Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Sonunda Mısır’dan kovuluyoruz!

Sonunda Mısır’dan kovuluyoruz!

Ebu Za’bel’de günler rutinleşmeye başlıyor. İstikbal’den gelen arkadaşlarla birlikteyiz. Bir defasında arkadaşların ısrarı üzerine cezaevi idaresiyle görüşüyor ve derdimizi anlatıyoruz. Onların yapacak bir şeyleri yok. Mesele siyasi. Bir ara Ebu Za’bel’in farklı bölümlerinde başka Türk mahkumlar veya mahpuslar olduğu haberini alıyoruz ve bizi buluşturmak istiyorlar. Buna hazırlanırken Ebu Za’bel cezaevine veda ediyoruz. Onlardan bazıları adi davalardan ve uyuşturucu kaçakçılığından dolayı hükümlü imişler. Burada herkes mutat haftalık periyodlarla akrabalarıyla görüşebiliyor. Bizim öyle bir lüksümüz yok. Ancak Mısırlıların yakınlarıyla birlikte içeriden Türk Büyükelçiliğine bir mektup kaçırabiliyoruz. Daha önce Türk yetkililer içişleri bakanlığına başvurmuşlar ve bizim yerlerimizi öğrenmek istemişler. Lakin ‘Ellerimizde bu isimde kimseler yok ve nerede olduklarını bilmiyoruz’ şeklinde baştan savma bir cevap alıyorlar. Lakin bizim mektuplarımız elçiliğe varınca belge halini almış ve bizim Ebu Za’bel cezaevinde olduğumuz böylece tespit edilmiş oluyor. Bunun üzerine Mısır yönetimi daha fazla kaçamak davranamıyor, işte bu arada bizim de sınır dışı edilmemizi kararlaştırıyor. Mısır makamları bu haksız hapisten sonra bizi Mısır’da bırakmak istemiyorlar. Adamlar bizi sınır dışı etmek istiyorlar. Bu açıdan Mısır benim bir yabancı ülkeden ilk sınır dışı edilmem oluyor. İkincisi de, Mavi Marmara ile birlikte İsrail oluyor. Lakin biz İsrail’e kendi ellerimizle gelmemiş, belki kaçırılmıştık. Kaçırıldıktan sonra da sınır dışı edildik. Halbuki, bazı İsrail’e tur düzenleyen arkadaşlar daha önce beni davet etmişlerdi. Buna rağmen İsrail’e gitme iradesi göstermemiştim. Mektubumuzun dışarıda nasıl bir tesir ve yankı icra ettiğini bilmiyorduk. Günlerden bir gün bizim isimlerimizi anons ettiler ve hazır olmamızı istediler. Denizcilere karanın görünmesi gibi sonunda bize de hürriyet yolu görünmüştü.
¥
Lakin Mısırlı arkadaşlar yırtık pırtık hale gelen elbiselerimizi onarmaya başlamışlar ve veda merasimi başlamıştı. Bizi gören sarılıyor ve bir türlü bırakmıyordu. Bunun üzerine hapishane idaresi sabırsızlandı ve canları sıkıldı ve ‘sizi hapiste bırakabiliriz’ şeklinde tehdit dolu sözler söylediler. Galiba sonrasında büyükelçilik makamına götürüldük. Hoş beş ettik ve bize bazı şeyler sordu ve galiba pekmez istiyormuş ve pekmezi Arapça olarak nasıl ifade edebileceğini sordu. Sonrasında hapishane öncesinde kaldığımız yerlere gittik. Yolda daha sonra vefat eden Ömer Demir Bey’le görüştük. Revak’taki odama gittiğimde kitaplarımın adeta yağmalandığını gördüm. Üzülse miydim yoksa sevinse miydim, bilemedim. Her bir ülkeye gittiğimde özel kütüphane oluşturmuş ve çoğu da intikaller sırasında sahipsiz kalmış ve belki de zayi olmuştu. Bu duruma biraz üzüldüm. Zira Şam’da da nadide eserlerim kalmıştı. Kitap merakımdan dolayı Mustafa isimli bir arkadaş bana ‘kitapçı’ diye takılıyordu. Hasbe’l kader Mısır’dan döndükten sonra kitapçı dükkanlarını yine bermutat veçhile turlarken bunlardan birisinde Dersaadet’te İbrahim Subaşı amcanın dükkanına uğradığımda bir de ne göreyim, bana takılan arkadaş üniversitede edindiği ders kitaplarını bile elden çıkarmıştı! Paraya mı tamah etti yoksa kitapları mı zait gördü, bilmiyorum. Okulu bitirenin kitabın kapağını kapattığı bir ülkede yaşıyoruz. İlmi kameti küçük ve meraksız ilim talebesi de maalesef çoğunluktur.
¥
Kahire’yi şöyle bir turladıktan sonra bizi Sicni’t Tarhil denilen yere getirdiler. Artık Muizz’in Kahire’sine veya kasvetli şehre veda etme zamanıydı. Burası Kale civarında bir mekandı ve labirente benziyordu. Ya da mağaramsı bir yerdi. Artık aylar sonrasında nereye gideceğimizi ve ne olacağını biliyorduk. Belirsizlik sona ermişti. Biz de hafiflemiştik. Artık yolculuğa hazırlanıyorduk. Belki de sefirle görüşmemiz Sicni’t Tarhil denilen ‘Sınır dışı cezaevi’ne getirilmemizden sonra gerçekleşti. 30 yıla yaklaşan serencamda bazı ayrıntıları hatırlamakta güçlük çekmem tabiidir. Sicni’t Tarhil denilen sınır dışı edilmek için tutulduğumuz bu son misafirhane veya Yusufiye’de de birkaç gün kaldık. Böylece Mısır’ın meşhur cezaevlerini turlamış olduk. Maalesef pasaportlarımızı da kaybetmişlerdi. Bundan dolayı elçilik tarafından bir seyahat belgesi tanzim edildi. Tam da bazılarımızın Mavi Marmara yolculuğu sonrasında İsrail’in eline düştükten sonra başlarına geldiği gibi. Bizden önce de İzzet Şahin adlı IHH Batı Şeria Temsilcisinin de başına aynısı gelmişti. Talebelik kariyerimiz natamam kalsa da yine de hapishanede kalmaktansa ülkemize dönmeyi içten içe arzu ediyor ve bunu yeğliyorduk. Bazen simidini bile özlediğimiz ve burnumuzda tüttüğü oluyordu. Adeta bizim halimiz Kahire’deki Akif’in son günlerini andırıyor olmalı. Elbette Akif bizim gibi mahpus değildi lakin vatandan cüda olmak Bilal-i Habeşi’nin Mekke sevgisi gibi yüreğini dağdar etmişti. Biz hem hapishaneden kurtulmanın ve hem de ailemize ve eşe dosta kavuşmanın hasretini ve iştiyakını çekiyorduk. Gözümüz başka hiçbir şey görmüyordu. Halbuki, Türkiye’deki durum da çok iyi değildi. 12 Eylül rejimi var. Ve top gibiyiz. Mısır Türkiye’ye atıyor, Türkiye de pası alıyor ve gereğini yapıyor. Mısır’da Türkiye’de ne yaptığımız sorulurken Türkiye’de de aksine Mısır’da yaptıklarımızdan hesaba çekiliyorduk. Bizi sonunda sefer öncesi Kahire Havaalanına getiriyorlar ve uçağa bindiriliyoruz. Bundan sonra başımıza ne gelecek doğrusu bilmiyoruz. Bir sıkıntıdan kurtulduk,,,, yenisine yakalandık. Ömür biter yol bitmez dedikleri gibi serencamın birisi bitiyor, diğeri başlıyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi