Sevgiden ve ilgiden vermek
"İbn Arabi'ye göre, vererek yükseliş insanın huzur bulmasının zaruri koşuludur"
(M. Merter, Dokuz yüz Katlı İnsan )
İnsanoğlu yaşadığı dünyada, bir parça huzur elde edebilmek için akıl almaz çarelere başvurmakta ve hayatının sonuna kadar da bu arayışını sürdürmektedir. Huzur, insanın en elzem ihtiyaçlarından biridir fakat kişi çoğu zaman bu ihtiyacını yanlış kanallarda arar. Huzurdan yoksun kalan kişi derin bir boşluğa sürüklenir. Kimi zaman sigara ya da içki içerek, eğlence merkezlerinde eğlenerek, israfa varacak boyutlarda para harcayarak içindeki bu boşluğu doldurmaya çalışır.
Oysa huzurun kaynağı kişinin bizzat gönlüdür.
Huzur bu gönül pınarlarından çağıldamaktadır
Ama onu mayalayan ise sevginin kendisidir.
İnsan ancak gönülden vererek bu çağlayanı sürekli kılabilmektedir. Vererek insanlık yolunda ilerler ve insan olmanın yolunda iken gerçek huzura ve özgürlüğe ulaşabilir.
Çünkü sen sadece verirken, özgürsündür...!
Seni esarete sürükleyen zincirler ise, açlık, yoksullaşma, yalnızlaşma, endişe, kaygı, muhtaç olma ve beğenilmeme gibi korkularındır aslında.
Bütün bunlardan kurtulmak, bir tek Allah'a güvenerek, sevgini, tüm varlığınla cömertçe vermekten geçmektedir.
Kuşkusuz vermek eylemi, kişiden kişiye akan ve aktıkça da ziyadeleşen güçlü, tesirli bir davranıştır. Bir yerde insan sahip olduğunu düşündüğü şeyi elden çıkararak onun tesirinden ve esaretinden kurtulmuş olur.
Verdiğiniz her şey size katlanarak dönecektir... Bu nedenle elinizde ve gönlünüzde ne varsa, hiç çekinmeden verebilirsiniz.
İnsan olmanız kendinize de bir şeyler vermeyi gerekli kılar. Kendinize verdiğiniz her şey aslında bir başkasına da iyilik yapmak için birikiminizdir... Fakat kişinin kendine bir şeyler verebilmesi için önce özüne dönmesi ve nefsini tanıması gerekir. Bununla beraber evrenin, insanın eşyanın da hakikatini tanıması ve kendi benliğine yönelmesi elzemdir. Bunlar olmadan vermeyi nasıl öğrenebiliriz ki?
Allah (c.c) Bakara süresinde müminin özelliklerini sayarken, kulun sadece yüce Yaratıcı'ya güvenmesi gerektiğini, görünen ve görünmeyen tüm alemin yaratıcı olan Rabbe güvenip iman etmesinin, sahip olduğu şeylerden vermesinin ve gaibe iman etmesinin gerektiğini vurgulamıştır.
Vermenin temelinde, inanç, idrak, merhamet, şefkat ve sağduyu vardır. Kişi bu değerleri bünyesinde barındıran yegâne aktördür ve iman esaslarına bağlılığı ölçüsünde vermeye doğru yönelir.
İnsanın, eylemleri onun mekanizmasını harekete geçirir ve bu kapsamda duyuları ve sezgileri devreye girer. Bir maddenin sert ya da yumuşaklığını hissetmek duyusal bir durumdur. Buna karşın bir şeyin gerçekleşeceğini hissetmek içinize doğan sezgisel bir şeydir. Ancak, birisiyle ilgili tanımlamalarınızda yani, şu kötü ya da bu iyi biri, doğru yanlış gibi yorumlarınızda sezgileriniz harekete geçer. Netice itibariyle hissetmek daha ziyade içinde duyguyu ve sezgiyi de barındırır.
Bu yönüyle sezgileriniz son derece fıtri bir durumdur. Zira hislerin aracılığıyla sağduyunuzu harekete geçirir ve vicdani bir değerlendirme yapabilir, yaşanan haksızlığa karşı çıkarak doğrudan yana tavrınızı koyarsınız. İnsanoğlu bu yönüyle içinde her daim aktif bir şekilde işleyen vicdanıyla haksızlığa karşı koyarak, adalet arayışı içinde olmaktadır. Sosyal oluşumlar ve sivil kuruluşların temelinde de bu gerçek vardır.
"Jung'a göre dünyada kendimizi yönlendirme (aynı zamanda içdünyamızı da) kullandığımız dört işlev vardır. Duygularımız yoluyla algıma duyuş, (sensation) anlam ve kavrayış sağlayan düşünme (feeling) ve bize ilerideki olasılıklardan söz eden bütün deneylerin etrafını çepeçevre saran atmosfer üzerine bize bilgiler veren sezgi (intuition)"
(Jug Psikolojisi, Freida Fordman, s, 41)
Duygularımız, sezgilerimiz, hayal dünyamız cömertliğimiz ya da cimriliğimiz doğrultusunda işler ya da cılız kalır. Bizler ise, evrendeki o zengin alış verişe dahil olarak, sorumlululuğumuzu ifa eder ve bu minvalde yaşarız.
İster, maddi olsun, ister manevi bütün verme davranışlarımızın temelinde iki temel öğe vardır. Bunlar, ilgi ve sevgidir. İlginin olduğu yerde sevgi vardır. Sevgi ise, çok yönlü bir beslenme ihtiyacı içinde olduğundan, emek ve ihtimamı gerekli kılar. Dolayısıyla ilgiden önce sevgi gelir, sevginin olmadığı yerde ne ilgiden ne de kutsal değerlerden söz edilebilir.
Öte yandan, insanlar arasında paylaşılamayan hedef nesnesine ulaşamayan bir sevgi, gelişemediğinden, körleşmekte, cılızlaşmakta ve kaybolmaya doğru gitmektedir. Bu nedenle verilmeyen, nesnesine ulaşmayan sevgi ölmeye yok olmaya, hayattan silinmeye mahkûmdur. Sevginin gelişmesi, uzun soluklu yaşaması ancak karşı tarafa aktarıldığında ve orada hayat bulduğunda mümkün olabilmektedir. Bu da ilginizden ya da, sevdiğinizden karşı tarafın ihtiyacına göre bir şeyler vermekle mümkün olabilir.
Eğer bir çiçeği seviyorsanız, onunla ilgilenmeli, suyunu vermeli, toprağını temizlemeli, sabahları güneşle kucaklaşmasına yardımcı olmalısınız. Çiçek sevgisi ilgi ve ihtimamı, bakımı gerektiriyor ve siz bu bakımı gösterdiğinizde sevgiyle dokunduğunuz çiçeğin büyüdüğünü, geliştiğini görürsünüz. Bu süreç içersinde sevginizin sonucu olarak ona verdiğiniz emek ilginizin göstergesidir.
Sevgi insanın kendi türüne yönelik olduğunda ise, alanı genişlemekte ve bu tesirini daha üst noktada göstermektedir.
Sevginiz iç dünyanız kadar zengindir:
Yüce Yaratıcı'ya karşı sevginiz
Peygambere karşı sevginiz
Tanıdığımız kişilere karşı sevginiz
Aile efradına karşı sevginiz
Genel olarak insanlara karşı sevginiz
Doğaya karşı sevginiz
Hayvanlara karşı sevginiz
İlme karşı sevginiz
Eşyaya karşı sevginiz
Bütün sevgi alanlarımız ilgi ve emekle beslenmeyi gerekli kılar. Mesela, aile bireyleriyle aramızdaki ilişkiler sevgi boyutunda başlayıp, ilgi ve alaka boyutuyla devam ederken, sevginizi her zaman beslemektesinizdir. Çocuğunuzla, eşinizle, aile büyüklerinizle ilişkilerinizi saygı ve sevgiye dayalı bir çerçevede yaşarsınız. Zira onlara karşı beslediğiniz sevgi, yeterli ilgiyi ve emeği gerekli kılar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.