Diyar-ı Akşemsettin’in huzur beldesi Göynük
Osmanlı kasabası Göynük’ün diğer adı; “Diyar-ı Akşemsettin’dir.” Göynük’ün girişinde öyle yazar. “Diyar-ı Akşemsettin’e Hoş Geldiniz” der.
İstanbul’un manevi mimarı Akşemsettin hazretleri, Fatih Sultan Mehmet’e önderlik ederek, İstanbul’un fethini gerçekleştirdikten ve kentte huzurun sağlanmasından sonra memleketi Göynük’e çekilerek ömrünü orada tamamlamıştır.
“Huzur ve güven”, hep iyi kişilerin insanlığa sunduğu karşılıksız ikramlardır. Bir yerde iyilik varsa, güven varsa, huzur varsa, kardeşlik, birlik ve beraberlik varsa, orada mutlaka ilk temeli hep “iyi ve imanlı” insanlar atmıştır.
Göynük’te ise Orhan Gazi’nin oğlu, Avrupa Fatihi Gazi Süleyman Paşa’nın adaleti ve sevgisiyle temelini attığı huzur ve güven; Hacı Bayram Veli hazretlerinin talebeleri, Akşemsettin ve Ömer Sıkkin hazretlerinin beldeye gelmesiyle devam etmiştir.
Bugün Göynük’teki tüm insani güzellikler, bunların eseri olarak yaşamaktadır. Hafta sonu sıcaklardan ve sıcak gündemlerden uzaklaşmak için Göynük Belediyesi’nin düzenlediği geleneksel el sanatları sergisini görmek için bu huzur ve güven beldesindeydim.
Göynük Belediye Başkanı Kemal Kazan, gecesini gündüzüne katarak, hem alt yapıyla, hem üst yapıyla, Göynüklülere hizmet etmeye büyük bir aşk ve şevkle devam ediyor. Göynük el sanatlarını yeniden hayata kazandırmak; “emek ve ekmek kapısı” yapabilmek için, akademik seviyede çalışmalar yapıyor ve yaptırıyor.
Dünyada kendi kendine yeten kaç ülke vardır bilmiyorum. Bir de sıralama sık sık değiştiği için bir yere koymak zor ama hangi şartlarda olursa olsun, herhalde dünyada kendi kendine yeten ülkelerin başında geldiğimiz veya geleceğimiz bir gerçek.
Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren; içeride İttihatçılar, yani bugünkü CHP ve Ergenekoncular ile dışarıda düşman devletler tarafından parçalanıncaya kadar, son yüz elli yılı hariç, yedi yüz yıllık tarihi boyunca hiçbir devlete el açmamıştır.
Bunun sebebi, Osmanlı tebasının; en küçük, en çelimsiz, en savunmasız, en kimsesiz, en fakir, en çaresiz, en yalnız bireyinden devlet başkanına kadar, kendi kendine yetmesini bilen bir zihniyet ve öğretiye sahip olmasıdır.
“Muhannete muhtaç olmamak”, Osmanlı aile ekonomisinin en önde gelen prensiplerindendir. İşte bunun en güzel örneklerini, bugün el sanatları diye üzerine kitaplar basılan, sempozyumlar düzenlenen, tezler, doktoralar yazılan; el emeği göz nuru ihtiyaç maddeleri, kendi kendine yetmenin önemli bir göstergesidir.
Göynük el sanatları sergisinde de bunun canlı misalini yaşadık. Osmanlı ailesi; aile ve çevre kültüründe insani tüm ihtiyaçlara, bir nezaket ve nefaset katmış. Kaba ve negatif en ufak bir çizgi ve renk yok. Bütün bu ayrıntılarla birlikte esas şu mesaj verilmek istenmiştir:
“Kendi söküğünü kendi diken, kendi eskisini kendi yamayan” bir felsefe öğretilmiştir. Hangi el emeği, göz nuru bir giysi ya da başka bir eşyayı elinize alsanız, hiçbiri kullanıldıktan veya eskidikten sonra çöpe atılacak cinsten değildir. Ya bir sökükte ya bir eskiyen yerde kullanılacak şekilde örülmüş, biçilmiş ve şekil verilmiştir.
Yine Osmanlı aile ekonomisinin en önemli mihenk taşlarından birisi de “Yetmediği yerde yetirme, yettiği yerde artırma” ilkesidir. Aileler, ihtiyaç maddelerini belirlerken, kişilerin cins, ruh ve bedensel zevklerine göre belirlemişlerdir. Bu tespiti yaparken de yetmediği yerde aşırıya kaçmamayı, yettiği yerde de artırmayı göz önünde bulundurmuşlardır.
Göynük ya da başka bir Osmanlı beldesinde, bugün artık adına sanat dediğimiz ve müzelerde sergilediğimiz “hayati ihtiyaçların” tamamında; tüm kirliliklerden arınmış insan ruhu vardır. Kıyafet; kişinin ruhunu ve karakterini yansıtan en iyi tarif edicidir.
İşte Diyar-ı Akşemsettin’in; huzur ve güven beldesi Göynük’ün en belirgin özelliği; yerli halkında görülen ruh temizliğidir. Bunlardan iki örneği de yarın paylaşacağım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.