Kimine mahkûmiyet, Kimine masumiyet karinesi!
Babam olağan askerliğini yapmış, memlekete dönmüş; kısa süre sonra “ihtiyat” olarak geri çağrılmış. Trakya’da askerlik yapmışken, ihtiyatlığını İstanbul’da geçirmiş. İhtiyat (yedek) olarak çağrılışının sebebi, seferberlik…
Bu sefeberlik, 2. Dünya Harbi’nin seferberliği. Malûm Türkiye 2. Dünya Harbine girmedi ama sıkıntısını çok çekti. Daha doğrusu, son anda girmiş gibi yaptı, galip batılı devletler safında görünmek için.
Babamın seferberlikle ilgili bir sözü vardı: “Kimine seferberlik, kimine şekerberlik!”
Birileri, seferberliğin eziyetini çekerken, bazıları da safasını sürer!
Bürokrasinin bir eli yağda, bir eli baldadır o sıralar. Halk onlar için türkçe ezanı uyarlar: Tanrı uludur Tanrı uludur-Memurlar Hasan Saka’nın kuludur. (Hasan Saka o zamanın başbakanı).
Bir tarafta kıtlık vardır, diğer tarafta da harb zenginleri türer!
Bu ikilik, aynı olayın farklı sonuç vermesi, aynı metnin farklı yorumlanması o günlere mahsus değildir. Askeriyenin, tek partili devletin yöneten-yönetilen ikileminde yöneten kuralları koyar ve tefsir eder. Tek parti yönetimi sona erdikten sonra da bu değişmemiştir. Şimdi de değişmediğine dair örnekler hepimizin malûmu.
Sivil bürokraside, bir üst rütbeli emniyetçi ağır cezada sanık olarak yargılanıyor olsa, terfi edebilir mi? Üst bir göreve getirilebilir mi? Bu mümkün değil! Geçen seneye kadar Genelkurmay da böyle düşünüyordu! Fakat bugün general kurmayın sözcüleri, bunun askerler için mümkün olduğunu söylüyorlar işte açıklama:
“Bu olayda da görüldüğü üzere, yargı sürecinde sanık bile olsalar, bazıları tarafından masumiyet karinesi ayaklar altında çiğnenerek suçlu olarak gösterilseler dahi bütün bu şartlar altında bile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün personeli görevinin başındadır.”
Bırakalım emniyeti… Bu başka devlet görevleri için bile kabul edilebilir bir durum değildir.
Şimdi “masumiyet karinesi” ile muamele gören generallerin hepsi benim davacım, meşhur “312 General davası”ndan!
Bu paşalar, o zamanın Jandarma Kumandanı’nın eli ile bilerek veya bilmeyerek benim davacım oldular. Bu bir tazminat davası idi. O sıralar RTÜK üyesi idim. Davaya paralel olarak Genelkurmay’dan ard arda yazılar geliyordu: “Bu üyenin görevine son verin!” Aynı zamanda Hürriyet gazetesini kullanarak, aynı telkini yapıyorlardı. O sıralar bu gazetenin tetikçisi, basın tarihinin en müptezel kalemlerinden biri de bu mealde yazılar yazıyordu.
Tazminat davasında mahkûmiyet karinesine göre hareket edenler, bugün ağır ceza davalarından bile masumiyet karinesi çıkarabiliyorlar! Hatta bir ergenekon davasında bir numaralı sanık olarak afişe edilen kumandan, YAŞ toplantısına katılabiliyor!
Bu nasıl oluyor?
Gidici Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un aynı zamanda başyargıç olarak verdiği hukuk tarihine geçecek kararla!
Erzurum’daki Ergenekon davasının bir numaralı sanığı olan ve ‘terör örgütü üyesi’ olmakla suçlanan kumandanla ilgili Başbuğumuz “en üst yargı mercii” olarak karar vermiş: “Hakkındaki iddialar 61 sayfalık iddianamede yalnızca bir sayfa tutuyor, hakkındaki üç iddiayı inceleyip yanlış olduğu kanaatine varıldı!”
Hukukla oynamak, hukuku hiçe saymak, hatta üstünde tepinmek bundan başka ne olabilir?
Bu hukukun postallar altında kaldığı son YAŞ olsun!
12 Eylül halk oylaması bu yüzden önemli.
Türkiye’yi yönetme yetkisini halktan almış olan hükümet, emniyet genel müdürü tayin eder gibi Genelkurmay başkanı tayin etmezse, bugünkü gibi rezaletler ayyuka çıkar! Hukuk paspas yapılıp çiğnenir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.