Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Yeryüzü, insanın gurbetidir

Yeryüzü, insanın gurbetidir

Yeryüzü, insanın gurbetidir, doğumundan ölümüne kadar asıl yerini arar ve bir türlü bulamaz, bulduğunda ise “arka toprağı” neredeyse oraya defnedilerek, bu dünyadaki gurbeti biter. İnanıyorsa esas âleme göçmüş olur, inanmıyorsa orasını ben de bilmiyorum.
Yeryüzünü gurbet bilenler, kendileri göçtükten sonra arkalarında hayırlı eserler bırakmak ister. “Ben faniyim, dünya da fani, lakin ne zaman tümden fanileşecek o bilinmez. Bu sebeple arkamda insana ve insanlığa hizmet edecek eserler bırakmalıyım” düşüncesiyle hareket ederler.
İşte yedi yüz yıl boyunca; yedi iklim, üç kıtaya insanlık, barış, sevgi, adalet götüren ve getiren Osmanlı’nın en büyük hizmetlerinden birisi de vakıflar kurmak ve vakıf eserler bırakmak olmuştur. Osmanlı’nın ayak izinin ulaştığı ve bulaştığı her yerde, mutlaka insana dair bir vakıf eserini ve vakıf hizmetini görmek mümkündür.
Ne zaman ki, ülkemiz dışındaki Osmanlı haritasında yer alan coğrafyalarda yaşayan toplumlar, Osmanlı’nın insani mirası olan; örf, adet, gelenek ve inanç değerlerinden uzaklaşmış, mayalarına ve fıtratlarına uygun düşmeyen idare sistemlerine yapışmışlarsa, işte o zaman, Osmanlı’nın maddi ve manevi bıraktığı tüm eserlere karşı, bir nefret başlamıştır. Ve bu coğrafyalardaki tüm vakıf eserler de malum nefretten nasiplerini almışlardır.
Söz konusu vakıf diyarlarından birisi de Kıbrıs’tır. 300 yıl Kıbrıs’ta hâkimiyet sağlamış olan Osmanlı, “Burunlu denizanasında” onlarca vakıf eser bırakmış ve tahrip ve tahliye edilinceye kadar bu vakıf eserler, Kıbrıslı Müslüman Türklerin dayanağı, güvenci ve Kıbrıs’ın tapusu olarak tarihteki yerini almıştır.
Özellikle son altmış yıl içerisinde, Kıbrıs’ta bulunan vakıf eserler unutulmaya terk edilmiş, Kıbrıs’ın güneyinde kalan vakıf eserlere zaten ulaşmak mümkün değildir ve Rumlar nefretlerinin gereği ortalıkta eser falan bırakmamışlardır ama KKTC’de bulunan eserlerin de yeterince ilgi görmediği hatta hiç görmediği söylenebilir.
Oysa bir toplumun tarihteki en iyi istinat noktası, her devri yaşayanların gelecek nesillere bıraktığı insani miraslardır. Medeniyet, kültür, sanat, tarih; bu bırakılan eserler çerçevesinde doğar, büyür ve gelişir. Bugün Osmanlı medeniyetinden söz ediliyor ve halen dünyanın pek çok yerinde, Osmanlı modeli yönetimler uygulanıyorsa bu sebeptendir.
Türkiye’de bir dönem vakıf eserlerimiz böyleydi. Dünyanın göz bebeği İstanbul’un orta yerinde bulunan nice vakıf eserler, ayyaşların, sarhoşların ve evsiz barksız sokak hayvanlarının barınağıydı. Hatta duvarının bir yerinde isimleri bile yoktu.
Son sekiz yıl içerisinde Türkiye bir vakıf cenneti oldu. Seksen yıldır yapılan vakıf tahribatı, sekiz yılda yeniden canlandı ve Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, mutlaka her yerde bir vakıf eseri, bu toprakların tapusu olarak insanın karşısına çıkmaktadır.
Yeri gelmişken, Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ı bir kere daha kutlamak gerek. Hatta Kıbrıs’ın tamamında bulunan vakıf eserlerle Türkiye’nin ilgilenmesi istense, Yusuf Beyazıt’ın mevcut kadrosu ve teknik ekibiyle, unutulmuş vakıf mirasımızı yeniden eski haline getireceğine inanmaktayım.
Lafı çok uzattık. Bu yazının yazılmasına sebep; önceki gün “Unutulmuş Vakıf Mirasımız Kıbrıs” adlı belgeselin gala gösterimine katılmamdır. Kuzey Haber Ajansı ve Yedirenk İletişim’in ortak projesi olarak çekilen ve TRT’de 24 Temmuz’dan itibaren yayınlanacak olan belgesel, Kıbrıs’taki vakıf eserleri anlatıyor.
Kuzey Haber Ajansı adına Erhan Erken’in, Yedirenk İletişim adına da İsrafil Kuralay’ın ev sahipliği yaptığı belgeselin gösterimine TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin de katılmıştı. İbrahim Şahin’i bu ikinci dinleyişim. Hakikaten tam da yerini bulmuş bir isim.
Unutulmuş Vakıf Mirasımız Kıbrıs belgeseli TRT’de altı bölüm halinde yayınlanacak.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi