiltere’nin siyasetiyle uyumlaşmak için ilga etti. Böylece dinle siyaseti güya ayırdı.
Laiklik 1928’de devleti yöneten tek partinin ilkesi oldu, 1937’de Anayasa’ya girdi. Fakat din siyaset denkleminden hiç çıkmadı.
M. Kemal Paşa Millî Mücadele’yi esas olarak din siyaseti üzerinden yürüttü. Lozan’dan sonra muhtemelen İngilizlerin baskısı ile dini dışlamaya başladı. Din karşıtlığı tersinden bir din siyaseti olarak TC tarihinde önemli bir yer tuttu. Böyle olmasına rağmen Kemal Paşa istediği zaman dini, din adamlarını siyaset için kullanmaktan vazgeçmedi. 1930’da Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’yi CHP’nin Ankara il başkanı yaptı! (İşte böyle olur laiklik dediğin!)
Cumhuriyetin kurucuları müsbet veya menfi olarak dini siyaset aracı yapmaktan hiç bir zaman vazgeçmediler. 1950’lerde DP, 1960’larda AP hep dini siyasete âlet etmekle itham edildi.
1970’lerde Necmeddin Erbakan önce müstakil, sonra MNP ve nihayet MSP ile yeni bir çığır açtı. Dinî muhtevayı siyasete taşıdı. Dinî arkaplan, halk kitlelerinde potansiyel olarak mevcuttu. Necmeddin Hoca bu potansiyeli siyaset için harekete geçirmeye yürüdü. Zamanında Nureddin Topçu bu durumu “İslâmı sömüren siyaset” yazısıyla eleştirdi.
Dinin siyaset için araç kılınması Topçu için kabul edilemez bir durumdu. İslâm davasının siyasetle değil, eğitim ve kültürle güçleneceği görüşündeydi.
Necmeddin Hoca MSP ile girdiği ilk seçimde hayli başarılı oldu. İktidar için ortak arayan Ecevit’in CHP’si de bunu değerlendirdi, “Tarihsel yanılgı” kavramı ortaya atıldı ve CHP-MSP koalisyonu kuruldu.
Bu başlangıç kitleler nezdinde geniş bir barışıklığa yol açabilecekken, tersine çevrildi. Ecevit ve CHP, bir daha bu barış zeminine dönmekten imtina etti.
MSP 12 Eylül’den sonra Refah Partisi’ne dönüştü. Önce mahalli idarelerde başarılı sonuçlar aldı, sonra 1994 aralık seçimlerinde az farkla, yüzde 20’lerdeki reyiyle birinci parti oldu.
Sistem, Hoca’yı başbakan yapmamak için epey uğraştı. Fakat sonunda Refahyol hükümeti kuruldu. İslâm dünyasının resmen laik ülkesi Türkiye’de islâmcı olarak tescillenen Necmeddin Erbakan başbakan oldu!
Bunun hazmedilemez bir sonuç olduğundan şüphe yok. 28 Şubat yarı darbesi ile hoca iktidardan uzaklaştırıldı, partisi kapatıldı. Fakat Türkiye’de islâm arkaplanlı siyasetin yok edilmesi mümkün değildi. Türkiye’nin yorgun ve çağı geçmiş ideolojisi yeni bir hamle yapmak gücünde değildi. Sosyalizm Sovyet sisteminin çökmesiyle tesirini kaybetmişti. Böyle bir zamanda, etnik veya dini siyasetler ön plana çıkar. Etnikliği etkisizleştirmek için Türkiye’nin dini siyaseti güçlendirmekten başka çaresi yokken, 28 Şubatta tersi yapılmıştı. 28 Şubat operasyonu orta vadede bile istediği hiç bir sonuca ulaşamadı. Haritadan silmek istediği siyasi akımlara güç verdi.
MSP-Refah geleneğinden kaynaklanan bir parti büyük oy oranıyla iktidara geldi. Elbette 2002’de seçimleri kazanan parti, bir islâm siyaseti iddiasında değil. Fakat bağlı olduğu gelenek her zaman böyle bir siyaseti çağrıştırıyor.
İktidar partisi içte böyle bir siyaset için zemin aramaktansa, dışta şartların uygun gitmesiyle sonuç almaya yöneldi. Türkiye’nin 2000 sonrası dış siyaseti, İslâm dünyası ile uzun zamandır kurulamayan ilişkilerin kurulmasıyla merhale katetti. (Yarın: Hocasız Saadet olur mu?)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.