Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Denizden geldik havadan dönüyoruz

Denizden geldik havadan dönüyoruz

Havaalanına geldiğimizde yoğun güvenlik önlemleri altındayız. Yine pasaportlarla isimleri karşılaştırıyorlar. Merdivenlerden ikinci kata doğru çıkıyoruz. İlk önce gözlerim beni yanıltıyor. Ben Gurion Havaalanı’nı, geldiğimiz yerden ibaret görüyorum. Gözümde küçülüyor. Halbuki, uçaklara binerken alanın çok daha geniş olduğunu fark ediyorum.
Tekrar kontrolden geçeceğiz. Bu kaçıncı kontrol, artık çetelesini tutmuyorum. Bizi önce sandalyeye iliştiriyorlar. Orada bekliyoruz ve pasaportlarımızı bize teslim ediyorlar.
Yol boyunca otobüste İsrail askerleri ile tutsaklar arasında tercümanlık yapan arkadaşın otobüse binerken pasaportu vardı ve oysa pasaportları teslim anında pasaportunu bulamadılar. Burada bir kasıt mı var, yoksa dillere destan İsrail ordusunun dakikliği mi aşınmış? Bilemiyoruz ama ‘ne sihirdir ne keramet el çabukluğu marifet’ hesabı arkadaşın pasaportu göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kayboldu. Aradılarsa da nafile. Daha önce İzzet Şahin’in de başına böyle bir vaka gelmiş. İşe Rufailer mi karıştı, bilmiyoruz.
Arkadaş tabiî ki pasaportunun ne olduğunu soruyor; lâkin ona bed muamele ediyorlar. Sonrasında pasaport kontrol ve çıkış damgası vurulan bölüme geliyoruz. Orada da sıramızı bekledikten sonra pasaport polisine varıyoruz. Biraz pasaportu kurcaladıktan sonra çıkış vuruyorlar. İsrail’e girişimiz yok ama çıkışımız tescillendi. Bu bana hem Somali, hem de Kenya deneyim ve maceramızı hatırlatıyor.
1990’lı yıllarda Somali’ye korsanların kapısından girmiş ve korsanlar bize giriş vizesi uygulamışlardı. Hatta Korcan Karar bu girişi görünce ‘Ben bu vizeye haiz olsam manşet yapardım’ demişti.
Burada da İsrail, istemediğimiz halde bize çıkış vizesi uyguluyor. Hem kaçırıldık, hem de bu şekilde kovuluyoruz. Lâkin bize ceremesi pahalıya mal oluyor. Benzeri bir durum da Kenya’da olmuştu ve havaalanını, gümrüğe ve pasaport kontrol bölümüne uğramadan bir traktörle terketmiştik.
Çıkışta durumu sormuşlar, biz de dilimiz döndüğünce izah etmiştik. Burada ise uluslararası karasularını biz ihlâl etmedik, aksine bizi nahak yere kaçıran İsrail, çıkarken de çıkış damgası vuruyordu.

Elbette pasaportlarda İsrail vizesini kabul etmeyen Arap ülkelerine girişte, bu çıkış damgası zorluklara neden oluyor. İstisnai bir uygulamaya tabi tutulsak bile yine de can sıkıcı bir ayrıntı. Son Halep ziyaretinde olmasa da bir ay sonraki (Temmuz) Beyrut ziyaretlerimizde kısmen de olsa bunun sıkıntısını yaşadık.
Ben Gurion Havaalanı’nda kulağımıza çalındığına göre, İsrail’e 10 yıl girişimiz de yasaklanmış. Zaten bizim İsrail’e gitmeye hiç niyetimiz yoktu. Zaten olsaydı, bunu önceden denerdik. İkincisi, on yıllık süre bizim için mi, yoksa İsrail için mi fazla, kimse bilemez. 10 yıla kadar kim öle, kim kala! Biz mi önce öbür tarafa veya öte dünyaya geçeriz, yoksa İsrail mi ortadan kalkar, bunu ancak Allah bilir...
Pasaportlarımıza çıkış vizesi vurulduktan sonra artık uçağa binmek için son bölüme geliyoruz. Arkadaşlardan bazıları ‘anca beraber kanca beraber’ diyerekten herkes gelmeden uçaklara binmeyeceklerini söylüyorlar. İsrail tarafı ise imzalamayanlara 72 saatlik sözleşmeyi imzalatmaya çalışıyor. Bu bölüme girişte yine X Ray cihazından geçiyoruz. X Ray cihazı üzerimizde hiçbir metal olmadığından dolayı sinyal vermiyor. Ama ne gam! Bu da yetmiyor. X Ray cihazının ardından daha dakik dedektörlerle üzerimiz başımız, hatta derimizin altı aranıyor. Sandalyeye oturtuyorlar, ara babam ara.
Adıyamanlı müteahhit ağabeylerimizden birisinin derisinin altı sinyal verdiğinden dolayı karanlık odaya götürüyorlar ve orada soyarak üzerini bir daha arıyorlar. O da ameliyat olduğu için bacağına platin takıldığını haber veriyor. Neredeyse platini de arayacaklar. Dünyanın başına bu belayı saranlar, başta İsrail olmak üzere bir de İsrail’in gargatlarından olan Bush’tur. Bu arada Çorum’dan Selim Özkabakçı gibi arkadaşların, havaalanında polislerin bed muamelelerine karşı tepki göstermesi üzerine, polis tarafından götürüldüklerini öğrendik. Burada gerçekten de muamele kötü ve bed. Gemiden sonra ikinci şoku da burada yaşıyoruz.

Pasaport kontrolünden geçtikten sonra son bekleme salonunda bazı karton kutulara sandviç türü yiyecekler koymuşlar. Perhize niyetliyiz. Bu arada, bazı İsrailliler bizi uçağa yönlendirmeye çalışıyorlar.
Nereden geldiyse, babası Yozgatlı olan bir İsrailli asker geliyor ve İsrail sınırını aşan tutsaklarla ilgileniyor. Arkadaşlar da takılıyor. Aralarında fısıldaşıyorlar. Babası Yozgatlı bir şoförmüş galiba shofar dinlerken bir Yahudi dilberine vuruluyor ve onun aşkına İsrail’de kalıyor. Yahudilik anadan geçme olduğundan dolayı da Yozgatlı şoförün oğlu, annesinin kimliğini alıyor ve İsrail ordusunda asker oluyor.
Yozgatlı şoför kanını verse de, oğluna kimliğini veremiyor. Lâkin yine de kan çekiyor olmalı Yozgatlı şoförün oğlu, Mavi Marmara yolcularıyla yakından ilgileniyor ve şirinlik yapıyor, gönüllerimizi tamire çalışıyor.
Bu son toplanma yerinde hapishanede uzak kaldığımız ve görüşemediğimiz arkadaşlarla bir araya geliyoruz. Gemideki gibi ikinci defa toplu haldeyiz. Kavuşma da coşkuya neden oluyor. Sonrasında otobüslerle birlikte uçaklara yöneliyoruz. Uçaklara biniyoruz. Eski tutsaklar veya millet servis istiyor. Hostesler tarafından bize yemek ve su servisi yapılıyor. Artık son fasıl veya final bölümündeyiz. Bazılarımız ilk başlarda sabırsızlanıyor ve bir an önce uçakların kalkmasını arzu ediyor, İsrail’i terketme niyetini izhar ediyor.
Lâkin saatler geçiyor, hareket yok. Bunun üzerine uçakta oyalanacak bir şeyler yapmak istiyoruz. Ben de dahil bazı arkadaşlar mikrofondan eski tutsaklara veya yeni yolculara sesleniyor. Bir ara Başbakanlık Danışmanı Nabi Avcı ve bazı milletvekilleri uçakta görünüyor ve Nabi Avcı ile hem eski Zaman’da, hem de Yeni Şafak’ta birlikte çalıştığımızdan dolayı aşinayız ve beni gördüğünde: “Görüntülerde senin yaşadığını tespit ettik ve endişemiz zail oldu” dedi, bir süre karşılıklı sohbet ettik. Ardından yolculardan bir kısmı vekillerin telefonlarından aileleriyle görüştüler. Galiba uçağa bindikten 16 saat sonra hareket edebildik. Bu da başka bir rekordu. Bülent Yıldırım ve arkadaşları da geldiler, kayıp olup olmadığı sorunu aşılmaya çalışıldı. Bu da dönüşümüzün sarkmasına neden oldu.
Son saatlerde uçakların etrafını İsrail araçları sardı. Müzakereler son ana kadar sürdü. Bizimle birlikte hapisteki son yabancılar da tahliye edildi. Lübnanlı Nebil ve Filistinli Üsame de bunlar arasındaydı.
16 saat kadar sabırla bekledik ve sonrasında Türk Havayolları filosuyla Perşembe sabahı Ben Gurion Havaalanı’ndan İstanbul’a doğru havalandık. Böylece Deccal üssünü terketmiş olduk. Mavi Marmara yolculuğu da böylece hitama eriyordu...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi